Talih kuşu sendromu
Devletten tırtıkladıklarını pişkince gizleyenleri ‘yancı’ korkusu sarmış. ‘Zordayım, para gönder’ diyenlerden yakınan Koru’ya bakılırsa, TRT zenginleri, ‘ikramiye kazanan talihli’ paranoyasına kapılmış: Ya piyangoyu kaptırırsak
Yandaş yazarların TRT’den aldıkları ücretlerle ilgili, TBMM’ye de taşınan iddiaları cevaplayan Fehmi Koru, “Üçte biri... Beşte biri... Onda biri...” diye kıvrandı durdu da, bir türlü adını koyamadı.
Bir gazeteci, “şu kadar alıyorum arkadaş” deyip işin içinden sıyrılmak varken, okuyucusuyla kurduğu güvene dayalı ilişkinin sarsılmasına engel olmak, iddialarla üzerine düşen şaibe gölgesinden kurtulmak şansı varken, neden en yakınlarının bile “acaba mı?” diye şüphelenmesine göz yumar ki!
Kendisi de yazıyor işte, yakın çevresini bile tırmalamaya başlamış para mevzuu: “Geçende sevdiğim bir dost, ”Arkadaşlar arasında konuşuluyor“ tasrihiyle bir ayda elime geçtiğine dair iddiaya girilen son rakamı yüzüme karşı söyledi. Güldüm. ”
Üçü beşi mi var?
Kişilerden önce, önceki gün Tufan Türenç’in yazdığı gibi “gazetecilik mesleği” ne düşen bu lekeyi “Telâffuz ettikleri rakamların en azının onda birini bile ödemiyor TRT program yaptırdığı gazetecilere... Ben de onlardan biriyim de öyle biliyorum...” diyerek temizlemek mümkün mü?
Bu ülkede çocuğunu, cebine 1.5 TL dolmuş parası koyamadığı için okula gönderemeyen aileler varken, sabah ayazında üç kuruş ucuz diye halk ekmek kuyruğunda beklerken kalp krizi geçirip ölen emekliler varken, 1 TL için cinayet işlenirken üçte biri değil, üç yüzde biri olsa ne olacak?
Hem haksız kazanç, haksız kazanç değil midir?
Günahın büyüğü, küçüğü mü olur?
Diyor ki Koru, “Niye bu yazarlar?’diye sorsalar herhangi bir sorun olmayacak; ”Bu yazarlara devlet kesesinden program başına 30-50 milyar TL ödeniyor“ demeyi tercih ediyorlar...”
Nereden baksanız iki yıldır “neden bu yazarlar” diye sormuyor muyuz;
İlle de uçağa mı binmeli? İlle de fasıl mı düzenlemeli? İlle de Mardin güvercini tipi taklacı yazar mı olmalı? Biat mı etmeli?
Sormuyor muyuz?
Ne zaman “seçilmiş” olmasını sağlayan, onu meslektaşlarından “yukarı” çıkaran “üstün” kabiliyetlerini sıraladı?
Kaç gazeteciden daha zeki? Kaç gazeteciden daha çalışkan? Kaç gazeteciden daha özgün? Kaç gazeteciden daha entelektüel? Kaç gazeteciden daha tecrübeli? Kaç gazeteciden daha itibarlı? Kaç gazeteciden daha reytingli sanki?
Devletin zirvesindekilerle “eski dost” olmanın dışında, onu farklılaştıran bir özelliği var mı?
Yalı değil malikaneymiş!
Sorarsanız “yalı”sı olduğu iddialarını yalanlıyor. Diyor ki, “Yalı, herkesin bileceği üzere, deniz kenarında olur; Boğaz’ın iki yakasında sıralanan denize sıfır mekânlara verilen addır ’yalı’... Bu tanıma uyan bir evde oturmuyorum ben. Evim Beykoz’da, mütevazı bir mahalle arasında. Denizle tek irtibatım, mahalledeki pek çok evle birlikte, evimin Beykoz koyuna bakıyor olması...”
Toplumun yarısından fazlasının standartlarına göre epey gösterişli olan evin fotoğrafları yayınlanmadı mı? Fotoşop mu onlar da?
Ne yani; yalı değil de boğaz manzaralı malikane olunca, değirmenin suyunu sormak gerekmiyor mu?
Mütevazi mahalledeymiş!
İstanbul’un en lüks evleri de, gecekondu semtleriyle dipdibe değil mi?
Sadakan olsun
“Nedense hep ’para’ üzerinde yoğunlaşıyorlar. Trilyonluk yalıda oturuyor diye yazıyorlar. Neredeyse yıllık gelirim olan rakamı aylık gelir olarak sunuyorlar... TRT herkese ne veriyorsa bana da onu veriyor, o rakamı 10 ile çarpıyorlar...” diye yakınmasının sebebi başkaymış meğer.
Fehmi Koru, paranın adını anmaktan neden korktuğunu da açıkladı:
“İşi ’para’ tezviratı boyutunda tuttukları takdirde bana vız gelir, tırıs gider... Bazen sağda-solda okudukları tezvirata inanan saf tiplerin ”Zor durumdayım, para gönder“ türü teklifleriyle de karşılaştığım oluyor elbette; o tür tekliflerin sıklık oranı ülkenin ekonomik durumuna ışık tutuyor, o işe yarıyor hiç olmazsa...”
Neymiş? Demek ki ekonomik kriz teğet geçmemiş. Demek ki, Koru’nun AKP’nin ekonomi dehaları üzerine yaptığı güzellemeler balonmuş. Uçan balon! Bir milletvekili soru önergesiyle gagalayınca; patladı gitti!
Hem ne olur, ekonominin krize soktuğu vatandaşa yardım eli uzatsan. Sadaka vermek için ille de seçimi mi beklemek gerek?
Al birini vur ötekine
Mesele Fehmi Koru meselesi de değil. Milletin vekili soruyor; topu birden sağıra yatıyor.
“TRT Haber’den program başı 7500 lira” aldığı söylenen Ergun Babahan da dün sözde cevap veriyor:
“Hayır, program başı 30 bin lira alıyorum, toplam reklam gelirinden yüzde 5’im var. Limitsiz kredi kartı, son model bir Mercedes verdiler, yazsonunda da Boğaz’da bir yalı alacaklar.”
CHP’ye saldırıyor: “Bu iş bu kadar gayri ciddi yapılınca, ana muhalefetten öteye gidemiyorsunuz”
Türenç’e saldırıyor: “Talimatla yazmanın bedeli bu.”
Sen “muhalefetten öteye”, iktidarın zihinlerimizin en bakir alanlarını istila etmek pahasına kurduğu medya mahallesine nasıl gittin, yanaşmakla yazmanın bedeli ne?
Açıkla da öğrenelim o zaman!
***
Altan itiraf etti: Projeydim, kullanıldım!
Bloomberg HT’de Gülin Yıldırımkaya’ya konuşan Mehmet Altan, Star Gazetesini’nin kendisine “proje” olarak baktığını söylemiş. Kavram kargaşası yaşanmasın. Proje, “Önceden plan ve programa alınmış, maliyeti hesaplanmış, yönetim organları tarafından onaylanmış, vadeye bağlanarak gerçekleştirilmesi kabul edilmiş çalışma tasarısı” demek.
“Bir dönem bir işi başarmak için sürekli sizinle beraber olanlar, o iş başarıldıktan sonra ortadan kayboluyor. Bir şekilde o iş başarıldı, kurtarıldı proje olarak bakıyorlar” diyen Mehmet Altan’ın itirafı şu anlama gelmiyor mu:
Beni kullandılar, işleri bitti, şimdi de üzerime sifonu çekmeye hazırlanıyorlar!
Sifonun sesini duymadan önce, patronlarının “kullanma” eylemi sürerken nerdeydi “duruşun” Mehmet Altan?
Hatırlar mısın tam iki ay önce bugünlerde bir grup “meslektaşınla” kameraların karşısına geçip “kullanılacaklar” listesindeki gazeteciler hakkında suç duyurusunda bulunmuştun.
Hem de onlar senin gibi “itiraf”ta bulunmadıkları, hatta bütün ithamları kesin bir dille reddettikleri halde; yargısız infaz yaparak...
Şimdi seni kim şikayet etsin?
Sen seç: Nazlı Ilıcak mı, Cengiz Çandar mı, Genel Yayın Yönetmenin Mustafa Karaalioğlu mu, Emre Aköz mü, Ali Bayramoğlu mu, Gülay Göktürk mü; yoksa bu şerefe ağabeyin Ahmet’in mi nail olmasını tercih edersin?
Öyle “ben ilişkilere proje gibi bakmam” diyerek bu işten yırtacağını sanma?
Sormazlar mı adama, bu kadar gönüllüsü varken, bu gazete neden kullanmak için seni seçti diye?
Söyle bakalım, hangi cevheri keşfettiler de kullanabileceklerini düşündüler ve hatta kullandılar seni?
“Mehmet Altan projesi”nin maliyetini göze aldıklarına göre, buna değecek bir hedefleri olmalı değil mi?
Neydi o hedef? Ve kaça patladı?
***
Belli ki ulufe
dağıtılıyor
TRT’nin “müthiş” habercilik başarısı gösteren, olacakları olmadan haber veren kanalı TRT Haber’de bazı gazetecilere program yaptırılacağı ortaya çıktı. Bu kişiler ayda 30 ile 40 bin lira arası ekstra para kazanacaklar. Haftada birkaç saat ayırdıkları bir işten. Üstelik bunların pek çoğu televizyoncu filan değil. İzlenecekleri de yok. Belliki ulufe dağıtılıyor. Bu olay ortaya çıkınca bunlardan sadece biri, Ekrem Dumanlı, TRT’de yapacağı program için para istemediğini açıkladı. Peki ya diğerleri? Tüyü bitmedik yetimin vergisinden toplanan paraları, utanmadan cebe indirmeye devam edecek ve ortalıkta şerefli gazeteci diye dolaşacaklar mı? Bu kadar mı ucuzladı bu iş!
Fatih Altaylı / HaberTurk
***
Duysa böyle yazardı
İnternet sitelerine düşen haberi okuyunca “Eyvah TRT bunu duymasın” diye bağırmışım. Haber şu: “Güneydoğu’da, PKK operasyonları başlıyor. Bolu Komando Tugayı’ndan 60 kamyon mühimmat ve silah, sabah erken saatlerde Şırnak’a doğru yola çıkarıldı.” Bu olay önce TRT’nin liboş, yandaş ve AKP borazanı kadrolarına ulaşmış olsaydı, haberler ekranda şöyle başlardı: “Flaş flaş... Son dakika... Bolu’dan meçhul bir yere, silah ve cephane yüklü 60 sivil kamyon yola çıktı. Kamyonlar Ankara’ya yaklaşıyor. Yapılan ihbar üzerine polis alarma geçti... Taşıdıkları el bombaları, silah ve cephanelerin Ergenekon ve Balyoz bağlantısı üzerinde duruluyor... Darbe yapıp Sayın Başbakanımızı mı götüreceklerdi?.. Türk büyüğü Bülent Arınç’a suikast düzenlenecekti.”
İyi ki bu haberi önce TRT (Tayyip Radyo Televizyonu) duymamış, bizi Allah korumuş!
Emin Çölaşan / Sözcü
***
TRT’ye de böylesi yakıştı
İlhan Turalı, “TRT de yayınlanan Gazeteci Gözüyle programını izlememin neden Amberin adlı hanım gazeteciyedi. Siz bu yazardan sık sık bahsettiğiniz için merakım mucip oldu sonuna kadar izledim” diye yazmış e-postasında. Biz “bu yaramaz” diyoruz diye bir gazeteciyi “okumadan hakkında hüküm veren” varsa yanlış yapar. Bu sayfa kim, nerede, ne yazarın “adres defteri” gibi. İsteyen istediğinin köşesini, sayfasını, ekranını ziyaret eder ve nihayetinde özgür iradesiyle karar verir.
Mesela Turalı, bakın nasıl aktarmış kendi gözlemini: “Sürekli olarak saçlarını bir o yana bir bu yana sallaması rahatsızlık verici olmasına karşın sabırlı davrandım. Ve bakın neler öğrendim: Doğuda onarılarak açılan Ermeni kilisesi Akdamar’ın sürekli açık tutulmasını istedi. Müze olan kilisenin tepesine haç konulmasını istedi. Kars’taki Anı kilisesinin onarılarak açılmasını istedi. Ermeni diasporası ile iyi münasebetlere girilmesini istedi. Ermeniler’in 1915 te çok acı çektikerini belirtti. Ece Temelkuran’ın Ermeniler’e yapılan zulmü içeren kitabının yakında İngilizce ve Ermeniceye çevrileceği müjdesini vermeyi de ihmal etmedi. Taraf’ın ilerde yazılacak demokrasi tarihinde yerini alacak yayınlar yaptığını belirtti...”
Karar sizin!
***
Hasan Cemal şu MİT’çileri açıklasa!
Gazetecilik iktidarlara mesafeli olmaktır denir ama, bizde neredeyse tersi geçerli.
Geçen hafta, MİT’ten ajanlık teklifi alıp da kabul etmeyenleri dinledik hep.
Peki, kabul edenler?
Onlar da, onları tanıyanlar da susuyor.
Hani, Mesut Yılmaz başbakanken Zafer Mutlu ve Hasan Cemal’e 22 kişilik bir liste göstermiş ya, MİT’e çalışan gazeteciler diyerek, Hasan Cemal o listeden anımsadıklarını açıklasa, yürüttüğü demokratikleşme ve sivilleşme mücadelesinde önemli bir adım atmış olur aslında!
Bir yanda kendini siyasal,
askeri, istihbari, ekonomik
güçlerin yatağına atmış gazeteciler var, öte yanda da o gazetecilerden gelen bilgilerle
aydınlanıp doğru kararlar
verecek vatandaşlar...
Bir reform paketi de medya için yapılmalı ama, onu da bu iktidar yaparsa şimdiki halimizi ararız galiba.
L. Doğan Tılıç / Birgün
***
Evrensel hukuk normu
Evrensel hukukun temel normu nedir?
Bir kişi suçluluğu ispatlanana kadar
masumdur.
İnterpol 188 üye ülkede kırmızı bültenle kendisini arıyor. Davaya bakan hakimler Hakan Uzan’ın savunma hakkını gözeterek, ifadesine başvurmak üzere bu arama kararını askıya aldılar. Türkiye’de özellikle Ergenekon sürecinde yaşananlara bakalım. Ne ile suçlandığını bilmeyen insanlar aylardır tutuklu... Daha önemlisi bu ’şüpheliler’yapılan sorumsuz/ kasıtlı yayınlarla ve kolluk kuvvetlerinin uygulamalarıyla suçlu muamelesi görüyorlar. Hakan Uzan olayı bizim hukukun ne olduğuna dair oturup düşünmemiz gereken bir derstir. Serdar Akinan / Akşam
***
MİNİ YORUM
Karamsarlık için erken
Hasan Selçuk Özaydın, seyirci olmadığından Uşak’ta “Dersimiz Atatürk” seansının iptal edildiğini söylüyor ve soruyor “Atatürk’ten soğutma işinde galiba başarılı oldular ne dersiniz?” Gişenin, toplumun milli değerlerle bağının değil, ticari ürünün pazarlama başarısının ölçüsü olduğunu söylerim. İlla budur derseniz de, İstanbul’da aynı film için dolup taşan salonları gösterir ve karamsarlığa kapılmakta aceleci davranmışsınız derim!