Tarih de milliyetçiler de yargılar
Herkes üzerine düşeni yapıyor. Kimileri Ülkücü duruş sergileyerek Türkiye’nin ve partisinin kötü gidişine karşı bozkurt gibi tavır koyarken, kimileri de tilki gibi, çakal gibi salon basmaya yelteniyor.
Ateş çemberinden geçenler bilir. Mamak’ta işkence tezgahında direnenlerin de böylesi ucuz numaralara karnı toktur. Dünden bu yana gelen telefonlarda ilginç tespitlerle karşılaştım. “Biz bir eyleme giderken salona sinsice girip tilki kurnazlığı ile orada protestoya yeltenmezdik. Kapıdan aslanlar gibi girerdik ama bunu büyüklerimize karşı değil Türk düşmanlarına karşı gerçekleştirirdik. İzmir’de Hakkı Şafak Ses’in kürsüsünü yıkanlar Ülkücü ise biz değiliz” diyenlerden tutun da, bugüne kadar yapılan alçaklıkları hatırlatanlar bundan sonra kurulabilecek pusulara kadar yüzlerce konuyu anlattılar.
Dedik ya herkes üzerine düşeni yapıyor. Bu talimatı verenler de her zamanki gibi kulağının üzerine yatarak herhangi bir kınama açıklaması bile yapmayacak.
Ahmet Necdet Sezer yerine Türk Milliyetçileri’nin de Cumhurbaşkanı adayı olması gerektiğine inanarak kendisine yakışanı yapıp adaylığını açıklayan Sadi Somuncuoğlu’na saldırının adını “Töre” koymamışlar mıydı?
Binlerce yıllık Türk Kurultay geleneğinin yaşatıldığı Erciyes’te Ramiz Ongun’a reva görülen alçak saldırı da unutulmuş değil.
Sapına kadar Ülkücü olan gazetemizin yazarı İsrafil Kumbasar’ı kancıkça pusuya yatırıp dövdürenler de kendisine yakışanı yapmadı mı? Prof. Dr. Ümit Özdağ’ın toplantı salonlarını basan, konvoyunu taşlayıp oteline saldıran tosunlar da vazifelerini yapmış, kendilerine görev verenlerce taltif edilmişti.
Ömrünü verdiği partisinin yönetimini kendi iradesi ile değiştirmek için Olağanüstü Kongre talebinde bulunan delegelerin evleri de gece yarısı basıldığında Balgat paşalarının sesi çıkmamıştı. Tehditle, şantajla imzasını geri almayanlar dövülüp öldü diye sokağa atıldığında birileri avuçlarını ovuşturdu.
İzmir’de Hakkı Şafak Ses’in toplantısını basıp onu konuşturmamaya kalkışanlar onun sesini kesemediler. Televizyon kameraları önünde yapılan şerefsiz saldırılarda maksat ülkücülerin kanını dökmek ise bunun hesabını verecek merci bellidir. Çanakkale’deki seçim çalışmaları sırasında heyecanla slogan atan üniversiteli Ülkücü genci “provokatör ajan” ilan eden Devlet Bahçeli’nin, parti bayrağının gölgesindeki salonlarda yapılan saldırılarda suskun kalışı da kendisine yakışan davranış mıdır?
Bugüne kadar oğlu yaşındaki cahil çocukların taşkınlığına sebep olmamak için bazı konularda sessiz kalan, ateşin de, feleğin de çemberinden geçenler öyle kuru gürültüye pabuç bırakmazlar. İdam sehpalarından dönenlere mafyavari tutumlar sökmez.
Onlar inandıkları ve yaşadıkları davaya zarar gelmesin diye basında bir takım polemiklere girmiyorlarsa bu korkularından değil, kararlılıklarındandır. Tahrikleri devamında zararlı çıkacak olan bireyler değil kurumlardır. Kurumların sorumluları gereğini yerine getirmediği takdirde bumerang gibi kendilerine dönecektir.
Şurası unutulmamalıdır ki, 18 Mayıs 1997 kongresinde yıkılan kürsü MHP’de tarihi bir değişime sebep olmuştur. İzmir’de yıkılan kürsü de değişimin kaçınılmaz işaretini vermiştir. Bu olayın müsebbipleri derhal bulunarak kamuoyuna açıklanmalı ve yönetimdekilerin MHP’deki kongre sürecinin demokratik koşullarda gerçekleşmesi için sorumluluğu yüklenmeleri şarttır. Aksi halde tarih önünde hesap vereceklerdir. Bu hesabın ağır faturasını da Devlet Bahçeli ve yönetimi ödeyecektir.