“Tanrım, Bizi Türklerden Koru!”
Adam uçurumun başında aşağıya gözlerini dikmiş, “Kırk beş, kırk beş, kırk beş!” deyip duruyormuş. Bir müddet bu durumu seyreden arkadaşı yanına varmış, “Yahu nedir saatlerdir kırk beş, kırk beş deyip durman?” der demez öbürü onu anî bir hamle ile uçuruma itip saymaya devam etmiş: “Kırk altı, kırk altı, kırk altı!”
Ermeni’sinden Yahudi lobisine, Yunan’ından Fransa’sına, ABD’sinden Almanya’sına bütün Türk düşmanları sözde soykırımı tanıyan ülkeleri, “On sekiz, on dokuz, yirmi!” diye sayıp duruyordu, İsveç’le birlikte, “Yirmi bir, yirmi bir, yirmi bir!” demeye başladılar. Yakında bu, otuza, kırka çıkar, işin aslı şu-bu değil, “Türk düşmanlığıdır!”. “Dost” ve “müttefik”lik hikâyedir, “adalet” hikâyedir, “Ermenilerin ölüp ölmemeleri” hikâyedir. Evet, işin aslı “Türk düşmanlığı”dır. Türklerin “katil, soykırımcı” yahut “barbar” sayılması için tavuk kesmelerine bile gerek yoktur, Türk olmaları “kâfi sebep”tir.
Hayır, bunu ben söylemiyorum, Türk tehdidi üzerine araştırmalar yapan Schulze’nin böyle söylediğini Leyla Coşan, “Tanrım Bizi Türklerden Koru” isimli belgesel kitabında onun kaleminden aktarıyor: “Ezelî düşman, yani doğuştan düşman olanı, düşman kabul etmek için herhangi bir düşmanca eyleme gerek duyulmaz. Birinin Türk olması Hıristiyanların düşmanı olabilmesi için yeterlidir”. ABD’de, İsveç’te, şurada burada yaşadığımız ve bundan sonra yaşayacağımız işte budur. Sağ olsun Selcan Taşçı kardeşimiz, “Viking lobisi kına yaksın” başlığı altında kaleme aldığı yazısında Banu Avar’ın İsveç’te yaşadıklarından hareketle meseleyi apaçık ortaya koymuş, kaçıranlara tavsiyemizdir. Adam bilgisiz, belgesiz, “Türkler Ermenilere soykırım uygulamıştır” diyor, Türklerin bilgi ve belgelerle, “Ama işin aslı öyle değil, şöyle!” demelerine ise asla izin vermiyor. Ânında hapishanenin yolunu gösteriyor, eğer kendi tarihçileri tutar, “Ermeniler yalan söylüyor, elimde belge var” falan derse, onun da anasından emdiği süt burnundan getiriliyor.
Neyse, asıl biz ne yapıyoruz, önemli olan o.
Şimdilik yaptığımız, “evet” diyen ülkenin büyükelçisini Ankara’ya çağırmak. İş mi yani! Tamam, tepki ver, vermen de gerekir, lâkin işe yarasın. Ama “Daha önceleri neredeydin?” demezler mi adama? Asıl yapılması gereken, bir yandan bu kararları almış ülkelere geri adım attırmaya çalışırken diğer yandan da önümüzdeki dönemde bu tür kararlar alması muhtemel ülkeler üzerinde çalışmak olmalı. Yapılacak çok şey, tutacak çok el var. Siz bakmayın kimi Türklerin, “Evet Ermenileri kestik” demelerine, deyip bundan nemalanmalarına, hakikat aşığı olan Batılılar hiç de az değil, ama Türkiye şuurlu yönetilmediği için ancak yumurta kapıya gelince ciyak ciyak bağırılıyor. Meselâ ABD’li yazar Sam Weems, neredeyse on yıldır Ermeni bilgi ve belgelerine dayanarak, “Soykırım mümkün değil” diyor ve ekliyor, “Soykırım iddialarını belgeleri ile çürütmek boynumun borcu olsun!” diyor, kim kendisine el uzattı, hiç kimse! ABD ve Avrupa’da pek çok Weems var, ama sahipsiz.
Sonra siz ey yöneticiler biliyor musunuz İsveçli Tarih Profesörü Sven Bring’in ta 1764 yılında, “İsveçlilerin Türk soyundan, İsveççe’nin de Türkçeden geldiğini” ortaya koyan 58 sayfalık bir kitap yazdığını ve bu zâtın Osmanlı tarihinde İnalcık ne ise İsveç tarihinde de o olduğunu? Türkiye’yi yönetenler İsrail’i yönetenler gibi birer devlet adamı olsaydı İsveç’e bu damardan girer, neler yapardı neler...