“Tanrılar kurban istiyor”

Geçen hafta Balyoz Davası’nın hükmen tutuklu emekli subaylarından yani Silivri’den gelen mektupları paylaşmıştım. Bu hafta da Hasdal’dan yani aynı dava kapsamındaki muvazzaflardan gelen mektuplar var masamda.
İlki Kurmay Albay Erdal Hamzaoğulları imzalı. 20 aydır tutuklu olan Hamzaoğulları’nın yazdıkları, basında kiminin kasten kiminin de “akıl, vicdan sahibi olsalar bile askeri planlama mantığına uzak olmalarından dolayı” aynı şeymiş gibi aktardığı “2003 yılındaki Ordu Plan Semineri ile sahte (hepsi dijital, imzasız) Balyoz Planı” arasındaki karışıklığı gideriyor olması açısından önemli.
2001-2003 yıllarında NATO’ya tahsisli 3. Kolordu Komutanlığında Plan Subayı olarak görev yapan Hamzaoğulları “plan semineri”nin nasıl yapıldığı ve ne anlama geldiğini şöyle aktarıyor:
“6 Şubat günü, 5 Mart 2003 tarihinde başlayacak Ordu Plan Semineri’ne katılma emrini aldık. Seminerin konusu Yunanistan’a karşı Egemen Harekat Planı, 3. Kolordu’nun bu plandaki görevi ise Geri Bölge Emniyetiydi. Üç günlük çalışmanın bir günü Geri Bölge Emniyetine ayrılmıştı. Planın, Olasılığı En Yüksek Tehlikeli Senaryo (OEYTS) koşulları altında incelenmesi emredilmekteydi. OEYTS’nin ne olduğunu anlamak için Şükrü Elekdağ’ın “2.5 Savaş Teorisi”ni incelemeniz (Suriye ve Yunanistan’la savaşırken aynı zamanda PKK) ve bunu ülkenin batısına uyarlamanız (Irak ve Yunanistan’la savaşırken aynı zamanda 1. Ordu bölgesindeki iç karışıklık) işinizi kolaylaştırabilir. Sonuç olarak aldığımız emirde olağandışı bir husus yoktu.
(...)
Yakın Harekat Bölgesinde filmlerde izlediğiniz şeyler olur; yani iki taraf birbirini imha etmeye ve ilerlemeye çalışır...
Derin Harekat Bölgeniz ise stratejik önem taşır. Karşı tarafın ihtiyat birlikleri burada bulunur ve cephenin hangi bölgesinde başarı sağlanmışsa oraya intikal etmek üzere bekler. Uzun menzilli silah sistemleri, hava üsleri, stratejik şehirler, ulaştırma düğüm noktaları buradadır; hasmın bütün yakıt, mühimmat, personel vb. ikmali buradan cepheye akar... Hasmın bu bölgedeki her faaliyetini muharebe istihbaratı ile takip etmeniz (...)faaliyetlerini önlemeniz/geciktirmeniz gerekir. Özel Kuvvetlerin Kozmik Odasını arayan hakim sanırım bunları görmüştür, isterseniz sorabilirsiniz.
(...)
Büyük savaşlarda derinliğin ve geri bölgenin taşıdığı önemi anlamak için Lord Wellington’un Waterloo’da Prusya kuvvetlerini nerede kullandığını, Mustafa Kemal’in Büyük Taarruz’da Süvari Kolordusu ile ne yaptığını, 2. Dünya Savaşında Rommel’in ve Guderian’ın zırhlı birlikleri nasıl taarruz ettirdiğini ve Schwarskopf’un Körfez Savaşında tanklarla ne yaptığını inceleyebilirsiniz.
Komşumuz olan ülkelerin her birine karşı, birden fazla harekat planımız mevcuttur. Her planda Geri-Yakın-Derin harekat bölgesinde yapılacakların ayrıntısı bulunur. Her yıl yapılan plan seminerleri ile de bunlar güncellenir, varsa ihtiyaçlar belirlenir, planlar gerekirse tadil edilir.
“Seferberlik ve Savaş Hali Kanunu” gereği, seferberliğin ilanı ile birlikte harekatın icra edildiği bölgenin komutanı, Sıkıyönetim Kanunu’ndaki yetkilere (ayrıca sıkıyönetim ilan edilmemişse bile) otomatik olarak sahip olur. Yani her Harekat Planımızın bir “Geri Bölge Emniyet Eki” ve “Sıkıyönetim Eki” vardır. TSK darbe yapmak için değil ama cephedekilerin arkasını sağlama alarak savaşmak maksadıyla, mevcut her harekat planının geri bölgesindeki sıkıyönetimi de planlar.
Yukarıda anlattıklarım bir kurmay subayın öğreniminin ve günlük mesaisinin bir parçasıdır. TSK bu konulara ilişkin yönergeler, talimnameler yayınlar ve biz bunları ezberlemeden Akademi’nin kapısından içeri bile giremeyiz. Devlet bunları öğrenmemiz ve uygulamamız için bize maaş verir.
Eğer 2003 yılında bir Ordu Komutanı plan seminerinde Geri Bölge Emniyeti konusu üzerinde durmuş ve astlarına bu konuda ayrıntılı sunum yapma emri vermişse, emrindeki hiç kimse “dur bakalım, geri bölgede sıkıyönetim olur, yoksa sen darbe mi planlıyorsun” diyemez... Her yıl yapılan bir plan seminerine emirle katılan personelin günahı nedir? Seminere katılan 162 kişiden yalnız 52’sinin sanık olduğunu hatırlatmalıyım. Bunların da yarısı, benim gibi, yalnız izleyici olmuş ağzını açmamış kişiler.”
Sonuç...
Onu da üç madde halinde sıralamış Hamzaoğulları:
“SONUÇ 1: Sıkıyönetim Planı, Geri Bölge Emniyetinin bir parçası olarak bütün harekat planlarının mutat ekidir. Duyduğunuzda hemen aklınıza darbe gelmesin.
SONUÇ 2: KKK Bilirkişi Heyeti, semineri inceledi ve iddianamedeki hususların olmadığını ısrarla belirten bir raporu mahkemeye gönderdi. Seminere gözlemci olarak katılan Genelkurmay ve Kuvvet Komutanlığı temsilcileri tanık olarak dinlendi, onlar da böyle bir şey olmadı dediler. Mahkeme bunları dikkate almadı. İddianamede zaten seminer suç olarak gösterilmiyor. Sahte Balyoz planının seminerde “üstü kapalı” görüşüldüğü iddia ediliyor. Ancak, “Balyoz” sahteyse seminerde üstü kapalı görüşülmüş bir şey de olamıyor. O zaman şu sonuca varıyoruz: Tanrılar kurban istiyor!
SONUÇ 3: 2010 yılı Temmuzunda Dağ Komando Tugay Komutan Yardımcısı olarak Hakkari’ye atandım. Eylül ve Ekim aylarında Dağlıca Üs Bölgesi Komutanlığı yaptım. 9-10 Aralık gecesi, o gün icra ettiğimiz operasyon bitince, birliklerimi çektiğim 2000 rakımlı Yıldız Tepe’de mevzide biraz uyumaya çalıştım. Ertesi gün mahkemeye gitmek üzere yola koyuldum, gittiğim mahkemede tutuklandım. Bir emekli General “Hakkari elden gitti” demiş. Gitmemiştir tabii. Ama giden başka bir şey. Aynı mevzide soğuktan titreyerek birlikte beklediğimiz, helalleşip öyle operasyona çıktığımız subay ve astsubaylar şimdi aslanın kediye nasıl boğdurulduğunu görmüyor mu zannediyordunuz. Neredeyse otuz yıldır askerler terörle mücadelenin kahrını çekti. Şimdi bize bu komplolar kurulur, haysiyet cellatlığı yapılırken millet sessiz. Sezar’ı yıkan Brütüs’ün bıçak darbesidir! Gerçekten ve bütün saflığımla merak ediyorum: Bu ülke “henüz sanık olma şerefine nail olamamış” askerlerinden halen kahramanlık bekliyor mu?”

***

Mektubu okurken Afyon’da cephanelikteki patlamada 25 evladımızın “Görev esnasında doğal afet nedeniyle şehit” düştüğünü bildiren raporun haberi geldi.
Deprem, tsunami, hortum filan tamam da, insan inşası cephanelikte, sorumsuzluk neticesi meydana gelmiş olan “patlama” nasıl “doğal afet” olur!
Bildiğim “tamamen insanların kontrolü dışında”dır “doğal afet”;
Afyon’daki skandal ise olsa olsa;
“Gafil afet”, “Hain afet”, “Arsız afet”, “Pişkin afet”, “Vicdansız afet”, “Ciğersiz afet” olur!
Ben de Hamzaoğulları gibi “gerçekten ve bütün saflığımla merak ediyorum”:
Bu ülke “henüz şehit olma şerefine nail olamamış” gençlerinden halen düğüne gider gibi askere gitmelerini,
(Vatan uğruna olsa can feda da) “Henüz kucağı boş bırakılmamış” analardan, kuzularını, canlarını, yavrularını gaflete, ihanete, ahmaklığa kurban etmelerini bekliyor mu? Bekleyebilir mi?

Yazarın Diğer Yazıları