Tarih Tekerrür mü Ediyor? (1912-2012)
Yayınlanmamış bir romandan olağanüstü bir kesiti Mahmut Yıldırım’ın kaleminden paylaşıyorum.
Balkan Harbi sonrası, bozguna uğramış Şark Ordusu’na mensup bir binbaşıyla, bir ihtiyat zabitinin Hadımköy’deki Ağır Mecruhin Hastanesi’nin Harp Malulleri Koğuşu’ndaki konuşmalarından bir bölüm.
(...) romanının, üçüncü (Kurdun Gülümsemesi) kitabının son sahnesi.
...
- Düşman mı? Düşmandan çok ne var? Gözlerini açıp etrafına dikkatlice baktığında her yerde, her taşın altında farklı bir düşmanla karşılaşacaksın. Bunu hastalıklı, korkaklığa varan aşırı endişeli bir ruh hâlinin söylettiğini sanma sakın! Dışımızda olduğu gibi içimizde de varlar, mühim olan onları fark etmek, görmek. Üstelik dışarıdaki düşmandan daha güçlü, daha sinsi ve daha bize yakın. İçimizde, aramızdadır böyleleri. Onları, bütün ülke ölüm kalım savaşı verirken ve herkes canı pahasına vuruşurken göremez, varlıklarını fark edemeyiz. Ve sonunda her şey sükûna erip barış sağlandığında, siz, suçlu suçlu, ürkek, alıngan, hatta biraz mahcup, “Ne yapalım, biz savaştık, ülkemiz için öldük, öldürdük, savaşta en yakıcı, ileri hatlarda vuruştuk” dersiniz. Ve o kaçınılmaz sözünüzü söylersiniz sonra: “Ben yalnız vicdanımdan sorumluyum. Kaybedilmemiş bir tek vicdanım vardı, onu da kaybetmeye niyetim yok.” Onlarsa şöyle derler: “Ey, doğrulun yerinizden! İşte, tam da bizim zamanımız. Dağılın ve her yere, her şeye el koyun!” İlk el koyacakları yer de ülkenin kaderidir. Sonuçta hükmeden onlar, hükmedilense sizler olursunuz.
- Ee, ne yapalım? Siyaset mi yapalım yani?
- Tabii ki, siyaset yapacaksınız. Madem ki çileyi siz çektiniz, bütün acılara siz katlandınız, düşmana siz göğsünüzü siper ettiniz ve ülkeyi siz düze çıkardınız, o halde siyaset yapmak, iktidar olmak, ülkenin kaderine el koymak da size düşer. Sizin hakkınız.
- Hayır, hayır! Biz ‘yok’uz bu işte. Toplumsal görevleri üstlenecek dürüst kimseler nasılsa bulunur. Siyaset mi? Hayır! Ülkem için ölmek görevinin dışındaki bütün görevler benden uzak dursun.
- Ah şu saflık, ah şu iyi niyet! Cehenneme giden yolun iyi niyet taşlarıyla döşeli olduğunu bilmez misin sen? Valla, çok inatçıymışsın teğmenim. Yanlış yoldasın demeyeceğim ama yanlış düşünüyorsun. Unutma, her şey dürüstler için olduğu gibi siyaset de dürüstler için olmalı. Onu dalkavukların, üç-kâğıtçıların, dolandırıcıların, madrabazların, at tacirlerinin, kısaca her sulh döneminde saklandıkları yerden bir hortlak gibi doğrulan bu siyaset bezirgânlarının elinden çekip kurtarmalısınız. Biz eski kuşaklar da ancak böyle huzura kavuşuruz, ruhumuz böyle sükûn bulur.
- Yok, yok, yine söylüyorum, siyaset benden uzak dursun.
- Gerçekten dedikleri kadar varmışsın, delikanlı! Seni yola getirmek ne kadar da zormuş? Neden anlamak istemiyorsun? Geçkin yaştaki bu komutanının sözlerine kulak ver lütfen! Söz gelişi siz, yani idealistler, milliyetçiler, Türkçüler, uzun hayat için mücadele edecek gençlik enerjinizi tıpkı elektriğin toprağa akıtılması gibi çok önceden boşalttığınızın, harcadığınızın farkında değilsiniz. Oysa mücadele yılları bitip de, uğrunda hayatınızı, canınızı ortaya koyduğunuz ülkenizin kaderine sahip çıkmaya sıra geldiğinde pusuda bekleyen bu siyaset esnafı yerden biter gibi, sessiz, karanlık inlerinden bir hortlak gibi doğrulup devlet denilen aygıtı ele geçirirler. Ve hemen işe girişirler. İlk işleri de toplumun karşısına kinlerini, nefretlerini, öfke ve husumetlerini kusabilecekleri, yaşanan hâdiselerin sorumluluğunu yükleyebilecekleri bir düşmanı çıkarmak olur. Unutma, hortlaklar acımasız olurlar aynı zamanda. Kindardırlar. İntikam ateşiyle yanıp tutuşurlar. Ele geçirdikleri gücü yöneltebilecekleri, ezebilecekleri birilerini arar ve bunu bulmakta da zorlanmazlar. Bu, onlara göre iktidar olmanın bir gereğidir. Ee, suçlu bulmuşlardır artık. Üstelik bu, gücünü iyiden iyiye kaybetmiş biridir. Oh, ne âlâ! Ellerinin altında artık hayatın, kaderin ve geçen zorlu yılların ezdiği, kolunu kanadını kırdığı, eğitimde onları yarı bıraktırdığı, acımasız savaş makinesinin bir silindir gibi ezdiği ve sonunda da hayattan küstürdüğü birileri var. Hemen üzerine çullanıp, pençelerini bu yeni ve güçsüz düşmanın etine batırırlar.
Bundan sonrası mı? Bundan sonrası yarın...