Tarih karşımıza 'dikildi'
250 yıl süren gerilemenin ardından, işgalden kurtuluşa uzanan Sakarya’da şehit olan binlerce askerimizin ruhu da, bu anıt gibi taş kesilmiş midir?
Polatlı’nın 6 kilometre batısında, Kartaltepe Mevkiine yaptırılan ’Mehmetçik Anıtı’ açıldı. 9 metrelik kaide üzerinde 31 metre yükseliyor. Kaide savaş rölyefleriyle bezeli. Yanına ’Sakarya Meydan Savaşı Panorama Müzesi’nin temeli de atıldı.
Türk askeri Sakarya’da, 100 kilometrelik bir ’savunma hattı’nı, vatanın her karışının teminatı olarak yorumlayan askeri deha sayesinde, ’satıh mücadelesi’yle korudu. 22 gün 22 gece her karışı ıslatan kan, “derya” oldu. 5 bin 713 şehidi derininde sakladı. Şimdi, 5 bin metrekarelik maketi inşaa edilecek... Tren istasyonu onarılacak, temsili uçaklar, pistler yapılacak. Buharlı trenlerle bölgeye turlar düzenlenecek.
Cumhuriyeti kuran “milli irade” ve “mücadele”ye karşı, özlediğimiz bu “barışık” hatta “sahiplenici ve yüceltici” tavra tepkisiz kalmak, coşmamak elde değil. O anıtı ziyaret ettiğimizde gözümüzün yaşarmamasının elimizde olmayacağı gibi...Buraya kadar herşey iyi güzel hoş... Gurur verici...
Son savunma
5 binden fazla şehidin temsili gövdesinin gölgesinde, bu hazzı kaç dakika yaşayabileceğiz bakalım. O manevi iklim, kaç dakika sonra ıstıraba dönüşecek? İçimizi kemirmeye nereden başlayacak? Damarlarımızdan mı, ciğerlerimizden mi, hafızamızdan mı hesap soracak önce tarih?
Sadece gidenler mi? Geçenlerin payına hiçbirşey düşmeyecek mi bu hesaplaşmadan?
E-90 karayolunu kullananların gözü ister istemez takılacak. Demiryolunu kullananlar ister istemez temsili Sakarya kahramanlarına bakarak yol alacaklar.
Nereye? Ankara’ya!
1921’de Ankara henüz başkent değilken; Sakarya Savaşı’nın sebep ve sonucuna damgasını vurdu.
Yunanlılar’ın buraya gelişini engellemek için yapılan son savunmaydı!
Ankara’yla başlayan savaş Ankara’yla bitti ve TBMM burada imzalanan Antlaşma ile ilk büyük siyasi zaferini kazandı. İşgal devletleri yeni ’Türk devleti’ni tanıdı. ’Misak-ı Milli’yi ve ’sınır bütünlüğü’müzü tanıdı. Ermenileri’in devlet kurma hayalleri o gün için sona erdi ve yalnız kaldılar. Güney sınırımızın dışında kalan Hatay Türkleri geniş haklar elde etti... 1683’te Viyana önlerinde başlayan gerileme dönemi kapandı ve vatanını teslim etmeyen, devlet kuran, onurunu koruyan ’karakteristik Türk’ yeniden tarih sahnesine çıktı.
“Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır. Vatanın her karış toprağı vatandaşın kanıyla ıslanmadıkça bırakılamaz” diyen Atatürk, bu sonuca ’durmak yok’ ilkesiyle vardı. Bunu günümüzün moda sloganı ile karıştırmayın. Sakarya’da durmamak, ’doymamak’ değil ’yorulmamak’ anlamındaydı. Geri çekilene, düşenlere aldırmadan, mevziini savunmayı gerektiriyordu.
Devletin kaderi, ‘Diyarbakır’dan geçen yola, Fener’den kutsanan nefrete, Erbil’den uzayan dile, masalardan biten Brüksel lahanalarına ve kasaları saran Washıngton ahtapotlarına’ bağlı değildi. Kurulurken olduğu gibi korunurken de, vatan sathında, milletin azim ve kararlığına emanetti.
Ankara müzesi
Sakarya yolu o Ankara’ya çıkmıyor. Zaten Ankara’dan da Anadolu’ya gidilmiyo r artık. Çünkü her yol Avrupa!
Şimdi başkent Ankara, ama;Otoritesini kaybetmiş halde... Soğuk renkli binalarının, 5 bin metrekarelik ’savaş maketi’nden farkı yok, bunlar da ’egemenlik maketleri’ne benziyor. ‘Bağımsızlık’ denen ‘tarihi eser’in, yolu düşenler ziyaret etsinler diye sergilendiği müzeler gibiler... İdari teçhizat korunmuş; masa, sandalye, bilgisayar, koltuk... Ama işlevi yok, ruhu yok. İnsanlar, ‘temsili askerler’ gibi, tek farkla, onlar kazanmıştı, bunlar kaybediyor... Ankara, ilk zaferini kendi değirmeninde öğütüyor; Ermenilerin yalnızlığı bitti. Güçlü bir lobi, o gün ’hayali bitti’ denilen devlet ile çıkıyor karşımıza. “Türkleri yeryüzünden temizleyin” diyen Papa’ya boyun eğip, toprak ve tazminat vermeye razı olduğumuzu taahhüt ediyor, temsili askerler. Misak-ı Milli, nostalji gibi geliyor. Her gün yeni haritalar yayımlanıyor. Her atlasın ayrı bir Türkiye’si var artık. Bazısı Diyarbakır’sız, bazısı Tarbzon... Bazısında Hatay yok, bazısında İzmir, Ağrı, Kars... Ankara Antlaşmasıyla tanınan devlet, Ankara’nın anlaşmaları sayesinde kağıt üzerindeki önemsiz bir ayrıntı, her an üstü çizilebilecek bir pürüz sayılıyor.
Öz vatanında parya
Mehmetçik anıtına bakınca insan ‘ayağa kalkan Sakarya’yı görüp mutlu oluyor olmasına.Bunun da ’ama’sı geliyor sonra. Yüzünü Ankara’ya dönüyorsun. Şiirin devamı dilini zorluyor: “Eyvah, Sakarya’m, sana mı düştü bu yük? Bu dava, hor, bu dava öksüz, bu dava, büyük! .. Ne, ağır imtihandır, başındaki!.. Şimdi dövün Sakarya, dövünmek vakti bu an; Vicdan azabına es, kayna, kayna Sakarya... Öz yurdunda garipsin, öz vatanında, parya!”
+++++
Adresler karıştı
‘Savcı’lar çatıştı
Ümraniye iddianamesine giren delillerden biri Erdoğan’ın Büyükanıt ile yaptığı ileri sürülen telefon konuşmasıydı. Milliyet gazetesi, bir yıldır her gün yayımlananlardan farkı olmayan bu belgeyi 1. sayfasına taşıyınca Başbakanlık kıyameti kopardı. Bu tavır üzerine dün bu sayfadaki “adalet” çağrımız yalnız kalmadı. Milliyet Genel Yayın Yönetmeni Sedat Ergin de Başbakan’a benzer cümlelerle seslendi.
2 bin 500 sayfa tutan iddianamede ciddi belgelerin yanısıra, doğrudan özel hayatı ilgilendiren ve hiçbir şekilde suça işaret etmeyen belgeler ile kurmaca belgelerinde bulunduğunu hatırlatan Ergin, “Yüzlerce insan Ergenekon örgütlenmesiyle ilişkileri varmış gibi tanıtılıyor, kişilik hakları zarar görüyor” diyor. Ergin, kendi canı yanmadan, acıyı paylaşmayan Edoğan’a eleştirisi şöyle: “Bu uygulamanın on iki kurbanı Başbakan Erdoğan ile Genelkurmay Başkanı Büyükanıt oldu. Milliyet, haberi birinci sayfadan ”Hayali Konuşma“ başlığı ile verdi, belgenin kurmaca olduğu da özellikle vurgulandı. Milliyet, Türkiye’nin gündeminde en üst sırasını işgal eden iddianamenin ekinde yer alan bir metni yayımlayarak ve bunun sahte olduğuna dikkat çekerek gazetecilik görevini eksiksiz yerine getirmiştir. Bu belgenin varlığı bir olgudur. Anlaşılamadık olan, Başbakanlık tarafından yapılan açıklama. Günlerdir onlarca kişinin kişilik hakları kurmaca belgeler nedeniyle zarar görürken buna sessiz kalan Başbakan, işin kendisine dokunduğu noktada birden tepki gösterme ihtiyacını duyuyor ve bunu yayımlayan gazeteyi ”ciddiyetsizlik“ ve ”sorumsuzlukla“ suçluyor. Bu suçlamayı kabul etmiyoruz Sayın Başbakan. Bir sorun var gibi gözüküyor ama galiba bir başka adrese yönelmeniz gerekiyor”
+++++
Bunun başka aççıklaması yok
“Travma”nın şok etkisi
Gül ile Erdoğan arasında Çukurambar’daki gizli görüşme haberinin “sızdırma” olduğu iddialarını yanıtlayan Şükrü Küçükşahin, yerinde bir tespit yapmış. Diyor ki, “Bu sızdırmayı örtmek için ” Atatürk ile İnönü de gizli buluşurlardı “ diyorlar. Hep saldırdıkları, diktatörlük dedikleri dönemi tanık gösterir oldular.” Son çare ”travma“ları ile başbaşa bıraktığımız zihniyetin Çankaya sofraları ile başlayan, gizli görüşme ve ziyaret ile devam eden ‘Atatürk ile özdeşleşme’ çabası dikkat çekiyor. Belli ki iktidar ”din“ gibi ”devlet“ işlerinde de şekilciliğe sığınıyor. Yazık ki, politika sembollerle değil, niyetlerle inşaa ediliyor. Atatürk, evet, Çankaya sofrasına ve o sofradan çıkan kararlara değer verirdi. Çünkü o sofranın kriteri ‘yandaşlık, methiyecilik’ değil, ‘ilmilik, ciddilik ve millilik’ti... Evet, İnönü ve diğer kurmayları ile zaman zaman gizli görüşürdü.Çünkü bağımsızlık savaşından çıkmış, yedi düveli karşısına almış, yeni kurulmuş bir devletin başındaydı. Bu devletin askeri zaferini, siyaseten sürdürüp sürdüremeyeceği meçhuldü. Türkiye’yi ‘ucuz ciğer’ sanan kedigillerle sarmalanmıştı. Tasfiye etmek istedikleri (ajanlar, hainler, işbirlikçiler, saltanat yanlıları, mütarekeciler, yobazlar...) kişi, kurum ve kavramlardan gizlediği görüşmeleri olması, günün şartlarında doğaldı. Şimdi kurumsallaşmış sayılabilecek devlet mekanizmasında ‘dümeni doğru yöne çevirmek’ten fazlasını beklemediğimiz devletlülerimiz ‘007 Ankara’da’ macerasını, kimden neyi gizlemek için göze aldılar?Hele bütün ‘en gizli’ bilgi ve belgelerin manşet savaşlarında kullanıldığı günlerde, bu hassasiyet oyunu inandırıcı geliyor mu?
+++++
Hangisinin gölgesi
daha sıcak?
Mehmetçik’in mi?
Papa’nın mı?
Başbakan Erdoğan ile dönemin Dışişleri Bakanı Gül, 29 Ekim 2004’te, ’Roma’da, ’Sezar’adını taşıyan bir salonda Papa X. İnnocenzia heykelinin altında AB Anayasası’na imza attılar. Bu imza ile iktidar egemenliğini AB’ye devretti. Sömürge valilerine, içişlerimize müdahale hakkını... Vatan toprağına ne ekeceğimize, ne dikeceğimize, kime satacağımıza, hangi yasalara uyacağımıza, hangi dili konuşup, hangi marşı
söyleyeceğimize, hangi madenleri işleteceğimize... karar verme yetkisini verdi. 31 metrelik anıt, teslimiyetin mahçubiyetini örtmeye yeter mi?
+++++
MİNİ YORUM
Kelepir çocuk var!
Güngören’de bomba patladı 5 çocuk öldü... Konya’da tüp patladı 17 çocuk öldü... Lice’de mayın patladı 2 çocuk öldü... Ankara’da sağlık skandalı patladı; 22 yenidoğan çocuk öldü... Ne zamandır başı okşanan cep bombası patladı; zamlar tavan yaptı, enflasyon hortladı; Bir çocuk daha ölmesin (bu kez açlıktan) diye anne-babası 8 aylık evlatlarını sattı...
Bir Türk devleti tarihte ilk defa ne ana, ne baba olabiliyor... Bütün duygularından arındırılmış bu materyalist sistemin ‘acı’ ve ‘isyan’ algısı yok. Tıpkı toplumu müritleştiren sözde uhrevi yapılanmalar gibi.
S.T