Tavla değil satranç zamanı
Köşeyi sizin kaleminize emanet ettiğimiz pazartesilerin bu haftaki ilk konuğu Çağdaş Bayraktar. Artan terör olaylarına tepkiyi tersine algı operasyonları için kullanmak isteyenler olabileceğine dikkat çekerek, ufku değil ufkun ötesini de görebilmeye çağırıyor vatanperverleri:
"Ülkeyi 13 yıldır yöneten zihniyetin, koltuğunu korumak için ülkenin kan gölüne çevrilmesinden rahatsız olmayacağını maalesef biliyoruz.
Birileri olayı sadece Erdoğan'a mal etmeye çalışsa da, terör örgütünün de insan öldürmekten bir an olsun çekinmeyeceğini, bizzat yaşayarak görüyoruz.
Sözde Milli İstihbaratımız zaten evlere şenlik.
Birisi yazmıştı sanırım;
'Eğer ülkede bunlar oluyorsa, MİT işini ya yapamıyor ya da çok iyi yapıyor demektir.'
***
Karakollara teröristlerin patlayıcı yüklü araçla girebildikleri, Orduevi bahçesinde bomba patlayabildiği yerde, teröre karşı tepki için de olsa yürüyüş yapmak ne kadar mantıklı?
Daha önemlisi ne kadar sağlıklı ve güvenli?
Şüphesiz olan bitene bir tepki verilmeli.
Ama doğru olan zaman ve yöntem bu mu?
Ayrıca bu haklı kaygılarından ötürü, normal şartlarda bu tarz yürüyüşlere katılacak bir çok insanın katılmaması, olası katılımın düşük olması, birilerinin "algı yönetimi" için cesaret verici olmayacak mı?
Bir eylem, doğru şartlarda doğru amaçlarla ve yeterli sayıda olursa bir etki yaratabilir.
Yoksa "halk rağbet göstermedi" algısı yaratılabilir.
Bu durumda bazı soruları sormakta fayda var:
Bu etkinlikleri kim organize ediyor?
(...)
Böyle günlerde yapılabilecek en sağlıklı "eylem", şehit cenazelerine katılmaktır. Bu durum, şehit yakınlarına doğrudan destek içeriğinden ötürü daha "faydalı" bir seçenek olacağı gibi, İktidar yetkililerinin de -istemeyerek de olsa- katılacağı için daha güvenli bir ortam olacaktır.
(...) Türkiye'nin vatanseverlerine her dönemden daha çok ihtiyacı var belki de.
O yüzden de her vatansever, adım atarken Ulu Önder'in dediği gibi sadece ufku değil, ufkun ötesini de görebilmeli.
Bazen duyguları onu sürüklemeye kalksa da, iki adım sonrasını da hesaplamalı.
Tavla değil, Satranç oynamalı"
*
Gidenin yeri dolmuyor
Çukurova Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. İbrahim Ortaş, geçenlerde kaybettiğimiz bir aydınımızı, Türk sanatının değerli ustalarından Fikret Oytam'ın boşluğu üzerinden "aydınsızlığımız"a dikkat çekiyor:
"(...) Fikret Otyam demokrasi ve insan hakları ilkesine bağımlı, içtenlikli bir aydındı. Akla ve bilime önem veren bir fikir insanıydı. Sözünü esirgemeden gördüğü yanlışları ve eksikleri bir aydına yakışır şekilde yazı ve resimleri ile anlattı. (...) Türkiye'nin bence en önemli sorunu farklı düşüneni, biraz eleştiri yapanı sevmiyor ve sistemin dışına itiyor. Hal böyle olunca ülkemiz verimli ve yaratıcılığını kaybediyor ve sürekli sorun yaşıyor.
Bu tür aydınların ölümü ile yaprak dökümü yaşıyoruz. Gidenin yeri doluyor mu bilmiyorum. Mevcut eğitim sistemi çok da yaratıcı insan yetiştirmeye uygun görülmüyor. Ancak her şeye karşın ülkemizin ve Cumhuriyet kuşağının büyük kazanımı olan bilim, kültür ve sanat insanlarının önümüze koyduğu hedefe yönelik nice nitelikli bilim, sanat ve düşün insanı kazanmak dileği ile yeniden düşünmemiz ve bir şeyler yapmamız ülkemizin aydınlık geleceği için önemli. Bu uğurda keçi gibi inatçı olmak yaşamın en zorlu kaylarına tırmanmak gerekir. Doğadan, sağlıklı çevreden, insandan, demokrasiden, barış ve terörsüz ortamdan yana keçi gibi inatçı/ısrarcı olmak gerekir. Yoksa ülkemiz bu jeopolitik coğrafyada çok sorun yaşar ve zorlanır..."
*
Çürüme...
Hüseyin Kozan, geçtiğimiz haftalarda başka okurlarımızın da değindiği "toplumsal çürüme"nin "Osmanlı'nın son dönemi"yle sınırlı olmadığını savunuyor ve "meselenin özü"nü hatırlatıyor:
Eğitim!
Zengin olmanın kolay yollarından önce onurlu yaşamanın önemini öğretemeyişimizden kaynaklanıyor Kozan'a göre yozlaşmamız;
Hayatlar menfaate ipoteklendiğinde bozuluyor her şey...
*
İşgal altındaki adalarımıza Türk bayrağını bakın kim dikecek?
Ülkenin "gayrımilli kontenjanı" malum; onların parsellediği gündeme millî eylemleriyle Türkiye'nin gerçek meselelerini taşımaya çalışan "değer"lerimizi misliyle desteklememiz gereken günlerden geçiyoruz.
Milli rekortmen yüzücümüz Alper Sunaçoğlu da o değerlerden biri.
Daha önce Türkiye'den Kıbrıs' a, 78 km. durmadan rekor hızla yüzen Sunaçoğlu'nun şimdiki amacı 60 km'lik Bodrum-Didim hattı. Millî sporcumuz hiçbir koruma ve destek olmaksızın bu mesafeyi yüzerken sportif başarılarına bir yenisini eklemekten daha fazlasını hedefliyor. Bu "eylem"in temel gerekçesi "Yunanistan tarafından sessizce ve kanunsuzca işgal edilen 16 ada 152 Türk adacığına dikkat çekmek".
Bu nedenle, işgal altındaki adalarımıza çıkarak sembolik olarak Türk bayrağı dikecek Sunaçoğlu.
Genç sporcu, geçmiş denemesi güvenlik güçleri tarafından engellenince basında çıkan "Yunanistan'a ait Farmakoli adasına yüzecekti" başlıklarına itiraz ederek "düzeltme" ihtiyacı duyuyor:
"...benim yüzeceğim adalar 700 yıldan beri aidiyeti Türk Milletine ait olan Türk adalarıdır. Adı FARMAKOLİ değil BULAMAÇ ve Eşek Adasıdır..."