Tarlamı sana sürdürmem arkadaş...
Siyasi iktidar devlet eliyle “makbul yargı” yaratırken ses etmediler...
Siyasi iktidar devlet eliyle “makbul medya” yaratırken ses etmediler...
Siyasi iktidar devlet eliyle “makbul ordu” yaratırken ses etmediler...
Yok, yok “ses ettiler” aslında, “yaşaaaa, varoooool, bi daha, bi daha” dediler, “itiraz” etmediler!
Siyasi iktidar devlet eliyle “makbul dindar” yetiştireceğini ilan etti ya iki gündür kuyruğuna basılmış kedi gibi bağırıyorlar:
“Orada dur bakalım Başbakan, “dindar nesil yetiştirmek” devletin işi mi!”
Değil tabii!
Değil de “partiler, iktidarlar üstü” olması gereken diğer “kilit” kurumları dönüştürmek de “devlet araç edilerek kotarılacak siyasi bir iş” değildi, o zaman niye böyle “kahramanlık” yaparken görmedik sizi!
***
İktidarla destekçileri arasında daha önce de mesela KCK operasyonu yüzünden, mesela “Ermeni açılımı” yüzünden, mesela “şike yasası” yüzünden “çatlak”lar, “kırılma”lar yaşandı... Ama hepsi bir nevi “benim şehzadem tahta çıkacak” kavgasıydı! Bu kez, benim hatırlayabildiğim ilk kez “saray arazisi” için “tapu savaşı” başladı!
Öyle ya tahta bugün biri çıkar, yarın o iner/indirilir, yerine diğeri gelir.. Ama arazi sahibi “artık istemiyorum sizi burada” derse, bırakın tahtı, saray kalmaz ortada!
Dolayısıyla Tayyip Erdoğan “bilerek veya bilmeyerek” ilk defa direk “arazi”ye gözünü dikerek, mevzunun “can damarına” bastı!
Haliyle de arkadaşları “damar tıkanıklığı” korkusu sardı; sonuçta yıllardır oradan besleniyorlardı.
Ha şu da yanlış anlaşılmasın:
Erdoğan’ı savunuyor değilim, elbette devlet bir “din tekeli” oluşturamaz/oluşturmamalıdır. Bunları sadece Mümtaz’er Türköne gibi, Şahin Alpay gibi, İhsan Dağı gibi isimlerin aynı gün başlattıkları taarruzun “aklın yolu”yla ilgili olduğu konusunda “kuvvetli şüphe”ler taşıdığım için yazıyorum.
Kanıtım mı?
Buyrun İhsan Dağı’nın yazdıkları:
“Sivil toplum, cemaatler, tarikatler, gönüllü kuruluşlar bu işi gül gibi yapıyorlar yıllardır. Devlete ihtiyaç var mı?”
Ben bu sorunun alt metnini “Sen bizim tarlamızı süremezsin arkadaş” olarak okuyorum...
Ya siz?
Suriye’de pişer bize de düşer
“Suriye’de mevcut rejim artık iflah etmez. Yıkılacak” diyen Cengiz Çandar, Abdullah Gül ve Tayyip Erdoğan’ın konuşmalarından Türkiye’nin Suriye’ye müdahale ihtimalinin arttığı sonucunu çıkardığını belirtip şu uyarıda bulunuyor:
“Bu ihtimal, Türkiye’nin bazı ”iç bagajları“ndan kurtulmasını da zorunlu kılıyor...”
Bilmem “1 Mart tezkeresi” sürecinde iktidara “ağır gelen iç bagaj”lardan nasıl kurtulunduğunu hatırlatmaya gerek var mı!
Hava yine dalgalanmaya mı başladı ne!
Beni anlamadın ya ben ona yanıyorum!..
Kayahan şarksıydı başlıktaki;
Beni anlamadın ya, ben ona yanıyorum!
Tam da o havada aradı TBMM Anayasa Komisyonu Başkanı Burhan Kuzu. Konu dünkü Medya Polemik’te Mehmet Tezkan’dan yaptığım alıntı. “Ben 1.5 yıl içinde bitmez demedim, yerel seçimler ve Cumhurbaşkanlığı seçim takvimi ile çakışmaması için 1.5 yıl içinde bitmesi gerektiğini ifade ettim” diyor.
Gazeteye yansıyan “Anayasa için telaşsız ortam lazım, Türkiye’de telaşsız ortam zor bulursun” sözlerinin de “eksik” aktarıldığını ve yanlış anlaşıldığını söylüyor:
“Ben Türkiye’de telaşsız ortam bulmanın mümkün olmadığını, telaşın artık normal bir hale geldiğini ve gündemin Anayasa’nın hazırlanmasına engel teşkil etmediğini anlattım...”
“Yeni Anayasa” ya dair birkaç soru da sordum Kuzu’ya. Şu an Alt Komisyon “bilgi toplama döneminde” olduğundan somut şeyler söyleyemeyeceğini belirtti. “Tabii ki diğer partiler gibi bizim de kafamızda bazı şeyler var ama ben şimdi onları söylersem, madem böyle düşünüyordunuz niye masaya oturdunuz derler” dedi!
- Yani sonuçta kafanızdakileri mi uygulayacaksınız, uzlaşma sağlanmadan mı başlanacak Anayasa yazımına?
- Ben Alt Komisyon’da değilim. Tek bildiğim uzlaşılamayan konuların sona bırakılacağı...
- Yine uzlaşılamazsa!
- Değiştirilemez maddeleri söylüyorsanız; orada bir sorun yaşanacağını sanmıyorum. Üniter devlete kimin ne itirazı olabilir. Laik devlete kim itiraz edebilir. Bu maddelerde bir sorun yok; sorun yorumunda ve uygulamada... Bir örnek vermek gerekirse ben Burhan Kuzu olarak devletin laik olmasından yanayım ama laik devletin başörtüsünü yasaklayamayacağını düşünüyorum...
***
Kuzu haklı aslında; devlet eliyle yürütülmek istenen son çılgın proje “Dindar nesil yetiştireceğiz” düşünülünce Anayasa’nın ve yasaların yanlış yorumlandığı gün gibi ortada!
AKP’li Hakan Şükür’ün dolgun maaş karşılığı televizyonda maç yorumlamasına mani olmayan TBMM Başkanlığı CHP’li Orhan Düzgün’ün “ücretsiz” olarak doktorluk yapmasına izin vermedi. Diğer milletvekillerine “kötü örnek” olur diye mi korkuluyor acaba!
Taraf’ın dünkü birinci sayfasından bir başlık:
“Markasına marka kattı Maşallah”
Tarafın dünkü ikinci sayfasından bir başlık:
“Kraliçeye 60 kere Maşallah!”
Ne diyelim;
Allah’ın adını eksik etmeyerek “yeni döneme” en hızlı adapte olan yayın organı oldular; Maşallah!
Dindar kişi ‘yatak odası dikizcisi’ olur mu
En pis, en faşist, en kirli, en kara, en insan onurundan ve ahlakından yoksun dönemlerde böyle bir şey duyan oldu mu?..
İnsanların yatak odalarına girildiği... Mahrem görüntülerinin çekilip servise konulduğu... Kadınlarının, kızlarının “cinsel aktivitelerinin” manşetlerde dolandığı... Böylece siyasetin şekillendirildiği bir zaman bilen var mı?..
Yok...
Din, iman, ahlak, haram, helal, ibadet, namaz, niyaz... Dillerinden düşmüyor... İnsanların yatak odalarına girip “cinsel aktivitelerini” dikizlerken...
Ama ne yapacaksınız?..
“Konuşmaktan korkuyoruz” diyordunuz da...
“Cinsel aktivitenizi” de tutun artık...
Çekemesinler...
Bekir Coskun / Cumhuriyet
Bülent Gedikli, gazetecilere yönelik baskıları gerekçe göstererek Türkiye’ye gelmeyeceğini açıklayan yazar Paul Auster’ı da Ergenekoncu yapmış... Sorum kendisine:
Peki; onu Türkiye’ye gelmeme kararından döndürmek için ikna etmeye çalışacağını açıklayan Orhan Pamuk’u neden görmezden geliyorsunuz? Yoksa daha onunla “yapacak işleriniz” mi var?
Mustafa Mutlu / Vatan
12 Eylül’ün medya ayağı
12 Eylül darbesinin çok önemli bir medya ayağı vardı. O dönem gazeteler çok etkili olduğundan bu darbe propagandası bazı gazeteler üzerinden yürütülüyordu... Günümüzün hızlı demokratı Nazlı Ilıcak da darbecilerin stratejisine uyan yazılar yazıyordu. Geçen hafta Yeniçağ Gazetesi’nde Selcan Taşçı; Nazlı Hanım’ın o utanç yazılarından bazılarını aktardı.
Eğer darbecilerle hesaplaşacak isek; bu darbe şakşakçısı gazetecileri de sorgulamak gerekmez mi?
Sadece Nazlı Ilıcak da değil... Darbeden sonra Kenan Evren’e yağ çeken gazeteciler çıktılar piyasaya. Bunlar ne olacak?
Rıza Zelyut / Güneş
Amerikan şahinleri gibi
Dikkat ediyor musunuz, bizim medyamız Suriye konusunda çok şahin. Tıpkı Amerikan medyası gibiyiz.
Haberler korkunç. Her gün yeni bir katliam haberi. Ölenler, işkence görenler, parçalananlar, bombalananlar. İçimiz kalkıyor. Ama bir şey çok garip.
Bin Ladin’in mağarada çektirdiği video görüntülerine bile ulaşan El Cezire televizyonu çatışmalardan görüntü veremiyor doğru dürüst. Oysa muhabirleri çok güzel anlatıyorlar. “Dakikada 6 havan topu düştü” diyorlar. Görüntü yok, ses kaydı da yok. Peki bunları gönderemeyenler yazılı haberleri hangi yolla gönderiyor acaba?
Can Ataklı / Vatan
Buzlayayım da korkma
Zapladım... Bi film. Herif, kadına bastı tokadı, yatırdı yüzükoyun, yırttı külotu, çığlık mığlık, zorla becerdi, sonra cebinden buzlanmış bi şey çıkardı, çaktı çakmağı, çekti bi nefes keyifle, üfledi, sanırsın ejderha’dır...
Zapladım... Bi dizi. Adam çiçek içiyor iyi mi! Kuru kuruya buzlama yerine, motif işlenmiş sigaraya... Gerçi, çiçek içen adam, dinamitiyle fünyesiyle göstere göstere imal ettiği bombanın tellerini bağlayan azılı terörist ama, olsun.
Zapladım... Bi haber. Bilmemkaç bin paket kaçak sigarayla enselenen kaçakçılar serbest bırakılmış, sigaralar buzlu.
Zapladım... Canlı yayın. 13 yaşındaki kızını sattı denilen baba, insan içine çıkamıyoruz diyor ama, televizyona çıkmış, yanında anne, şöyle otele götürdü, böyle acıttı filan, mevzuu çırılçıplak, suratlar buzlu.
“Tuzlayayım da kokma” diye bi laf vardı eskiden... Şimdi “buzlayayım da korkma” var.
Yılmaz Özdil / Hürriyet
Ya AKP sana uysaydı...
Ahmet Altan, belli ki, polemik yaratsın diye bir soru ortaya attı..
“Atatürk seçim kazanabilir miydi?.”
Atatürk’ün kafasında, bugün Türkiye’yi öteki tüm İslam ülkelerinin önüne geçiren, tümüne örnek ülke yapan devrimler olmasaydı, o zekası ile hem de öyle seçimler kazanan bir siyaset uygulardı ki..
Düne kadar desteklediğin iktidarla bugün mahkemeliksin..
Neden?. İstediğin, beklediklerin yapılmadı da ondan..
Yapsalar, yüzde 50 oy alabilirler, almaya devam edebilirler miydi, sen onu söyle bakalım!..
Hıncal Uluç / Sabah
Enis Berberoğlu misyonunu tamamladı
Uzun zamandır can çekişmekte olan Hürriyet Gazetesi, 5 Şubat Pazar günü hazırladığı birinci sayfayla tarihe gömülmüştür. (...) Gazeteyi mümkün olduğunca renksizleştirme, etkisizleştirme ve hatırlanabilecek hiçbir iş yapmama talimatıyla başa gelen Berberoğlu, atanma kararının nasıl da doğru olduğunu gazeteyi kısa sürede tüketerek ve sonunda bir “manşet altın vuruşuyla” intihar sürecini tamamlayarak göstermiştir.
Serdar Turgut / Habertürk