Tarihi karar böyle okundu
“Bir gazetede bile bu başlığı görürsem tahliye oldum sayarım” dedi ve haykırdı :Türk ordusu Silivri’de şehit edildi!
Tarih yazıyorum şimdi ben...
Ellerim titriyor, bütün dünyanın yükünü benim omuzlarıma yüklemişler sanki; taşıyamıyorum az evvel size iletmem için bana emanet edilen cümleleri; öyle ağırlar ki!
Mesela “Türk ordusu şehit edildi” dedi içlerinden biri!
Tek tek, ikişer, üçer, beşer, sekizer, onar toprağa düşen Mehmetçikler ülkesinin yöneticileri; kaldırabilecek misiniz bu “cenaze” yi; omuzlarınız gerçekten de bu kadar, zannettiğiniz kadar kuvvetli mi?
Ellerim titriyor; kalemimizden dökülen her bir kelimenin “bedeli” var çünkü. Ödenecek; ya şimdi, ya otuz yıl sonra; ama illa ki...
Emin olduğum, bugün bu yazıyı okuyan bir kişi tarafından bile “hak” ölçüsünde kınanmayı, lanetlenmeyi istemediğim.
Otuz yıl sonra, arşivden çıkarıldığında benim için “dönekliğin, şakşakçılığın, tarafgirliğin, korkaklığın, provokatörlüğün...” yaftası olmayacak bir yazı yazamayacaksam şimdi, şu anda tutulsun elim. 12 Eylül’e methiyeler düzerken bugün “ileri demokrasi” maskeli sivil darbeden yana olanların tutarsızlığına düşmekten iyidir.
“PSİKOLOJİK SAVAŞ”
Siz şimdi soruyorsunuz tabii:
- Böyle bir girizgâha neden ihtiyaç duydun ki?
Duydum çünkü tarihi bir davanın, tarihi kararının okunuş anını anlatan “tarihi” bir yazı bu. Bir gün, tıpkı bugün Yassıada mahkemelerini, Tahkikat Komisyonlarını, 12 Eylül yargılamalarını, İmralı’yı, hatta başa dönersek Bekirağa Bölüğünü, Nemrut Mustafa Divanını, Malta Sürgünlerini yazanların “devrin gazetelerine” başvurması gibi, yıllar sonra bizim torunlarımızda bugünü yazdıklarımızla tahlile çalışacaklar.
Ve ben de, son nefesimi verirken vicdanımda kapanmamış bir yara olarak kalmayacak, pişman olmayacağım bir belge bırakmak istiyorum tarihe. Hiç mübalağaya başvurmadan, şu anda çok yoğun olan duygularımı katmadan, sadece gördüğümü duyduğumu aktarmakla yetineceğim bugün...
Saat 14.00: Balyoz Davasının karar duruşması başladı. Bütün salon ayakta. Tutuklu sanıklar ve aileleri alkışlarla avukatları uğurluyorlar. Avukatlardan biri günün sonunda yeniden duyacağımız bir cümleyi peşinen söyledi:
- Bu maç burada bitmedi!
Mahkeme Başkanı Ömer Diken, son duruşmada bulunmayan tutuksuz sanıklarının son sözlerini aldı.
Saat 14.10 suları: Ara!
Bir önceki gün verilen 7 saatlik karar arasından sonra bu ikincisi salondakilerin büyük bölümünce “psikolojik savaş” olarak yorumlandı. Hukukçular, son sözlerini söyleyen tutuksuz sanıkların da durumlarını değerlendirmek için müzakere arasının gerekli olduğunu, mahkemenin usulen yanlış bir şey yapmadığını söyledi. Ama aranın uzaması konusunda onlar da müvekkilleriyle aynı fikirdeydi;
- Ortamı geriyorlar!
Saat 17.25 suları: Jandarma Komutanı ailelerin bulunduğu tribünün önüne geldi ve “Karar okunurken gürültü çıkarmamaları, taşkınlık yapmamaları” konusunda ikaz etti. İkazın peşi sıra, salona elleri kalkanlı jandarmalar dizildi. Kaç taneler diye saymayı bıraktığımda 60’ı geçmiş 70’e yaklaşmıştım. Eli kalkanlı jandarmaların seyircilerden sonra orgeneraller, korgeneraller, oramiraller, albaylar, yarbaylar her rütbeden subayın bulunduğu sanık sıraları ile mahkeme heyeti arasına da dizilmesi karşısında Behzat Balta ayağa kalktı ve sert tepki gösterdi:
- Bu bizi engellemek için yapılıyorsa, bilin ki bizim önümüzde ordular duramaz!
Kararı açıklamak üzere yerini alan Mahkeme Başkanı Ömer Diken de tepkilerden payını aldı. Arkaları dönük olduğu için kimdi göremedik ama ön sıralardaki komutanlardan biri “Biz PKK’lı değiliz” dedi. “Biliyorum. Sizinle ilgili problemimiz yok seyirciyle ilgili tedbir. Kırılacağınızı düşünmedim” diyen Diken heyetin önündeki jandarmaların kenarlara geçmesini istedi.
VE KARAR...
Saat 17.33: Mahkeme Başkanı kararın açıklanmasına geçti. Önce uyarı:
- Sükunetimizi koruyalım. Mağduriyetinize yol açacak davranışlarda bulunmayın. Hepsi tespit edilir. Gereğini yapmak zorunda kalırız.
Ve karar:
Önce beraatlar, sonra, idam cezası kaldırıldığı için PKK başı Abdullah Öcalan’ın da çarptırıldığı “ağırlaştırılmış müebbet” cezası alan sanıkların ilgili yasalarca yapılan indirimleri sonucu aldıkları cezalar: 20 yıl, 18, yıl, 16 yıl...
Adını duyan sanıklar ya dudaklarını ısırıyor, ya dişlerini sıkıyor, ya gülümsüyor, ya da ailesinin bulunduğu tarafa dönüp “iyiyim” mesajı vermeye çalışıyor.
Sanık sandalyesindeki yakınlarının adını duyan eşler, evlatlar, anne-babalar ya gözlerini kapatıyor, ya başını yanındakinin omzuna yaslıyor, ya da “el sallayarak” güçlü olduğunu, hükmü duymaya hazır olduğunu ispata çalışıyor. Velakin bu hal pek uzun sürmüyor. Hapis cezalarını duyan aileler bir bir gözyaşına boğuluyor; aralarında fenalaşanlar oluyor. Bayılanlar. Dışarıda ambulansalar. İzdihamda dışarı çıkarmak mümkün değil; düşenlere ilk müdahale kendileri zor ayakta duran diğer sanık yakınlarından geliyor.
Kararın açıklanması faslının bitmesiyle Kurmay Albay Mustafa Önsel’in bir sandalyenin üzerine çıkıp haykırmaya başlaması bir oluyor:
- Türk askeri sadece Diyarbakır’da şehit edilmedi, Türk askeri sadece Şırnak’da şehit edilmedi, Türk askeri sadece Bingöl’de şehit edilmedi; Türk askeri bugün burada da şehit edildi. Türk Ordusu şehit edildi.
ACI, İSYAN, ÖFKE...
Ve bütün sesler birbirine karışıyor. Hüküm giyen komutanlar kah acı, kah isyan, kah öfke halinde:
- PKK’lıları geçtik!
- Düşmanlarımız sevinsin!
- Bu karara Genelkurmay Başkanı ve Kuvvet Komutanları da ortaktır!
- Amaç Kürdistan’ı kurmak; bu bir İngiliz oyunu!
- Karar değil infaz!
- KCK’lılarla beraber “genel affı” bekleyeceğiz!
- Düşman askerinin eline esir düşsek bu kadar olurdu; düşman ordusu da en fazla bu kadarını yapabilirdi!
- Bizi satanlar, bizi buraya teslim edenler utansın. Biz dağlarda savaşırken de onlar bugünkü gibi koltuklarında oturuyordu!
- Buna müsaade eden milletle gurur duymuyoruz!
- Mustafa Kemal’in askerleriyiz!
- İlk savunma hattı çöktü!
- Gökkubbe başımıza yıkılsa bile bir gün adalet yerini bulacaktır!
Birden bir Türk bayrağı beliriyor izleyiciler arasında. Sonra bir tane daha... Bir tane daha... Ve İstiklal Marşı; dindi kadınların, kızların, çocukların, anaların, babaların gözyaşları. Omuzları da, alınları da dik. Salonun iki yakasından, aralarındaki kalkanlı jandarmaların ardından gözgöze gururla söylüyorlar İstiklal Marşı’nı.
Bilgin Balanlı’yla konuşuyoruz. Yüzünden eksik etmediği tebessümü ile “Hiç önemli değil” diyor, “Gönlümüz rahat”.
Çıkışta Balanlı’nın eşi ile karşılaşıyoruz bir ara. O da eşi gibi vakur duruyor:
“Benim için milletin asıl olan milletin kararı. Vicdanlarda hepsi birer kahraman!”
ENGİN ALAN’DAN
MESAJ VAR
Yüzündeki gülümsemeyi kaybetmeyen biri daha; Engin Alan... “Değerimi öğrendiğim için mutluyum” diyor:
“Buradan başka bir karar çıksaydı yanlış olurdu! Bu karar benim için şeref madalyası. Mahkeme hakkımı verdi. Değerimi öğrendim. Sabahat Tuncel’e 8 yıl, bana iki katı!”
Alan, aynı zamanda MHP milletvekili. O hengamede kısacık da olsa “özel” görüşme şansı bulduk kendisiyle ve bir mesaj gönderdi partililere:
“Türk Milliyetçiliği’ne savaş açtılar. AKP’nin tek alternatifi var MHP. Ülkenin kurtuluş için tek şansı var MHP. Bu büyük saldırıyı, savaşı görün. Rahmetli’nin (Alparslan Türkeş’i kast ediyor) son zamanlarında Türk Milliyetçilerini nasıl bölmeye çalıştıklarını, partiyi nasıl parçalamaya çalıştıklarını görün. Kenetlenin. Bütünleşin. Fırsatçılara yol vermeyin. Ben milletvekili oldum ama siyasetçi olamadım. Burada yatarım. Bu ülkeye bin Engin Alan feda olsun, ama MHP’yi feda etmeyin.”
Ve Alan’dan bir mesaj da Iğdır’a, Enginalan Köyü’ne:
“Selam olsun!”