'Tayyip Erdoğan sıkıntısı' Çankaya Köşkü’ne taşındı...

AKP içindeki “etnik” bölünmenin her gün yeni bir boyutuna şahit oluyoruz. Hafta başında AKP MKYK’sında konuşulanların bir kısmını yansıtmıştık ama Kürt kökenli milletvekillerinin Tayyip Erdoğan’a gönderdiği “istifa” tehdidinin ardından yeni bilgilere ulaştık. Tayyip Erdoğan’ın yakın çevresinden kulağımıza gelenlere bakarsak, Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik, Başbakan’dan “usturuplu bir fırça yedi” Erdoğan’ın yakın çevresine göre Başbakan, Hüseyin Çelik’e  “benim sözcüm değilsin” demeye getirdi.
“Bu nasıl oldu” diye sordum.
Anlatılanı aktarıyorum:
 “MKYK toplantısında patron, Hüseyin Çelik’in gözünün içine bakarak; Konuşmalarınız benim adıma yapılıyormuş gibi algılanıyor. Benim haberim olmadan konuşuyorsunuz. Toplum da bunları Tayyip Erdoğan’ın düşünceleri diye algılıyor. Haberim olmadan konuşmayın” dedi.
 “Bunda ne var? Pekala bu mesaj İdris Naim Şahin’e de verilmiş olabilir” dedim.
 “Patron”un kaynakları, “MKYK’da Başbakan, İdris Naim Şahin’e sahip çıktıktan sonra bu konuşmayı yaptı. Hüseyin Çelik de çok bozuldu” diye
cevap verdiler.
Kürt kökenli milletvekillerinin, “istifa” tehdidi ile ilgili gelişmeleri takip ederken AKP kulislerinden kulağıma, “Hüseyin Çelik, Pazartesi günü Başbakan’dan fırçayı yiyince soluğu Çankaya Köşkü’nde almış” diye fısıldandı.  “İstifa” tehdidi ile birlikte “gidişattan hoşnut olmayan” bazı AKP’li milletvekillerinin Köşk’e çıkarak Abdullah Gül ile görüştüklerini öğrenmiştim. “Sıkıntılı” AKP’liler Abdullah Gül’e “parti iyi idare edilmiyor” yönündeki görüşlerini aktarıyorlar. Hüseyin Çelik ile ilgili iddiayı da duyunca kendisini defalarca aradık. Hüseyin Çelik henüz telefonlarımıza cevap vermedi. Dönerse, kendisine hakkındaki iddiaları sorup, cevabını da yazacağım.
Görünen o ki; Abdullah Gül ile Tayyip Erdoğan arasındaki çekişme daha da kızışacak. Fakat siz bunu sakın ha(!) “ortaya çıkacaklar da birbirlerine karşı en ağır sözleri söyleyecekler” diye algılamayın. Taraflar medya üzerinden sözcüleri vasıtasıyla vuruşacaklar. Basın üzerinden yapılacak kavganın da uçları iyice belirdi. Taraflar köşe başlarındaki düzenlemeleri için harıl harıl uğraşıyorlar.
Görünürde “Uludere” üzerinden süren kavga ile iki not daha verip bu faslı kapatalım.
Tayyip Erdoğan ve kabinesi Kayseri Pınarbaşı’nda yapılan bombalı eylemin asıl hedefi konusunda çok yoğun kafa yoruyor. Güvenlikten sorumlu bir Bakan, “üstünde uğraşıyoruz ama kesin hedefi henüz tespit edemedik” diyor. Bomba miktarına bakarak üstünde durdukları üç ihtimal var. Birincisi; TT Arena’da yapılan il kongresi, ikincisi; Ankara’daki Başbakanlık, üçüncüsü ise Dolmabahçe.
 Tayyip Erdoğan, “Ulusa Sesleniş” konuşmasında Uludere olayı için “yargı meselenin peşini bırakmayacak” dedi. Uludere komisyonunun bazı üyelerinde gelişen kanaat o ki;
 “Savcılık, yetkisizlik kararı verebilir ve ardından ‘bu görev suçu kapsamına girer’ deyip topu askeri mahkemeye atabilir”...




Başbakan “Recebiye Camisi” mi yapacak?

CHP İstanbul Milletvekili eski Müftü İhsan Özkes, Perşembe günü Meclis Genel Kurulu’nda, derslik ve de ibretlik bir konuşma yaptı. Her satırı AKP’nin din üzerinden yaptığı iki yüzlülüğe şamar niteliğinde. Değerli okurlarım; Özkes’in bu konuşmasını lütfen her ortamda paylaşın, daha büyük kitlelerin duymasını sağlayın. İşte o konuşma:
 “Ülkemizde yaklaşık 85.000 cami vardır. Her 900 kişiye bir cami düşüyor. Camiye ihtiyaç duyulmadığı bir ortamda sanki cami yokluğu çekiliyormuş gibi cami yapımını teşvik eder gözükmek riyakârlıktır. Kaldı ki İslam’a göre sadece camiler değil, yeryüzü ibadet yeridir.
Siteler, rezidanslar ve bazı tesisleri yapanların cami yapmak durumunda kaldığında “zoraki cami” veya “rüşvet camisi” yapılmaktansa, “teşvik camisi” olması daha “ehveni şer” gözükebilir.
Şirketlerin yaptıracağı cami harcamasını vergiden düşmesi doğaldır. Fakat hayır yapmak, sevap işlemek niyetiyle cami yapan şahıslar asla vergiden düşürme amacı gütmezler.
Camiye ve Kur’an kursuna harcanan meblağın vergiden düşüldüğünde yapılan hayrın Allah rızası için mi verildiği, vergiden muaflık için mi verildiği tartışılacaktır.
İhlasla ve samimiyetle, sırf Allah rızası için yapılan hayır ve hasenata gölge düşürülmemelidir. Gönülden gelerek yapılan iyiliklere halel getirmeyiniz.
En makbul sadaka Hz. Muhammed’in buyurduğu gibi “sağ elin verdiğini sol elin görmediği” sadakadır. Sadakanın resmileştirilmesi, vergi hesaplarına işlenmesi, vergi rekortmenleri listesine girmesi ne derece doğrudur? Sadakanın gösteriş ve şova dönüşmesi, ibadetin genleriyle oynamaktır.
“Ne kadar paran varsa, o kadar imanın var” anlayışına doğru gidiliyor.
İktidarın esas amacı camilere ve Kur’ân kurslarına yardım değil, din örtülü hileli bir kapı açarak zenginleri korumaya yöneliktir.
2003 yılında, kanundaki “Cami” ibaresini kaldırıp yerine “İbadet yeri” tabirini getirerek kilise, sinagog, kilise evi ve havraların önünü açtınız. Şimdi bu yasa ile daha çok kilise ve daha çok havra yapılmasını mı amaçlıyorsunuz? Kiliselere ve havralara duyduğunuz muhabbeti neden Cemevlerine göstermiyorsunuz? Alevilerin vergilerini yiyorsunuz ama inançlarına ve Cemevlerine hor bakıyorsunuz.
Sayın Başbakan, Üsküdar Çamlıca Tepesi’nde “Recebiye Camisi” mi yapacak? Harcamayı vergiden mi düşecek? Yoksa yandaşların vergilerinden düşürülen harcamalarla mı yapılacak?
Rahmetli Kemal Sunal’ın oynadığı Zübükzade filmindeki cami siyaseti bu ülkenin çıkmazı haline gelmiştir.
Hiçbir İslam ülkesinde Türkiye’de devletin dine ayırdığı bütçe kadar büyük bir bütçe yoktur. Şeriatla yönetilen İslam ülkelerinde dahi Diyanet bütçesinin onda biri, din işlerine ayrılmıyor. Buna rağmen Türkiye’deki bidat ve hurafeler, dinin siyasallaşması gibi yozlaşma, bozulma hiçbir İslam ülkesinde yoktur.
Çünkü din siyasetin vesayetinde yürütülüyor. İktidar Diyaneti toplum mühendisliğinde taşeron olarak görüyor.
Bugüne kadar halkımız tarafından yaptırılan mevcut camilerin hangisi vergiden düşülmüştür?
Ayni yardımlar da vergiden düşülecek mi? Cami inşaatlarında Allah rızası için meccanen çalışanların yevmiyeleri de vergiden sayılabilecek mi? Cami yapmak sünnettir. Peki, şimdi sünneti vergiye mi dahil edeceğiz?
“Sünnetli vergi”, “hayırlı vergi”, “camili vergi”, “Kur’an’lı vergi” ya da “harcamaları vergiye sayılan cami”, “meblağı vergiye sayılan Kur’an Kursu” gibi deyimler türeyecektir. Hatta “masrafı vergiden düşen camiler”de mi yoksa “vergiye sayılmayan camiler”de mi namaz kılmak daha faziletlidir gibi sorunlar çıkacaktır.
Hz. Muhammed ve halifeler döneminde cami ve Kur’an kursu harcamaları devlete karşı mali sorumluluğa dâhil edilmemiştir. Halen dini esaslara göre yönetilen devletler bile sadaka, hayır ve hasenatı kişinin ihtiyarına bırakır ve kişinin inisiyatifinde olan harcamaları resmi denetime tabi tutmaz.
Hileli kanun tekliflerini din-iman, cami-Kur’an perdesiyle örtüp bu yüce Meclis’in önüne getirmek, karşı çıkanları da cami ve Kur’an düşmanı gibi göstermek şeytanın bile tevessül etmeyeceği çirkin bir oyundur.
Allah ile kulları arasından çekiliniz. Oynamayınız Allah’ın diniyle, karışmayınız insanların hayır hasenatına.”

Yazarın Diğer Yazıları