Tatlısu demokratları

12 Mart’ı yazamadılar
Amerikan darbesi olunca överler, yurtsever buldular mı da ’Urun imansıza!’ diye kılıçları, baltaları ile saldırırlar.

Keçecizade İzzet Molla’nın şu beyti tam bugünkü liberal demokratlar için söylenmiş:
’Meşhurdur ki fısk ile olmaz cihan harab/ Eyler anı müdahane-i aliman harab’
(Bu dünya günahtan değil de alimlerin dalkavukluğundan yıkılır.)
Günümüzde alim geçinen aydın-entelektüel takımı içinden şu demokrasi havarileri var ya... Hani şu Ergenekon Terör Örgütü deyip duranlar. Bunların darbe karşıtı olmaları da yalan.
12 Mart 1971’de Süleyman Demirel başbakan iken, kuvvet komutanları güç kullanarak onu baştan indirdiler. Bu darbeye biz o zamanki solcu gençler karşı idik, şimdi de karşıyız. Bugün; ’Ergenekon Terör Örgütü darbe yapacak; aman komayın; vurun tepeleyin!’ diye yazanlar; haber yapanlar; demokrasimize indirilmiş o büyük darbeyi 38. yıldönümünde görmezden geldiler.
İnanmazsanız açın gazeteleri bakın. Meşhur tatlısu demokratlarından Hasan Cemal; 12 Mart’ı değil futbolu yazmıştı. İşte o yüzden diyorum ki bunlar, Amerikan darbesi olunca överler, severler ama yurtsever buldular mı da ’Urun imansıza!’ diye kılıçları, mızrakları, okları, baltaları ile saldırırlar.
Sizi gidi darbeciler sizi...
* Rıza Zelyut / Güneş

+++++

Liberallerin ‘geçmişle imtihan’ çıkmazı
AKP iktidarı ile geçirdiğimiz yılları bir anlamda 60’lı yıllara benzetiyorum. O günün sol kesim demokrasi, özgürlükler, insan hakları konusunda ne söylüyorsa AKP’nin çekirdek kadrosu da aynı söylemi kullanıyor.
İşte şimdi “liberal”olan 60’lı yılların solcuları, AKP’nin “hedefe giden yolda kullandığı demokrasinin” baskısı altında eziliyor. AKP’yi kendi dönemlerindeki solla örtüştüren liberaller “demokrasiye aykırı düşme korkusuyla” (bilerek ya da bilmeyerek) AKP’ye payandalık yapıyor.
Bu yazıya başlamamın ana nedeni 12 Mart’ın yıl dönümü. Bunun dışında aynı günlere denk gelen bir tekzip olayı bu yazıyı yazmamı daha gerekli hale getirdi.
Bir süre önce çeşitli AB fonlarından yararlanan bazı kişilerin isimlerini verdiğim bir yazı yazmıştım. Neden AB fonlarının hepsi de “Ermenilerden özür dileme kampanyasını başlatan” bu isimlere yöneldiğini de merak ettiğimi sormuştum.
O yazıda adı geçen her ve “bu yanlış” diyen herkesin açıklamasını koyduğum halde Ertuğrul Kürkçü’nün cevabı önemli.
O yazıda Ertuğrul Kürkçü ile ilgili aynen şunu yazmıştım: 12 Mart dönemindeki Kızıldere katliamından kurtulan tek kişi olan Ertuğrul Kürkçü, IPS İletişim Vakfı üyesi sıfatıyla AB’den 809 bin 760 euro para desteği sağlamış. Şaibeli bir kurtuluştan sonra Kürkçü’yü AKP’nin payandalarından biri haline getiren ve Avrupa Birliği’nden görülmemiş para yardımları almasını sağlayan hizmetin ne olduğunu merak ediyorum.
Kürkçü gönderdiği tekzipte, tıpkı diğer isimler gibi paranın cebine girmediğini, Bianet adlı internet haber portalının çalışması ve habercilik eğitimi yapması amacıyla kullanıldığını belirtiyor. Cevapta benimle ilgili hakaret olarak da sayılabilecek ifadelere de yer verilmiş.
Buna karşın Kürkçü cevabının son cümlesinde aynen şunu söylüyor: “Kızıldere katliamında benim de öldürülmüş olmamı arzu etmenizi anlayışla karşılıyorum.” O yıllarda mücadele etmiş, pek çok can arkadaşını kaybetmiş ve derin hasar görmüş birine “ölümümü isterdin” gibi ilkel bir düşünceyle yaklaşmak en azından insani değil.
Ertuğrul Kürkçü sanıyorum “şaibeli biçimde kurtulan” tanımlamasına öfke göstermiş. Bu tanım bana ait değil. Kimse ne Ertuğrul Kürkçü’nün ne de başkasının ölümünü ister ama 10 kişinin havan toplarıyla katledildiği bir olaydan kurtulmuş olmayı da sorgular ki bizzat Kürkçü’nün arkadaşları yıllarca bunu yaptılar.
* Can Ataklı / Vatan

+++++

Bu da mı bilimsel tavır?
Tarih Vakfı, ders kitaplarının içeriğini hedef alan ikinci projesinde de, tarihi gerçekleri ve milli
bilinci inkar eden, Türk çocuklarının ’mankurtlaşmasına’ yol açan bir anlayışın önderliğini yapıyor

Tarih Vakfı’nın 2002-2004’teki ’Ders Kitaplarında İnsan Hakları’ projesi o günlerde epey tartışma yaratmıştı. Avrupa Birliği ve Soros’un Açık Toplum Enstitüsü’nün desteğiyle yürütülen projede, ilk ve orta öğretimde okutulan 190 ders kitabı, 300 gönüllü tarafından incelenmiş ve ‘biçim, içerik, pedagojik yöntemler’ açısından 4 bin sorunlu maddenin değiştirilmesi istenmişti. Amaş “Farklılıklara, çeşitli inanç, kültür ve kimliklere saygı duyan, barışsever, yaratıcı kuşaklar yetiştirilmesi” olarak açıklanmıştı. MEB ders kitaplarını değiştirmeye karar verdi; buna göre artık kitaplarda Yunan düşmanlığı yapılmayacaktı. Öyle Yunanlıları denize döktük gibi ırkçı ve barbar ifadelere yer olmayacaktı. Çocuklarımız, işgalcileri çiçeklerle uğurladığımızı sanacaktı...
O günlerde ilgili sendikalar tepki gösterdi, açıklamalar yayınladı. Ama buna da alışıldı. Kitaplar basıldı...

Tarih Vakfı 2007 Ağustos’unda bir devam projesine başlama gereği duydu. Çünkü kitaplarda hala ’millilik’ kırıntıları kaldığını farketmişlerdi.

“Milli Eğitim”e karşı olduklarını gizlemeyen “evrensel eğitim”ciler bu kez de AB ve Finlan
diya Büyükelçiliği’nin desteğiyle çalıştılar. İki üç gündür bu incelemenin sonucu olan rapor tartışılıyor.

Yine aynı takvim mi işleyecek? Türk düşmanlığının sözcüleri ortaya bir şey atacak. Onların etki alanındaki yürütme makamı ’hay hay’ deyip, AB ve ABD’nin gönüllü elçilerini memnun etmek için kolları sıvayacak. Eğitimin gayrı millileştirilmesiyle mücadele etmesi gereken kişi ve kurumlar üç beş gün, etkiye tepki cinsinden sesini yükseltecek. Bu arada yeni kitaplar basılacak, sonraki eğitim yılı çocuklarımızı bizden biraz daha uzaklaşacakları yeni dünyalarına uğurlayacağız...
Belli kişi ve kurumlar bir cephe oluşturup ders kitaplarını mankurtlaşma rehberine dönüştürmeye mesai harcarken, misyonu bunlarla mücadele olan milli kurum/kuruluşlar ne yapıyor? ‘Milli eğitimciler’ neden aynı ısrarla, istikrarla çocuklarımızın nasıl kimliksizleştirildiğini ortaya çıkarmıyor? Neden alternatif metinler, içerikler hazırlayıp Talim Terbiye Kurulu’na sunmuyor? Bir girişimden sonra pes etmeden, yanına velileri, öğrenci ve öğretmenleri katmıyor? Milliyetçilerin tahrip edilmiş bir din-tarih-toplum algısı üzerine inşa edilmeye çalışılan kof bir neslin zihnini milli şuurla beslemekten daha önemli ne işi olabilir?

+++++

GÜNÜN SÖZÜ
Odatv’nin haberine göre Tempo
Dergisi’nin Nisan sayısı için bazı yazarlar maymunlarla birlikte poz verecekmiş...
İçlerinde ‘tasarlanmış manşet eylemi’ nde
bulunan Primatlar da var mıdır dersiniz?

+++++

Uluç’tan Baydar’a
‘kamu yararı’ dersi

Yavuz Baydar, işin içinde kamu yararı varsa, yasalara aykırı olarak elde edilmiş belgelerin haber olarak yayınlanabileceğini söylüyor...Yasalara aykırı çekilmiş görüntüler, dinlenmiş telefonların kayıtları, eğer haber, eğer delil olursa, o ülke, elinde gizli kameralar ve gizli dinleme aletleri, ortam dinleme araçları ile dolaşanlarla dolar.. Ortada ne özel yaşamın gizliliği kalır, ne de İnsan Hakları.
Esas olan hangisidir?..
İnsan olmak, insanca yaşamak mı?.. İnsan haklarını, her ama her şey pahasına, zerre ödün vermeden savunmak mı?. Yoksa bir korkular, dehşetler, izleme, izlenmeler ülkesinin sevgilisi ile konuşmaya dahi korkan bireyleri olmak mı?.
Gazetecilik nedir, Yavuz?..
* Hıncal Uluç, Sabah

+++++

Emrullah Komser de aday oldu
“Hangisi en Amerikalı” yarışmamız, sözünü verdiğimiz gibi Obama’nın geldiği güne kadar devam edecek.

Dünkü etapta Cengiz Çandar, yeni bir performans sergiledi ve “Obama’yı anlamadan Türkiye’yi anlayamazsınız” diyerek ‘özdeşlik’ açımı yapmayı denedi. Günün asıl sürprizi Amerikan Taraf’ından geldi. Ve Emrullah Komser, 21 Ocak’ta Jamestown Foundation’a yaptığı analizdeki “Obama için başkanlığının ilk döneminde Türkiye’yi ziyaret edip, İslam dünyasının gözünde kazandığı pozitif pozisyonu güçlendirmesi gerçekten de akıllı bir adım olacaktır” satırlarını hatırlattı. Obama’yla ortak akla sahip olduğunu gösterdi ve “yarışta ben de varım” dedi...

+++++

AR‘H’INÇ
“Askerlikten başka her şeyi yapmışlar. Siyasetle uğraşmışlar. Memlekette kendi kafalarına göre uygun buldukları işleri yapmak için maalesef yasadışı güçlerle bile işbirliği yapmaktan çekinmemişler.”
Kendisine sorarsanız, “hukukçuyum” diyen... Ama hukukun en temel ilkelerinden “İnsanlar suçluluğu ispatlanana kadar suçsuzdurlar” dan bile bihaber olan... Ya da bihaber davranan Eski Meclis Başkanı Bülent Arınç birkaç gün önce etmişti bu lafları. Önceki gün Genelkurmay sözcüsünün tepkisi üzerine dün ekranlarda, yine hücum etti. Bu defa da emekli generallerle ilgili ortalıkta dolaşan korsan kasetleri diline doladı. Söz konusu kasetlerin yasadışı yollarla elde edilmesini hiç sorun yapmadı... Sanki mahkeme kararıyla teknik incelemesi yapıldıktan sonra gerçek oldukları kesinlikle ortaya çıkmış gibi kabul etti... Emekli generallere yeni bir yargısız infaz daha yaptı.
Ülkemizde “emekli subay”, “gazi”, “muharip gazi” dernekleri vardır. Arınç’ın ağır hakaretleri karşısında onlar da emekli albay veya generallere uygulanan (olağan yargılamanın dışında kalan) hukuksuzluklar karşısında da en küçük tepki vermezler. Bunların adına sivil halkın yüzü kızarıyor, onu üzülerek ekleyelim...
* Melih Aşık / Milliyet

+++++

Önce kendin sus!
Fehmi Amca ‘Bir cevap gerekiyorsa, doğru olan tavır, eleştirilere muhataplarının cevap vermesi’ diyor. Sanki Türkiye bir savaşa girse, savaşacak olanlar sadece ‘dinlemeye takılan’ orgeneraller. TSK’nın, halkın kendisine duyduğu güveni sarsıcı tavırlara karşı önlem almasından doğal ne olabilir?

Madem cevap hakkının sadece eleştirilen kişileri bağladığına bu inanıyorsun; TSK’nın tepki gösterdiği Arınç’ın orduyla ilgili fikirlerini savunmak sana mı düşer, eleştirilen Arınç’a mı? Demem o ki, önce sen söylediğin gibi yaşasana Fehmi Amca?

+++++

MİNİ YORUM
Bir koltuk altına sığamadık

Şu fani dünyada kafamızı sokuşturacağımız, gamsız gamsız sırıtacağımız bir koltuk altı bulamadık. Artık geçmiş ola... Ne biz iktidar sahnesinde iktidarlıların koltuğunun altına sığacak kadar küçülebiliriz... Ne iktidarlılar, düşünmekten diken diken olan kafa derimizin oralarına buralarına batması riskini göze alabilir... Slogan belli: Durmak yok, ülken için okumaya, düşünmeye, araştırmaya, öğrenmeye, öğrendikçe kederlenmeye, onlar içinde biriken isyan, itiraz, acıyı ‘guguk’la bastıdıkça da şişmeye devam... Koltuğun altına da, bizzat ceylan derisi koltuğun kendisine de sığamayacak bir gam balonuna dönüşüp, patlayana kadar yolu var...

Yazarın Diğer Yazıları