Takıntılı ekonomi yönetimi, istikrarı bozdu
Atatürk’ün ekonomik anlayışında akılcılık vardır. 1923-1932 arasında piyasa öncelikli politikalar uygulandı. Ancak özel sektörde birikmiş sermaye olmadığı için devreye devlet girdi. 1933’den sonra devlet birçok yatırım yaptı. Gerek piyasa öncelikli uygulamalar ve gerekse devletçilik uygulamasında da, daima ulusal çıkarlar ve halkın refahı ön planda tutuldu.
Bizim ve dünyanın yaşadığı sorunlar göstermiştir ki, ideolojik takıntılar, sloganlar, ekonomide uyumsuz politikaları gündeme getirmekte ve bundan toplum zarar görmektedir.
İktisat politikalarında farklı ülkeler, farklı zamanlarda genel anlamda benzer ekonomik felsefeyi benimseyebilir. Ancak aynı program ve aynı araçlarla aynı sonuçların alınması mümkün olmaz. Çünkü söz konusu politikalar, ülkenin içinde bulunduğu ekonomik konjonktüre, toplumun tüketim-tasarruf alışkanlığına, halkın bilinç düzeyi ve psikolojisine ve ülkeyi yönetenlerin siyasi anlayışına göre farklı sonuçlar verir.
Örneğin, ekonomide durgunluk varsa, genişletici, toplam talebi ve istihdamı artıracak politikalar uygulamak gerekir. Buna rağmen IMF’nin faiz dışı fazla şartının bir anlamı olmaz. Tersine yüksek enflasyon varsa, faizleri yüksek tutmak, bütçede kısıntıya gitmek gerekecektir.
Ekonomide doğru aracı kullanmadığınız takdirde, balonu söndüremezsiniz. Başka bir dengesizlik ortaya çıkar.
En iyi örnek dalgalı kur sistemidir. 2003-2008 arasında, Hükümet ve Merkez Bankası, enflasyonu yapısal çözümlerle değil, kuru baskılayarak kısa yoldan çözme yoluna gittiği için cari açık patlak vermiştir.
Gelenekler, bilinç düzeyi ve halkın sosyal anlayışı da, bu politikaların farklı sonuçlar vermesine neden olur. Örneğin Anglo-Sakson toplumlarda vergiye karşı direnç daha azdır. Örneğin ABD’de vergi kaçağı daha azdır. Buna karşılık Latin ülkelerinde vergiye tepki daha fazladır.
Bizim gibi ülkelerde de vergi kaçağı ve yer altı ekonomisi daha yaygındır. Bu nedenlerle söz konusu ülkelerde aynı vergi şablonunu kullanmak, farklı sonuçlar doğuracaktır.
Gelişmekte olan ülkelerin dışa açılması ve küreselleşme dünyada bir slogan oldu. Herkese, her topluma yararlı olacak diye beyinler yıkandı. Ancak 2009 dünya ekonomik krizi gösterdi ki, küreselleşme dünya için ve özellikle bizim gibi ulusal politika uygulamayan bazı ülkeler için ağır maliyet getirmiştir.
Biz küreselleşme hevesiyle, son 7 yılda 167 milyar dolar cari açık verdik. Borçlanarak, altyapı yatırımlarını satarak bu açıkları kapatıyoruz. AKP iktidarında, yurt dışına 32 milyar dolarlık kâr transferi oldu.
2003-2009 arasındaki 7 yılda dünyadaki gelişmekte olan ülkeler ortalama yüzde 54 büyürken, biz daha az, yüzde 34 büyüdük. Yani küreselleşme bugünden yarınımızı da aldı. Eğer ulusal çıkarları dikkate alan, halkın refahını önde tutan bir siyasi anlayış olsaydı, bu kadar maliyete girmezdik. Mamafih Çin, Hindistan ve Brezilya gibi ulusal politikalar uygulayan ülkeler küreselleşmeden kazançlı çıktı.
Şimdi hükümet işi, hem siyasi açıdan, hem de ekonomik açıdan daha da çözümsüz noktaya getiriyor. Açılım toplumu kamplaştırdı. Anayasa değişikliği toplumu daha çok gerecek. Köprü ve paralı yol gibi gelir getiren yatırımların satılması da, gelecekteki gelirlerin bu günden kullanılması demektir.