Tarih böyle dönüş gördü mü acaba!
Sermayeyi kaptıracağını anlayınca “aile içi sevginin doruğu” dediği “ensest”i “zorbalık” ilan etti.
Nasıl oluyor da muhafazakarlar ile bir sapıklık/sapkınlık savunucusu gül gibi geçiniyor, nasıl oluyor da sapık fikirler muhafazakar sermayeyle besleniyor, yayılıyor diye sorduğumuz yazının mürekkebi soğumadan lastik patladı!
Bülent Arınç’ın RTÜK toplantısında “Dizilerde ele alınan marjinal konular, karşı cinsler arasındaki ilişkiler, ensest ilişkiler, işlenen temalar toplumun tahammül sınırını zorlamaktadır” dediğini duyan Ahmet Altan dün kuyruğuna basılmış kedi gibi bastı feryadı:
“Bu programları izleyenleri toplama kamplarına mı kapatacağınız, Kuzey Kore gibi “eğitim kamplarına” mı göndereceğiz? Televizyon dizileriyle başlayan bu şikâyet ardından da edebiyata mı sirayet edecek, “karşı cinsle ilişkileri anlatan” romanları da yakacak mıyız?”
***
“Gibi” si fazla aslında...
Arınç basbayağı Altan’ın kuyruğuna bastı!
Marjinal ilişkileri, cinselliği, ensestçiliği sansürlemek onu sansürlemek demekti; bir nevi RTÜK Ahmet Altan’ı kapattı!
Kitaba bomba muamelesi yapılıp imha edilmesinden, yayınlanmamış kitapların toplatılmasından, bir yazarın -notları “darbenin yol haritası” sayıldığı için- ömrünün son dört yılını parmaklıklar ardında geçirmesinden rahatsız olmadığına göre tepkisinin düşünce, ifade, basın, yayın özgürlükleriyle ilgisi olamaz herhalde...
Hayırdır, yakmaya senin kitaplarından başlarlar diye mi korkuyorsun yoksa; ondan mı bu telaşın!
Bütün sermayen kül olur diye mi, “taranbaba” masalıyla çocuk korkutanlar gibi “Sakın yapmayın, Mustafa Kemal’in dindar versiyonu olursunuz sonra” diye yayın yoluyla “ikna odası” kuruyorsun Arınç’a!
***
Hayır anlamadığım madem bu kadar kanına dokundu, çık mertçe söyle:
- Ben de ensesti savundum, madem tahammülünüzü bu kadar zorluyordu, gazetemiz yayın hayatına başlarken neden bir “ensest, seks savunucusu, sado-mazohizm meyillisi, fahişe düşkünü”nün yaptığı gazetenin reklamlarında boy gösterdiniz, “Ben de Taraf’ım” diye... Madem tahammülü bu denli zordu neden bunca zaman nefes borusu oldu bize “muhafazar” mahalle...
***
Bunu desen, çelişkisini Arınç’ın yüzüne vursan neyse!
Ama tutup da, “Kendim için birşey istiyorsam nemerdim” pozları kesmenin alemi ne?
“Ensest”i, baba ile kız, anne ile oğul, iki kardeş arasındaki sevginin doruğa çıktığı an kabul edenlere onay veren ve “iki kişi istiyorsa neden olmasın” diyen birinin “Anadolu ensest ilişkilerin kurbanlarıyla dolu, bu insanlar konuşacak, dertlerini anlatacak bir mecra bulamazlarsa, biz bu kurbanları yok farz edersek, bu zorbalığı nasıl önleyeceğiz?” masallarına kaç kişi inanır sence?
Yutturamazsın, yemez kimse!
Yorum sizin “Mustafa Balbay’ı biz içeri aldık!..”
Mehmet Baransu
Andıç nostaljisi
Nazlı Ilıcak, 28 Şubat sürecinde Şemdik Sakık’ın ifadesini kaynak göstererek “...medyadaki PKK destekçileri (...) Mahir Kaynak isimli kışkırtıcı ajan, devleti dolandırmaktan hapis yiyen Mehmet Ali Birand, Zekeriya kod adlı Filistin gerillası Cengiz Çandar” yazan Emin Çölaşan için, “Andıç’a mal bulmuş mağribi gibi yapıştı” diyor.
Şeytan işte, dürtüyor;
Vaktiyle köşesinden TKP’lileri Rus ajanı, Zeliha Berksoy ve Genco Erkal gibi tiyatrocuları anarşist, Hasan Fehmi Güneş’i “eşkıya öpen bakan”, Uğur Mumcu’yu demokrasi düşmanı, Muammer Aksoy’u beyaz İdi Amin diye fişlerken, onlarla “uğraşılmasını” isterken kendisinin eline de “mal bulmuş mağribi gibi yapıştığı” bilgi notları tutuşturanlar var mıydı?
Kendilerine saray soytarısı arıyorlar
Şehir Tiyatroları yönetmeliğinin değişmesinden sonra istifa eden Genel Sanat Yönetmeni Ayşe Nil Şamlıoğlu’nun yerine getirilen Hilmi Zafer Şahin “emekçi” olduğunu ve “hep olduğu gibi” bu yıl da 1 Mayıs’a katılacağını söylemiş...
Aman Bünyamin Yılmaz duymasın!
Bünyamin Yılmaz kim mi!
Tabii ya nereden bileceksiniz!
Birkaç gece önce Habertürk’te “arasan bulunmaz, eşine zor rastlanır, şahsına münhasır” halini görüp de, “hayatta bir daha böyle bir tecrübe yaşama şansım olmayabilir” endişesiyle kendimi ekranın karşısına çivilemeseydim (Mecburen, bu yöntemi tercih ettim. Kendimi zapetmesem başımı nerelere vuracağımı bilemeyecektim...) ben de böyle bir bünye ile aynı havayı soluduğumuzdan bihaber, hala bir parça da olsa ümitvar biçimde yaşayıp gidecektim...
Neyse uzatmayalım; şehir tiyatroları yönetiminin sanatçılardan alınıp belediyecilere teslim edilmesinin neden “çok doğru” bir karar olduğunu savunurken şöyle bir laf etti (aslında hesap sorar gibiydi, rövanş maçına çıkmış gibi) zatı alileri:
- Söyleyin bana, Şehir Tiyatroları oyuncuları toplu olarak Cumhuriyet mitinglerine gitmediniz mi?
Şaşırdı tabii tiyatrocular:
-Eeee!
Ne ilgisi vardı ki!..
İlgisi, birkaç dakika sonra -ağzından kaçırdığına inanmak istediğim- şu soruda gizliydi:
- Başbakan’ı mutlu etmek için ne yaptınız,
Başbakan neden mutlu değil, neden mutlu edemediniz?
Benim bildiğim, tiyatro maskaralık değil, en klişe ifadesiyle “insanı, insana, insanla, insanca anlatma sanatı”dır... Ne yani, şimdi aktör ve aktristler “saray soytarısı” olmayı reddettikleri için mi cezalandırıldılar!
Amerika bu işin neresinde
2002 yılıydı.
Harp Akademileri’nde “Türkiye-AB” sempozyumu vardı.
MGK Genel Sekreteri Org. Tuncer Kılınç da izliyordu.
Oturumun sonunda -alışık olunmayan bir şekilde- söz aldı.
“AB’nin Türkiye’ye bir hayrı olmadığını” söyledi. Yeni arayışlara girmemiz gerektiğini belirtti ve dedi ki:
“Bunun da en doğru yöntemi, Rusya Federasyonu ile birlikte, ABD’yi göz ardı etmeksizin, mümkünse İran’ı da içerecek şekilde arayış içinde olunmasıdır.”
Amerika ile iki düşmanının aynı cümle içinde kullanılması, alışılmadık bir çıkıştı.
Tarihimizden edindiğim bilgiyle “Amerika bunu affetmez” dediğimi hatırlıyorum.
Nitekim öyle oldu.
Org. Kılınç, 2009’da Ergenekon dalgalarından birinde gözaltına alındı.
***
Şimdi gelelim güncel tartışmaya:
Cengiz Çandar, Taraf’taki söyleşisinde “28 Şubat’ın İsrail destekli bir darbe olduğunu, ABD tarafından da desteklediğini” söyledi.
***
Hepimizce malum olduğu üzre, Washington bazı darbelere önayak, bazılarına engel olur.
Öyle anlaşılıyor ki, 28 Şubat’ta “Amerikan karşıtı ve millici” olarak gördükleri Erbakan’ın devrilmesini (eğer bilfiil tezgâhlamadılarsa en azından) keyifle “seyretmişler”.
2009’dan beri de “Amerikan karşıtı- ‘Kızıl Elmacılar’”ın tasfiyesini yine ellerini ovuşturarak izliyor olmalılar.
***
Ve bu tabloya ilaveten, yine 23 Nisan tarihli gazetelerde yer bulan iki ayrıntıya dikkat çekmek istiyorum.
Biri Aslı’nın konuştuğu Amerikalı yetkilinin bir teşhisi:
“Erbakan, Erdoğan gibi de değildi. Tutarsızdı.”
Bir de aynı günkü bir başka habere dikkat çekelim:
“BDP, eşbaşkanlar düzeyinde bir heyetle Kürt sorununu görüşmek üzere Washington’a gitti. Şerafettin Elçi; ‘ABD artık bu işin içinde’ dedi.”
Hangi işin içinde değil ki?
Can Dündar / Milliyet
Siz ABD adına Suriye Devlet Başkanı Esad’ı devirmeye çalışır, Irak’ta Barzani’yi korumak için Başbakan Maliki ile çatışırken... Stratejik ortağınız İsrail ve Yunanistan’ı yanına alıp size karşı tatbikat yapıyor... İbret verici bir tablo...
Melih Aşık / Milliyet
Camileri satışa çıkardılar
2012’de hastalıklara iyi geliyor hurafesiyle deve idrarı içenlerin, 1936’da camilerin ahır yapıldığına inanması gayet normaldir.
Kahramanmaraş’ta hayırsever işadamı tarafından yaptırılan “cami...” Aynı hayırsever işadamının borcu yüzünden haczedildi, İcra İflas Müdürlüğü tarafından açık arttırma usulüyle satışa çıkarıldı.
Muharrem İnce, TBMM kürsüsüne çıktı, fotoğraflarını gösterdi, TBMM tivi sansürledi. Malatya Belediyesi, Hollandalı firmaya arazi sattı. Hollandalı firma, arazi üzerindeki “cami”yi dozerlerle yıktı.
Rize’de, Adıyaman’da, Giresun’da, Zonguldak’ta, Niğde’de borç yüzünden “cami”lerin elektriği kesildi. Merkezi sistem hoparlörleri çalışmadığı için, müezzinler avluya çıkıp ezan okudu.
Edirne’de 3-5 değil, 35 “cami”nin ısınma amaçlı elektriği kesildi. Ve dün...
“Türbe”ye haciz geldi!
Utanmadan “senin bu yaptığını Çorumlular yapmaz” derler ama, Çorumlulara bunu da yaptılar.
Yörüklü Belediyesi vergi borcunu “yatır”madığı için, Ergülü Baba “Yatır”ına haciz koydular.
Yılmaz Özdil / Hürriyet
28 Şubat soruşturması kapsamında yine dalga dalga gözaltına alınan, tutuklanan generalleri izliyoruz.. TV haberleri “aranan evleri” gösteriyor. İyi de olayın üstünden 14 yıl geçmiş, arayıp da ne bulacaklar ki? İnsanın güleceği geliyor kapılara dikilen polisleri, evleri didik edenleri görünce!
Ruhat Mengi / Vatan
Neremiz neremizdir?..
Bence devletin organlarını karıştırdılar:
Okullar; Kuran kursu...
Tiyatro; fen işleri müdürlüğü...
Mahkeme; ceza infaz...
Genelkurmay; şeref kıtası...
Camilerin ne olduğunu kendisi açıkladı zaten; kışla...
Her şeyin yeri değişince...
İyi ki çıkışta makam arabası yerine korumasının sırtına binmedi...
Dışişleri Bakanı gidip Suriye’nin İçişleri Bakanlığı’nı yaparken... Kendisi de gitti demokrasiyi nerede aradı?..
Katar’da...
Bu ülkeyi düşman çizmesinden kurtaran, camilerin açık kalmasını, imamın minareye çıkıp ezan okumasını sağlayan kahramanlar ile... Dini ticarete, siyasete alet edip, insanları dinden imandan soğutan düzenbazlar da karıştırılınca...
Atatürk suçlu çıktı...
Bekir Coşkun / Cumhuriyet
Kulak mollaları
Şehir Tiyatroları halktan uzak, kapsayıcı değilsiniz...
Tiyatrocu soruyor: Madem uzak, niye yüzde 70 doluluk oranıyla, artan izleyici sayısıyla oynanıyor oyunlarımız?
Mütedeyyin insanların seveceği oyunlar oynanmıyor...
Tiyatrocu soruyor: Ne gibi oyunlar mesela?
Geleneksel oyunlara yer verilmiyor...
Tiyatrocu soruyor: Geleneksel tiyatrodan kastınız nedir?
Bizim paramızla bizim değerlerimize hakaret edemezsiniz.
Tiyatrocu soruyor: Bir hakaret örneği gösterebilir misiniz?
***
Siz doktorlar paragözsünüz, tek derdiniz muayenehaneleriniz...
Doktor soruyor: Türkiye’de 120 bin doktordan sadece bininin muayenehanesi olduğuna göre siz bu genellemeyi hangi terazide yaptınız?
Hastalara hakkıyla bakmıyorsunuz, tabii sonra hasta yakınlarından dayak yiyorsunuz...
Doktor soruyor: Sağlıkta dönüşüm adlı yeni politikayla hastaya ayırdığımız süre 5 dakikaya inmişken bizi öldürmek yerine hastayı müşteriye dönüştüren bu sistemi sorgulamanız gerekmez mi?
***
Duruşmalara girmeyerek davayı uzatıyorsunuz, süreci kilitliyorsunuz...
Avukat soruyor: Biz mi uzatıyoruz, yoksa dijital delillerin sahih olmadığını gösteren bilirkişi raporlarını teyit edecek bir kuruma göndermeyen mahkeme mi?
Duruşmalara girmeyerek siyasi bir hareket yapıyorsunuz, yargılamayı etkiliyorsunuz...
Avukat soruyor: Biz mi siyasi hareket yapıyoruz, yoksa aylarca savunmaya CD imajlarını vermeyen, hayati bilgileri adli emanete saklayan, iddianamede kilit isimler olarak sözü edilen eski Genelkurmay Başkanı’nı ve kuvvet komutanını tanık olarak dinlememekte ısrar eden mahkeme mi?
***
Birtakım kulak mollaları var. Yaprak dolma şekline getirilmiş cümleleri tıkamışlar duyma organlarına, dinlemeden, bilmeden, okumadan konuşuyor, sayfa sayfa yazıyorlar.
(...)
İki seçenek var: Ya bu tip bir tartışmanın içinde kulak mollalarıyla kutu kutu pense oynarsınız ya da bir nefes alıp sorulan soruların yanıtlarını ararsınız.
Ezgi Başaran / Radikal