Tarihten kopmak gelecekten kopmaktır!
Türkiye’de iki yüzyıldan fazladır eskilerin “ıslahat” yenilerin reform dedikleri düzenlemeler yapılmaktadır. Bu düzenlemelerin somut biçimini 29 Eylül 1808 yılında imzalanan “Sened-i İttifak”a kadar götürmek mümkündür. Sened-i İttifak, Ayanlarla Osmanlı Sadrazamı arasında Rumeli ve Anadolu ayanlarının yapmış olduğu anayasal nitelikler içeren bir anlaşmaydı. Böyle bir anlaşma yapılmasının nedeni olarak devlet düzeninin bozulduğu, devlet otoritesinin sarsıldığı ve bu durumun taraflarca gözlemlendiği, devletin kuvvetlenmesi amacıyla bu toplantının yapıldığı ve sonunda bir anlaşmaya varıldığı ilan edilmiştir.
Vaat üstüne vaat!
Osmanlı Devleti son iki yüz elli yıllık süreç bağlamında içeriden ve dışarıdan karşılaştığı her baskı ve çıkmaza karşı ıslahat vaadinde bulunarak sorunların içinden sıyrılmayı deniyordu. Bu deneme tarihi bir gelenek halini almıştı. 1839 Tanzimat Fermanı bir “ıslahat” vaadiydi. Kırım savaşından hemen sonra 18 Şubat 1856 tarihinde Babıali’de okunan “Islahat Fermanı”, bir “ıslahat” vaadiydi. 23 Aralık 1876 yılında ilan edilen 1. Meşrutiyet, yeni bir idari ve siyasi düzen vaadiydi. Bütün bu vaatler ayrıca yabancı devletlerin bir nevi garantisi altına konuluyordu.
Islahat ve
düzenleme furyası!
Geçmişi “günah keçisi” ilan ederek bütün sorunları ona yüklemek Osmanlı’dan günümüze uzanan bir gelenektir. Yönetimler her sıkıştıkça o sırada gündemde olan ve krize dönüşen siyasi olayları parçalara ayırarak ıslahat ya da düzenleme vaatleriyle önlemeye çalışıyordu. 1861’de Lübnan’a imtiyazlar bu çerçevede verilmişti. 1868’de Girit’te ıslahat öngören ferman yayınlanmıştı. 1869’da Paris Konferansı bazı ıslahat esasları öngörüyordu. 11 Mart 1870 tarihinde bir fermanla Fener Patrikhanesine bağlı durumdaki Bulgar Kilisesine ıslahat bağlamında bağımsızlık verilmişti.
Ermeni sorunu bir reform
vaadiydi!
Osmanlı Devletinde reform demek bir anlamda sorun, parçalanma ve yıkım demekti. 3 Mart 1878 Ayastefanos, ardından 13 Temmuz 1878 tarihinde imzalanan Berlin Antlaşması’nın ilgili maddesi aslında bir reforma maddesiydi. Bu maddeye göre “Hükûmet halkı Ermeni bulunan eyaletlerde yerel ihtiyaçların gerektirdiği reformu ertelemeksizin yapma ve Ermenilerin, Çerkez ve Kürtlere karşı huzur ve güvenliğini sağlamayı yükümlenir ve ara sıra bu konuda düşünülen düzenlemeleri büyük devletlere bildireceğinden, adı geçen devletler konu edilen düzenlemelerin(reform) yerine getirilmesini, yürütülmesini gözetleyeceklerdir.” denilmekteydi. Avrupa devletleri bu maddelere dayanarak Osmanlı Devletinin elinden inisiyatifi almak ve reformları kendi istedikleri biçimde yürütmek için ellerinden her geleni yapmışlardır. Bu bağlamda vaat edilen reformları kontrol etmek üzere müfettişlerin seçim ve tayinine doğrudan müdahale etmişlerdir. Zira vaatler vaat, tasarılar tasarı halinde kalınca atılan imzaların ya da çıkarılan yasaların fazla bir anlamı olmuyordu.
Son zamanlarda karşılaşılan her sorun karşısında çözüm olarak açılım, düzenleme ya da reform söylemlerine başvurulması işte böyle bir geleneğin ürünüdür. Halbuki, yalnız başına açılım ve düzenleme yapmanın ya da anayasayı değiştirmenin sorunu çözmeye yetmediğini tarihsel süreç göstermektedir. Aksine içeriği ve özü olmayan açılım ve düzenlemelerle yaratılan aşırı beklentiler sonuçta düzeni sarsıcı daha büyük sorunlara neden olmuştur ve oluyor. Eskilerin “habbeyi kubbe yapmak” dedikleri bağlamda sorunları ele almak durumu daha da kötüleştirmektedir. Nitekim her ıslahat ve reform sonrası Osmanlı biraz daha küçülmüş, sonra da yıkılmıştır. Bu bağlamda açılım yapar, ya da dönüşürken önce tarihe bakmak gerekir. Unutmamak gerekir ki tarihten kopmak geçmişten değil, gelecekten kopmaktır.