Takdirname niyetine...
“AB süreciyle ilgili olarak idamın kaldırılması nedeniyle bir sıkıntıları var”mış, yoksa çocuk cinayetlerinin “hakkı idam”mış!
Hırsızlığın hakkı da çalan eli kökünden kesmek ama hırsız senden olunca, “kesmeyelim, kol kırılsın ama yen içinde kalsın” modeline kırıverdin dümeni...
“İdam”ı yorumlayışın da onun gibi mi;
Çocuk cinayetlerinin hakkı idam ama bebek katili “müzakere ortağın” olunca “af” bile sineye çekilebilir; yeter ki zeval gelmesin “açılım”a!
Her hafta elinde illa ya bir kitap sayfası, ya bir dergi kapağı, ya bir yazışma fotokopisi salladığına göre milletin suratına, iyi arşivcisin belli... Bir zahmet kaldırıver o sümeni, illa, “milliyetçi olman gereken durumlarda(!)” kullanmak üzere saklamışsındır birkaç ibretlik PKK terörü fotoğrafı oraya...
İyi bak, bir baskında bir baskında 10’u, bir baskında 12’si, bir baskında 16’sı, bir basında 20’si birden “toplu katledilen” o çocukların suratlarına... Parçalanmış bacaklarına, kesik kollarına... Kimi diri diri yakıldığı için kömür olmuş o minik bedenlere iyi bak... İyi bak, beşiğinde kurşunlanan o kundak bebeğine...
Bu dünyada “yırttın” da,
Ahirette yapışmayacaklar mı sanıyorsun; bütün diğer vebal sahipleri gibi senin de yakana!
Eski yardımcın Ertuğrul Yalçınbayır, Cumhuriyet’ten Utku Çakırözer’e itiraf etmişti bundan iki yıl kadar önce:
“İdam cezasının kaldırılmasıyla ilgili iki önemli değişiklik vardır. Birincisi, biz AK Parti’nin muhalefette olduğu 3 Ekim 2001 tarihli anayasa değişikliğidir. Türkiye Öcalan’ın yakalanmasından sonra idamın uygulanmayacağına dair bir moratoryum ilan etmişti. Uluslararası konjonktür de idamın kalkmasından yanaydı. O dönem Çankaya Köşkü’nde yapılan bir liderler zirvesi vardır. Oraya Tayyip Bey ile birlikte çıkan kişi benim. Biz o dönem ‘hayır’ demedik. Parti yönetiminde konuyu tartıştık. Karşı çıkanlar olmasına rağmen çoğunluk ‘evet’ denmesinden yanaydı. Meclis’te gizli oylamada da biz buna ‘evet’ oyu verdik. Biz olmasak zor geçerdi.” Ki itirafa ne gerek...
41 AKP milletvekili de, idamın kaldırılmasına “Evet” oyu verdi mi?
Verdi.
Oylamadan sonra “Bu çok büyük bir başarıdır. TBMM’yi takdir ediyorum, alkışlıyorum” dedin mi?
Dedin. Benim sözüm yok...
Her gün bir evladı, bir sapada, her türlü sapıklığın, işkencenin, hunharlığın acısını hissede hissede katledilen ve fakat katilleri sayenizde “müstehak” oldukları sona mahkum edilemeyen bu millet de seni nasıl biliyorsa öyle takdir etsin...
AKP aday adayı
Sanırsın “Valilik” değil “AKP İl Teşkilatı”nda konuşuyor Abdullah Gül:
“Sayın Başbakan’la hangimizin aday olacağıyla ilgili ikimiz arasında bir karar vereceğimizi söyledik...”
“AKP aday adayı” olduğunun ilanı demek olan bu sözlerden sonra Cumhurbaşkanlığı’nın “tarafsızlığı”ndan bahsedilebilir mi! Genel Seçimler öncesi İçişleri, Adalet ve Ulaştırma bakanlıklarına “tarafsız” atama mecburiyeti gibi, “propaganda” döneminde Cumhurbaşkanlığı makamı için de böyle bir uygulama mı başlatılsa acaba?!
Müstehak!..
Valla kıskandım!
Kırmızı masa örtüsü...
Rengarenk çiçekler...
“Tepeden tırnağa uyumlu, şık ve bakımlı” kavalye de tamam!
Bir mum eksik masada...
Bir de tango çalsa!..
Beni bugüne kadar Silivri diye, başka bir yere mi götürüyorlardı acaba!
Bir ihtimam... Bir ilgi... Ayakta karşılamalar... Tebessümler... Kibarlıklar... İncelikler...
Sonuç:
“Hurşit Tolon anlatıyor da, bir de o dönem komutanların diri tuttuğu ’iç düşman, bölünme tehdidi, şeriat tehlikesi’paranoyaları hâlâ belleğimizde. Hrant Dink öldürüldükten sonra ‘Hepimiz Ermeni’yiz’ pankartlarına tepkisi hafızamızda... Seçilmiş iktidarı tehdit görebilen, laikçi ve darbeci zihniyet maalesef bu ülkeye çok zarar verdi. Ancak bu zihniyetin sahiplerinin işledikleri suçların hesabı sorulmazken başka bir hesabı görmek için bu gün bazıları paravan olarak karşımda oturan Paşayı ve başkalarını kullanılıyor olabilir mi? Tolon’un anlattıkları bana bunu kuvvetle düşündürtüyor...”
Celladın olmuş düzenin kalemşorlarına “tenezzül”e değmiş mi siz karar verin!
Ben mi! Şimdi susuyorum.
Ama bir daha “satılmış medya” diye başlayan olursa lafa çok ağır yazarım...
Müstehak!
Neden “Kumpas şehidi” manşetini göremedik
Gazetelerin birinci sayfalarını tek tek taradım;
Deniz Kurmay Albay Murat Özenalp’in vefat haberi Zaman’da yoktu; anlarım. Bugün’de yoktu, Taraf’ta yoktu, Radikal’de yoktu; “hepimizin eseri mi” diyeceklerdi, görmezden gelmelerini, gizlemelerini anlarım.
Peki ya “milli ordumuza kurulan kumpas”ı itiraf eden Star neden es geçti?
TSK’daki paralel yapı temizleniyor diye manşeti sevinçten zil çalan Sabah’ın birinci sayfasında neden göremedik?
Ya Akşam’da? Türkiye’de niye yoktu?
Ümraniye Davası’nın “sembol sanık”larından Doğu Perinçek’le çarşaf röportaj yapmaya koşan, güya her gün “paralel beslemelere Osmanlı tokadı” atan Yeni Akit neden hesap sormadı “paralel katillerden”?
Tek ağızdan “eş-manşet”le çıkmaya alışıklar, neden hepsi birden dokuz sütuna “kumpas şehidi” yazamadılar?
Neden “milli ordumuz”un Kocatepe avlusunda düştüğü içler acısı hali milletin gözüne, gönlüne sokamadılar?
“Hakkım haram olsun” diye feryad eden Samiye Anne yüzünden olabilir mi?
Sorardı çünkü illa biri:
Hani anaların gözyaşları dinmişti?