Tarih Kanuni’yle başlar(!)
Şu ara istediğim son şey e-posta kutumda “Gidi Osmanlı düşmanları...” diye başlayan mesajlar biriktirmek... Onun için en başından “Muhteşem Yüzyıl” kavgasına nerden baktığımızı söyleyip, “katlime ferman” yazmaya girişecekleri zahmetten kurtarayım: Mesele “ölçü”; “ölçülü” olma meselesidir! Tarihin karalanması da, cilalanması da değil... “Ölçü”nün zihnimdeki açılımı biraz “şuur”, biraz “denge”, biraz “saygı”, biraz “vicdan”; ve “samimiyet”tir aslında, aracı “gönül”den önce “akıl gözü” olan “hakkaniyet”tir... Ve “değerler”dir ayarı şaşmaması gereken. İlla “padişahın performansı” olması gerekmez, bir aile dizisinde evin oğlunu “raydan çıkarmamak”tır kimi zaman, kimi zaman küfre teslim olmamaktır güldürü adına, “katil” diye yaftalamamaktır bir “fikrin” bütün mensuplarını... Gerçeklerle yüzleşmekten korkmamak ama yüzleşmeyi bahane edip formunu bozmamaktır hakikatin...
***
Mevcut tartışmaya gelirsek... Sokağa dökülenlere bakınca dediğim şu; ayranı yok içmeye!.. “Padişah yetkisi” tanıyan yasal düzenlemelerle, bu çağda “tahtını” yapanlara karşı; kendi haysiyetini, namusunu, özel hayatının gizliliğini velhasıl “insan gibi yaşama hakkı”nı koruyamayanlar 500 yıl önce hüküm sürmüş padişahın “yatak odasına” kalkan olmaya yelteniyorlar... Tek derdimiz Kanuni’nin erkekliğine halel getirmeyecek biçimde harem gerçeğinin üstünü örtmek! Siyasette, ticarette, kültürde, sanatta, “kullanışlı nesil” imalinde “muhteşem yüzyıl”ın çok ekmeğini yemiş kişi ve kurumların tepkilerine bir de Bülent Arınç’ın “endişe ve üzüntüleri” eklendi iyi mi?
Üzülmeyin Sayın Arınç! Uzmanlığı Osmanlı Tarihi’nin “klasik devri” olan ve kati suretle “düşman” sınıfına dahil edilmesi söz konusu olmayan Dr. Erhan Afyoncu, danışmanlığını yaptığı dizinin tepki çeken sahneleri için bakın ne diyor: “Padişah haremde kadınlarla birlikte olmuyor olsaydı bu kez de padişahı eşcinsel gösterdiniz diye kıyameti koparırlardı!” Mazallah “öyle” mi anılmasını tercih ederdiniz etrafı “Gülağa”larla sarılı Muhteşem Süleyman’ın?..
Bunlar işin latifesi de “Latife” dedim aklıma geldi: Sahi “Kanuni gibi dünyada büyüklüğü bilinen bir insanın harem, içki düşkünü gösterilmeye başlanmış olmasından üzüntü duyan” Arınç’ın tarihi şahsiyetler konusunda son derece hassas, kırılgan kalbi; “Atatürk gibi dünyada büyüklüğü bilinen bir insanı kadın, içki düşkünü göstermeye matuf bir filmin çekilmiş olması” sırasında taş mı olmuştu dersiniz?
“Tarihimizin önemli şahsiyetlerini olduğundan başka türlü görerek küçültmeye çalışan”ların “ne olursa olsun karşılığını bulması” gerektiğine inanan Arınç, söz konusu Atatürk olduğunda tepkinin zerresini göstermediğine göre; Cumhuriyetin kurucusunun “tarihi şahsiyet”inden şüphesi mi vardı? Tarih Kanuni’yle başlıyor ve bitiyor muydu yani? Arınç diziyle ilgili kanun çerçevesinde “gereğini” yapacaklarını duyururken hayıflanıyor: “Sadece Atatürk ile ilgili hakareti suç sayan bir kanun yürürlüktedir. Bunu diğer tarihi şahsiyetler için de geçerli kılmak herhalde mümkün değil.” Mümkün olsa “padişaha hakaret” i suç sayan kanunu işletecek yani!... Sormazlar mı adama, böyle bir “kanuni hak” olduğu halde neden kullanmadın “Mustafa” skandalına imza atanlara!
***
Murat Bardakçı önemli bir noktaya dikkat çekiyor dünkü yazısında: “Muhteşem Yüzyıl bir “belgesel” değil, “dizi”dir ve abartılar, gerçeklerin değişmemesi şartıyla normaldir!” Prof. İlber Ortaylı’nın NTV yayınındaki “Cariyelerin son derece ciddi disiplin içinde eğitilir, dizideki gibi kıkırmayamazlar” sözleri de, dizinin “abartılı” bir üslupla çekildiğini onaylıyor. Burdan bakıldığında “kurgu”mudur hakaret diye alınganlık gösterilmesi gereken, yoksa Atatürk ’ün “gerçekte” alkolik, “gerçekte” korkak ve aciz, “gerçekte” bir “zafiyet abidesi”, “gerçekte” kadın düşkünü olduğunu iddia, ima eden bir yapımın piyasaya “belgesel-film” olarak sunulması mı?
Hürrem’in “cariye”liğini gizleyerek mi ödenir “ecdadımıza borcumuz” yoksa Mustafa Kemal gibi bir evlat yetiştiren Zübeyde Ana’yı “hafif kadın” yapanları hiç değilse alkışlamayarak mı?
***
Murat Bardakçı, “Harem bir hakikattir” dediği yazısında, ortalığı ayağa kaldıranlara bakın neyi hatırlatıyor: “Unutmayalım: Bazı padişahların isimleri tarihin sahifelerine altın harflerle hakkedilmiştir ama bu hükümdarların hepsi etten-kemikten birer insandır. Hiçbiri peygamber yahut evliya mertebesinde değildir, başarılarının yanısıra onların da her insan gibi zaafları vardır ve bunun böyle olması son derece normaldir!” Yani padişahların da “insani yönü” vardır!
“Mesele” Bardakçı’nın dediği gibi “ilâhî değil” dir ama zamanlaması açısından “ilahi adalet”in tezahürüne vesile olmuştur bence... Çünkü Osmanlı’ya hakaret ediliyor diye “kanuni işlem” yapmaktan bahseden iktidar, aynı günlerde Osmanlı’nın “muhteşem yüzyılı”na ev sahipliği yapan Topkapı Sarayı’nı kaderine terk ederek, Prof. Dr. İlber Ortaylı’nın çığlığına kör, sağır, dilsiz kalmış, “ecdadına sadakat” konusunda önemli bir sınavda “çakmıştır” gördüğümüz kadarıyla...
+++
TRT’nin
yapamadığını
Yar yapıyor
Bir kısım programcısı “hakimlik” yapıyor... Bir kısım programcısı “savcılığa” soyunuyor... Büyüklere masallar tadında “suikast senaryosu” yazan da var, ne idüğü belirsiz bir “rahatsız”a “hedef gösterten” de! En son “007 James Bond” olmaya özendi biri; “kozmik” dosyalara vurdu kendini; yurdum yargısının aydınlatamadığı “faili meçhul”leri bir bir “faillendiriyor!” Ha bir de yeni bomba var tabi; Silivri’de devam eden “Balyoz Davası” mahkemelerinde iddianame okuyor TRT spikerleri... Kurum bütün gücünü “yapmaması gereken” alanlarda tüketince; -doğa boşluk kaldırmaz- haliyle “yapması” gerekenleri de, bir nevi “türünün son örnekleri” olarak muhafazası şart olan “televizyoncular” üstleniyor... Mesut Yar onlardan bir tanesi...
TRT spikerlerinin aylarca korkudan okuyamadığı, ekranda gözükmesin diye üçüncü, beşinci sayfalar dışarıda kalacak biçimde katlayacağım derken şekilden şekle soktuğu Yeniçağ’ın manşetlerini gümbür gümbür okuyor her sabah! Mesele “bizim gazete” yi okuyor olması değil... Mesele vatandaşın cebinden çıkan harçtı, vergiydi, oydu, buydu; her nevi “gelir” e konan TRT’nin, “ayrım gözetmeksizin hizmet” le sorumlu olduğu vatandaşa karşı, “mecbur” olduğu “bilgilendirme, haberdar etme” “görevi”ni yapamaz hale geldiği, getirildiği; “muhalif manşet karartma”ya başvurduğu bir dönemde... Özel bir televizyon kanalında, daha önce defalarca susturulmak istenen, defalarca lince uğrayan, defalarca ekmek parasına göz dikilen “bir garip televizyoncu” nun “mecbur olmadığı halde” halkı “gerçeklerle” buluşturmak konusunda gösterdiği... Üç noktanın yerine “özen” diyecektim ama “cesaret” demek daha doğru bugünlerde!
Senin gazeten, benim gazetem ayrımı, şucu, bucu kompleksi, okursam başıma ne gelir kaygısıne esir olmadan ülkende neler olduğunu duymak, görmek mi istiyorsun? O zaman; tamam gece diziyi fazla kaçırıyor olabilirsin ama bir zahmet sabahları Star TV’de Mesut Yar’a takıl da “uyan Türkiye”!
+++
Hâlâ kandırılmış
hissetmiyor musunuz?
aMHP Milletvekilleri Erkan Akçay, Prof. Dr. Münir Kutluata, Emin Haluk Ayhan, Doç. Dr. Mehmet Günal ve Mustafa Kalaycı, TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’nda görüşülmekte olan “Torba Tasarı” ya bir madde eklenmesini önermişler... Demişler ki: “12 Eylül askeri darbesi döneminde cezaevinde tutuklu kalıp beraat edenler, sigortalı olmasalar dahi, gözaltında geçen ve cezaevinde kaldıkları süre sigortalılıktan sayılsın...”
Ne kadar insani bir önerge; değil mi?
İnsani; çünkü 12 Eylül darbesi sırasında tam 650 bin kişi gözaltına alındı... 420 bini aylarca içeride tutuldu... Hepsi işini kaybetti, açlığa hüküm giydi... MHP’li vekiller şimdi haklı olarak bu kişilerin en azından emekli olurken sıkıntı yaşamalarını önlemeye çalışıyor ve tutukluluk sürelerinin, çalıştıkları süreye ilave edilmesini istiyor...
CHP’li vekillerin de desteklediği bu önerge; tahmin edebileceğiniz gibi reddedildi... Peki; kimin oylarıyla? Referandumdan önce 12 Eylül mağdurları için gözyaşı döken Başbakan’ın partisine mensup milletvekillerinin elbette!
Sözüm, sırf “12 Eylül’le hesaplaşılsın ve 12 Eylül mağdurlarına sahip çıkılsın” diyerek, yargıyı yürütmenin emrine sokan o değişikliklere “Evet” oyu veren saf “ülkücü” ve “devrimci” lere: Nasılsınız? Kendinizi kandırılmış hissediyor musunuz?
Mustafa Mutlu / Vatan
+++
KISA... KISA...
Kanaltürk, Ters Cephe programında Prof. Dr. Ümit Özdağ’dan boşalan yeri MHP eski Milletvekili Nazif Okumuş ile dolduracak...
+++
‘Höt-zöt’ü kes de gör tasfiyeyi
Hüseyin Gülerce şöyle buyurmuş:
“Seçimden sonra medyada tasfiye yaşanacak. O tasfiyeyi millet yapacak” .
Güzel... Harika...
Ama bir sorun var? Hangi “millet” yapacak tasfiyeyi?
Zira güzel memleketimizde bir tane “millet” yok ki...
Mesela... “Zaman Gazetesi alınacak” buyrulduğunda bu emre itaat etmeyi bir dini vazife telakki eden millet de var, emir ve itaat kelimelerinden hiç mi hiç hazzetmeyen millet de var.
Tasfiye görevini hangisi yapacak?
Mesela...
Milletimizin bir kısmı yılbaşı gecesi sabaha kadar dans edip eğleniyor. Bir kısmı sabaha kadar dans edenlere sabaha kadar homurdanıyor. Bir başka kısmının ise böyle şeyler umurunda bile değil.
Tasfiyeyi milletimizin hangi kısmı yapacak?
Mesela... Milletimizin önemli bir bölümü AK Parti’ye oy veriyor ama aynı milletimizin önemlice bir bölümü AK Parti’yi destekleyen yayın organlarına zırnık koklatmıyor.
Bu durumda tasfiye işi çok sancılı olmaz mı?
Ama şöyle bir durum da söz konusu:
Medyada tasfiye yapma gücüne sahip bir “millet” vardır.
Ama o “millet”, Hüseyin Gülerce’nin “millet”i değildir.
Biz gazeteciler o “millet” e, kendi aramızda “okur milleti” diyoruz. Medyada tasfiyeyi ancak işte bu “okur milleti” yapar. Tabii eğer işin içine “höt / zöt” falan girmeyecekse...
Ahmet Hakan / Hürriyet
+++
Muhalefeti susturmak için
bir düğmeye daha basıldı...
Aynı koro bu sefer Yılmaz Özdil’i hedef seçti.
İlk günden beri sindiremiyorlardı zaten, şimdi ise sıranın ona geldiğini düşünerek örgütlü atışlara başladılar.
Çiğ et görmüş vahşi köpekler misali.
Dikkat ediyor musunuz, birkaç gündür Yılmaz Özdil aleyhine o kadar çok birbirine benzeyen yazı çıkıyor ki... Yüzeyde güya onun yılbaşı yazısıyla dalga geçiyorlar, ama altmetninde bunun bir operasyon başlangıcı olduğunu görmemek mümkün değil.
Oray Eğin / Akşam
+++
Pornoperest medya
İsmi lazım değil bir özel üniversitede bir kız öğrenci; “akademik özgürlüğün sınırlarını bir göreyim...” diye kendine uçuk bir gerekçe uydurmuş. Bacağının arasını, poposunun kıvrımını, memesinin çatalını sergileyen filmi “mezuniyet ödevi” niyetine çekmiş.
Yer yerinden oynuyor. Gazetelerde ünlü yazarlar, “porno üzerine” dört gündür makale döktürüyorlar. Aynı üniversitede bundan bir süre önce 4 çalışan, “sendikaya üye oldu” diye işlerinden atılmıştı ve çalışanlar durumu protesto etmek için çadır kurup aylarca dertlerini anlatmaya çalışmıştı.
Bu ünlü yazarlardan biri bile işinden atılan üniversite çalışanından bahsetmedi. Pornoperest medya! Çalışanın sorunlarına sağır! Pornocu kıza dört kulak!
Necati Doğru/ Sözcü
+++
Tetikçi işbaşı yapmış
Totaliter rejim... Öyle bir gecede gelmez.. Gökten zembille de inmez.. Yavaş yavaş gelir, hazırlaya hazırlaya..
Bunun için yardakçılar gerekir, tetikçiler.. Memlekette olan her hak arama eylemini, her protesto gösterisini şer güçlerin oyunu olarak sunarlar.. Hatta olası eylemleri bile kafadan lanetli ilan ederler.. Amaç toplumu sindirmek, korkutmak, eylem yapamaz, muhalefet edemez hale getirmektir.. Susan toplumu dizayn etmek daha kolaydır.. Sonra tekleştirme aşamasına geçilir.. Tek parti, tek lider, tek medya, tek merkezli ekonomi, tek tip düşünce.. Tek, tek, tek.. Dün bir gazeteyi açtım; gördüm ki tetikçinin
biri birinci aşamayı başlatmış..
Mehmet Tezkan / Milliyet
+++
Tasfiye tartışması “kamunun bekçi köpeği” nin ağzını sulandırdı. “Bunlar mutlaka ama mutlaka tasfiye edilmelidirler; çok geç bile kalınmıştır” diyor. Madem “Köşe yazarlığı kamusal alan konusu” madem “kamusal alan şiddet içermeyen özgürlükler alanı”, madem gazeteci “toplumu şiddet ile tehdit etmemeli” o zaman tasfiye senin gazetenden; “hukuk topluma karşı düşmanlık ve kinin koçbaşıdır” diye yazıp, halkı “anayasal sisteme uymamaya” tahrik eden Yayın Yönetmeninden başlasın ne dersin!