TARİHE GEÇEN SENİN ŞARKIN, SENİN HAYATIN, SENİN ADIN DEĞİL
GÜL 'ME, DÜNYA
“Kadına yönelik şiddete son” sloganıyla düzenlenen “Güldünya Şarkıları Konseri” tarihe geçecekmiş...
Güldünya; Bitlis’te amcasının oğlunun tecavüzüne uğrayıp hamile kalan.. Annesi-babası tarafından İstanbul’a, gönderilen.. Peşindeki erkek kardeşleri tarafından vurulan.. Kurtulduğu duyulunca, yine kardeşleri tarafından, bu kez hastanede kurşunlanan..Tartışması yapılan, dizisi çekilen, üzerine yazılar yazılan, şarkılar yapılan.. “Etinden, sütünden, derisinden, ölümünden..” bolca insanın, bolca sektörün karın doyurduğu kadının adı..
O’nun durumundaki kadınlara destek için düzenlenen geceyi ’tarihe geçiren’ şey ne dayanışma ruhu, ne yardım, ne bir kadının yüzümüzde tokat gibi patlayan çığlığı...
Konser tarihe geçti. Çünkü Ajda Pekkan “Kürt kızı” şarkısını, bir Kürt şarkıcı ile Kürtçe söyledi.. Pekkan yanında olmasa da, o şarkıcı, o şarkıyı, o sahnede ve o dilde söyleyecekti zaten.. O şarkıcı söylemese de, o şarkı, Diyarbakır’ın, Mardin’in, Hakkari’nin, Van’ın... sokaklarında söyleniyordu zaten...
’Var olan’ı, ’ışıltılı bir isme’ hapsederek ’hiç’ yaptığının farkında mı bu manşeti atanlar? “Siz Güldünyalar’ın sesini çaldınız” dersem... Yıllardır söyledikleri şarkıları aldınız... “Onları, bir süperstarın sesi seslerine değmedikçe ’yok hükmündekiler’olmaya mahkum ettiniz” desem.
Onları ’aşağıdakiler’ yapan, ötekileştiren fotoğrafa çok dikkatli bakın. ’İpek elbiseli prensesin, eteğinin kirlenmesine aldırmadan, üstü başı çamur olan bir çocuğa dokunmasını’ insanlık saymak gibi, yüzeysel...Ne kirlenen elbise prensesin son giysisi, ne o çamur, tuvaletsiz saraylarında çöktükleri yere bıraktıkları dışkı kadar mikroplu...
HIV virüsü bulaşmış, çelimsiz ve aç Afrikalı çocukları değil de, onları kucağına alan Prenses Diana’yı kutsamak gibi... Sezen Aksu, televizyon dizisinden etkilenip, boğazdaki yalısında ’töre’ şarkısı yazdı diye, o dakika, bir yerlerde bir kadının intihara sürüklendiğini yoksaymak gibi...Başbayanımız gözyaşı döktü diye, Gazze’deki çocuklar kurtarıcılarını buldu sanmak gibi... İnsanların, kültürlerin, toplumların, coğrafyaların varlığını, kıymeti geçici ışıltılarından menkul isimlere endekslemek ne büyük ayıp..
Bu ülkede yaşayan insanların hergün söylediklerini söylemeyi ‘tarihi bir olay’ gibi sunmak, onlara bir onur bahşettiğinize inandırmanız kendinizi, aslında ne büyük bir aşağılamanın, horgörmenin işareti..
Kimsesiz çocukların kaldığı yuvalara reklam ziyaretine giden kürklü teyzelerin psikolojisi yansımış bu habere. İçlerinden en fotojenik olan çocuğu seçip iki dakika dizine oturtup kameralara poz verince... İki bebek, üç oyuncak araba, çikolota, gofret dağıtınca, kendilerini o çocukların ’kaderini’ değiştirmiş, geleceğini kurtarmış sanan kürklü teyzeler...
Onlar gibisiniz...
++++++
Omzuyla hükümet deviren adam
Cumhuriyet Gazetesi Yazarı Mustafa Balbay yeniden tutuklandı. Suçu; ’cebir (zor) ve şiddet kullanarak hükümeti devirmeye kalkışmak’imiş.
Savcı Öz’e hak veriyorum. Mustafa, güçlü kuvvetlidir; bu yüzden zor kullanabilir... Böyle pehlivan yapılı insanlar omuz attılar mı devirirler hükümeti.
Yalnız, şu şiddet işini hala anlayamadım. Mustafa’nın tabancayla, tüfekle işi olmaz. Sanıyorum ki Ergenekon savcısı Zekeriya Öz, Mustafa’nın kaleminden korktu. Malum, teknoloji ilerleyince kalem biçiminde tabancalar da icat edildi. Belki onda lazer güdümlü füze atabilen bir kalem silah vardır.
Hatırlayın; birileri ’Minareler süngümüz!’ deyip bu silahı çekerken Mustafa da ’Kalemler süngümüz!’ demiş olmalı. Bunu da Savcı Bey’in büyük kulağı duymuştur.
Süngü dediniz mi alın size şiddet. Yallah içeri; idam olmadığı için müebbedle kurtarırsın...
* Rıza Zelyut / Güneş
++++++
Hâlâ göbeğini kaşıyana yuh!
Başbakan gittiği her meydanda “Bunlar millete göbeğini kaşıyan adam dediler” diyor. Ve bize “Yuuuuh...” diye bağırıyor meydandakiler.
Ömrümü medyaya verdim ve şu yazı yazdığım masa bile benim değil... Ne şu klavye, ne şu kağıtlar... Ama Başbakan kamu bankalarının verdiği 700 milyon dolarla damadının şirketine koca bir medya kuruluşunu alabildi... Niçin bana yuh?..
İnsanların inançlarını kullanıp sahibi mi olmalıydım gıda dağıtım şirketlerinin? Gemiciklerin, mücevheratçıların?.. “Evrakta sahtecilik, zimmete para geçirme” suçum mu olmalıydı ve altına sığındığım dokunulmazlığım...
Niçin yuh?..
O beş yılda bir seçilmiş demokrasinin ürünü ise, biz her Allah’ın günü seçime gideriz... İnsanlar her sabah bayilere, marketlere gidip seçerler bizi...
Benim de yüreğimdeki meydanda, aydınlık yüzlü, yürekli okurlarım vardır...
Ve biz hep birlikte; nohutla, kömürle oyunu satan, okumayan, görmeyen, avantacı, beleşçi o “göbeğini kaşıyan adama” kızarız...
Çünkü bizim çocuklarımıza sözümüz var:
Yabancı havaalanlarında bizim gibi itilip kakılmamaları için... Batılıların karşısında ezilip-büzülmemeleri için... Aydınlık ve çağdaş bir ülkenin gururlu, özgür bireyleri olmaları için çırpınırız...
Bunun için mi yuh?..
* Bekir Coşkun / Hürriyet
++++++
O da bir şey mi?
Primat, tasarlanmış manşet bile yapabilir
Ben hayatımın ilk, “bilimin çizdiği soyağacını ve maymun atalarını inkar eden soysuz yobaz(!)” gününe alışmaya çalışırken...
Atalarının aziz hatırasına saygıda kusur etmeyenler de, benim gibilere ibret olsun diye yeni manşetler attılar dün:
Acaba maymun Santino TÜBİTAK’ı da taşlar mı?
İsveç’te bir hayvanat bahçesinde yaşayan maymun üzerindeki gözlemlerden yola çıkarak, şempanzelerin ’tasarlanmış eylem’ yapabildikleri keşfedilmiş...
Pınar Kür, Müjde Ar, Aysun Kayacı ve Çiğdem Anad’a, ’Hillary’ye bunları sormayacaksınız’ dayatmasını yapanlara gık çıkarmayan, Başbakan’ın uçağında oldukları, saraylarda, köşklerde ağırlandıkları günlerde, ’aydınlık’ alerjisine tutulan ve gözlerindeki perdeyi aralamayı reddedenlerin, “söz konusu Darwin’se ’sansür’ bir engizisyon metodudur” çifte standardı gözüme batmıyor değil...
TÜBİTAK Başkanvekili 2003’te atanmışken, TÜBİTAK yasası değiştireli 1 yıl olmuşken bilim kurulundaki ’kadrolaşma’yı eşzamanlı manşet taarruzuna konu etmeyen, “söz konusu ’Darwin’ olunca bilim elden gidiyor diye etekleri tutuşan” gazetecileri zerre samimi buluyor değilim...
Yine de, usulü bozmayalım;
Müjdemi isterim...
Bir şempanzenin taş atması neymiş...
Bir primat, TÜBİTAK’a taş atmakla kalmaz, onu taştan çok daha fazla sarsacak ’tasarlanmış manşetleri’ de atar...
Hatta...
Atmıştır, atmaktadır, atacaktır...
Bkz: Radikal arşivi!
++++++
Kraldan çok kralcı olunca
‘Bahçeli’nin hitabetteki 7 kusuru’nu tespit eden Ahmet Hakan, köşesinde kendisine hemşehrisi Dilber Hala gibi sempatik olmanın yollarını göstermişti.
Bahçeli, Hakan’ı arayarak “Yazınızı okuduk. Dışarıdan bir gözlem yapmışsınız. Bizim için eleştirilerde ve önerilerde bulunmuşsunuz. Yedi maddeyi de dikkatle inceledik. Bu önerilerin hepsini kabul ediyorum ve size teşekkür ediyorum” demiş. Hakan’ın köşesinde bu gelişmeyi ve Bahçeli’nin inceliğine, tahammülüne övgülerini okuduğumuz gün, bir başka gazetede, ‘dışarıdan’ yapılan eleştiriye, içeriden ‘misilleme’ yapıldığını görünce hayli şaşırdık. Çünkü Bahçeli’nin teşekkür ettiği Hakan “takıntılı” ilan edilmiş. ‘Tahammül’ün yerini, ‘özel hayata saldırı’ almış,Hakan ‘bir daha olmaması için’ ikaz edilmiş... Bahçeli ‘eleştiriler kabulüm’ deyip ‘Dilber Hala gibi sempatik olma yolunda tarihi adımı’ atarken, en yakınındakiler hemşehrisi ile arasına giriyor. Oldu mu şimdi? Nerede liderin sözünün üstüne söz tanımayan sadık duruş?
++++++
Erdoğan’ın ‘bölgeyi mutlu etme’ açılımı
İkinci Ergenekon iddianamesi 8 ayı aşkın bir hazırlıktan sonra dün açıklandı...
13 ayda hazırlanan ilk iddianame 2 bin 455 sayfa idi, ikinci iddianame de ona yakın, 1909 sayfa... Hatırlatalım ki, 12 Eylül’deki 562 sanıklı MHP davasının iddianamesi sadece 517 sayfaydı.
Ergenekon davasının en ilginç yanı ise tamamen siyasallaşmış olması...
Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin geçenlerde Deniz Feneri dosyasından söz ederken:
“Biz bu davada taraf değiliz” vurgusunu yapmıştı.
Ergenekon davasında ise AKP taraf olduğunu açıkça belli ediyor.
Başbakan Erdoğan 22 Şubat’ta Diyarbakır dönüşünde, uçakta gazetecilere aynen şunları söylüyor:
“Bölge halkının en çok mutlu olduğu açılımlardan bir tanesi Ergenekon’dur. Bu kamuoyu araştırmalarında da çıkıyor. Bu konunun peşini bırakacak değiliz. Yani bu olay nereye varırsa varsın devam edeceğiz” (23 Şubat 2009, Akşam)
Yarsav Başkanı Ömer Faruk Eminağaoğlu, Başbakan’ın diğer davalarla ilgili fikir açıklanmazken bir dava hakkında “peşin bırakmayacağız” gibi açıklamalar yapmasının yargıyı şüpheliler aleyhine etkileme amacı taşıdığını söylüyor.
Erdoğan önceki gün de Aydın’da şöyle konuşuyor:
“Baykal, ben bu çetelerin avukatıyım dedi mi, dedi. Hayırlı olsun.”
Baykal “ben çetelerin avukatıyım” demedi. Ergenekon sanıklarını çete olduğuna ilişkin bir mahkeme kararı da yok. Ancak Başbakan belli ki, Ergenekon’u ne kadar abartarak işlersa o kadar siyasi prim yapacağını düşünüyor...
Bilerek ve isteyerek adil yargılama zeminini ortadan kaldırıyor.
* Melih Aşık / Milliyet
++++++
MİNİ YORUM
Şimdi de etek giyen İskoç
Son günlere şahit olup, Başbakan’la ilgili olarak “hiçbirşeyden çekmedi ‘photoshop’tan çektiği kadar” diye şiir yazası gelmeyen yoktur herhalde. Erdoğan’ın mitingine katılan AKP’liler de Genel Başkanları’nı nasıl gördüklerini göstermek iin ‘photoshop’u tercih etmişler... Kendisini uzun burunlu gösteren vatandaşın bakışından rahatsız olup, bu garibe 10 bin TL’lik dava açan Erdoğan, zatı şahanelerini nihayetinde ‘etek giyen bir İskoç olan William Wallace’a benzeten seçmenlerine de dava açar mı dersiniz? Malum belden aşağı vurmuşlar...