Tahtı bırak bahtını düşün

“Şehzade-i civan baht, devletlu, necabetlu Efendi Hazretleri” tahtta oturuyor olsaydı ’Bardakçı Murat Efendi’ günaşırı ahkam kestiği ekranlarda destursuz iki dudağını aralayabilir miydi acaba?

Demek insan hem Osmanlı’nın son dönemi üzerine uzmanlaşıp hem de o dönemle sebep-sonuç ilişkisi içinde incelen-mesi gereken ‘Cumhuriyet’ten bihaber olabiliyor.
Öyle olmasa Murat Bardakçı “Sultan Abdülhamid’in torunu Şehzade Osman Efendi’nin 700 yıllık hanedanın yaş rekorunu kırması onuruna düzenlenen parti”yi aşağıdaki cümlelerle kaleme alır mıydı?
“Osmanlı Hanedanı’nın New York’ta yaşayan ‘reisi’ ve Osmanlı tahtının varisi olan Şehzade Osman Ertuğrul Efendi, 97. doğum gününü önceki gece eşi Prenses Zeynep Osman’ın Nişantaşı’ndaki evinde aile mensupları ve yakın dostları ile kutladı. Osmanlı, Mısır ve Afgan Hanedanının üyeleri ile İstanbul’un magazin sayfalarında görünmeyen ‘gerçek sosyetesi’nin mensupları, Şehzade’nin doğum günü münasebetiyle o gece bir araya geldiler”
‘Ağa’lar, ‘molla’lar, ‘hoca’lar, ‘efendi’ler, ‘hazret’leri 21 Haziran 1934’te tarihe gömdü bu devlet Sayın Bardakçı?
Son padişah Vahideddin’di, o da boğaza demirleyen bir İngiliz zırhlısıyla ayrıldı aramızdan. 1 Kasım 1922’den itibaren ne prenses kaldı, ne sultan ne şehzade...
Nerede yaşadığınızın farkında mısınız? Vatandaşı olduğunuz Türkiye Cumhuriyeti sizin yüceltmek, ululamak, kutsamak için sıraladığınız o ünvan ve lakapların soyadı olarak kullanılmasını dahi yasakladı.
Bu ülkedeki son ‘taht’ şimdi bir müze envanterinde kayıtlı demirbaştan ibaret. ‘Şahbaba’ gelse oturtamazsınız, doku-namazsınız bile. Malum; tarihi eser.
Yine de isterseniz, Horhor’daki antikacılardan ikinci elini bulup, salonunuzun ortasına koyun. Geldikçe oturtursunuz Osman Ertuğrul’u. Veya bakın padişah portrelerine, en görkemlisinin ‘çakma’sını üç günde çıkarır tornadan mahallenin marangozu. Tahta çıkış töreni de illa ‘gösterişli’ olacak diyorsanız, rica edin İlber Hoca’dan... Bu ara pek şenlikli bir sahneye dönüştü, bir günlüğüne de sizin kumpanyaya tahsis etsin Topkapı Sarayı’nı. Elinizde hazır senaryo da var: Son Osmanlılar! Mekan için Fatih Köşkü avlusunu tavsiye ederim; boğaza karşı püfür püfür...
“İnsan geçmişi bilmeden bugünün değerini anlayamaz” derlerdi. Üslubunuzu görünce anlıyorum ki laf-ü güzafmış. İnsan bırakın öyle televizyona çıkıp gerine gerine ahkam kesmeyi, destursuz iki dudağını aralayamayacağını bile bile, pek bir teşne olabiliyormuş kulluğa, köleliğe... Saray aristokrasinin ihtişamına kanıp “seçkin”liği ilim değil, saltanatta arayabiliyormuş... Rusya’dan ithal eski manken-yeni ikoncanların yerine, Rusya’dan ithal “vetra privili menya, moy dom v voobrajenii, serdtse moyo pusto, navsegda (Aşk-ı Hürrem)” nameleri fısıldayan sultanları koyunca sosyete pek bir matahlaşıyor, cemiyet oluveriyormuş demek...


Cülusiye şairi gibi
Murat Bardakçı’nın Osman Ertuğrul için hayıflanırcasına ”Şehzade-i civan baht, devletlu, necabetlu Osman Ertuğrul efendi hazretleri bu ünvanları 12 yaşına kadar kullanabildi... “ yazması, ilmi konusunda tereddüte sevk etti beni. Bunlar bir makaleden ziyade ‘Cahiliye’ döneminde zirveye ulaşan ’kaside’lerden alıntılanmış gibi. Bir dönem şairlerin padişahtan caize alabilmek için düzdüğü ‘medhiye’leri, hatta bunca vurgulandığına göre tahta çıkış onuruna yazılan ‘cülusiye’leri hatırlattı.
“Efendi Hazretleri” Bardakçı’ya caize olarak ne verirdi acaba? “Gerçek sosyete”ye kabul nişanı mı?
Velhasıl taht işi kolay. Ama ayarı kaçırınca ‘saray müessesesi’nde ‘dalkavuk’ olmak da var insanın bahtında; Allah korusun!

++++++

İş “Türkiye’de Türk yoktur”a geldi
Kendi kendilerini nereden geldiklerini belli olmayan bir ulusa mensup olarak kabul ettirdikleri gün rahata erecek iktidar yalakalarına kulak vermeyin

İktidar çanakçıları televizyon ekranlarında yine fazla mesai yapıyor...
Ergenekon soruşturmasında hukukun çiğnendiğine dikkati çekenleri “Ergenekoncu” diye ihbara çalışıyorlardı..
Şimdi de iktidarın Kürt açılımını gözü kapalı desteklemeyenleri: “Terörün devamında çıkarları var” diye
karalıyorlar.
Gündemi iyi takip etmeyen kimi köşe yazarları da “Açılımı bilmeden destekleyemeyiz” diyen CHP’yi barışa engel olmakla suçluyor.
AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın siyasi danışmanı Ömer Çelik Akşam gazetesinde açıkça itiraf ediyor:
“MHP diyor ki, ’bu bir bölünme planı!’Ne açıklandı ki bölünme planı olsun?”
Planı destekleyenler için de aynı soru
geçerli:
- Ne açıklandı ki destekliyorsunuz?
Bu arada ekranlarda uzun zamandır arzulanan tartışma başladı!
Akşamları hangi kanalı açarsanız kimlik tartışması var.
Biz Türk müyüz? Türk diye bir millet
var mı? Türk kavramı bir kimlik dayatması mı?
Birisi sözü “Türkiye’de Türk yoktur”a kadar getirdi...
Kendi kendimizi “Nesebi gayri
sahih” bir ulus yaparsak rahatlayacağız anlaşılan...
Eski Genelkurmay Başkanı Özkök Hoca bile “Türkiye” yerine bir başka kavram konulmasına yeşil ışık yakıyor...
Başımızı iki elimizin arasına alalım.. Ekranlardaki iktidar yalakalarını unutalım...
Geçmişimizi, geleceğimizi, bu ülkenin hangi temeller üzerine kurulu olduğunu, halkın ve ülkenin gücünü hangi kaynaklardan aldığını, toplumu kimlerin ayrıştırmaya çalıştığını kendi sağduyumuzla düşünelim... Doğru yolu buluruz...
* Melih Aşık / Milliyet


++++++

Şehit anasında “lekeli” diyemezsin!
Sezen’in “Karşıda duranları iki cihanda lekeli kabul ediyoruz” deyişi yanlış mesela..
Aslan gibi oğlu, mürüvvetini beklediği, yıllarca büyütüp, vatan görevine yolladığı oğlu yerine, üzerine bayrak sarılı bir tabuta sarılan annenin acısını yaşadın mı Sezen?.. O ananın senin, benim bugün söylediklerimi “Pat” diye kabullenmesini nasıl beklersin, onu nasıl “Lekeli” ilan edersin?..
O bizim anamız.. Onun acısına, öfkesine, tepkisine saygı duyacağız.
* Hıncal Uluç / Sabah


++++++

Faşizan demokratlar
Nazlı Ilıcak Sabah’taki yazısında “Benim gözümde Hilmi Özkök, Türkiye’yi büyük badirelere sokacak bir askeri darbeyi önleyen, cesur ve vatansever bir komutandır. Hilmi Özkök suçlu... Çünkü çözümü demokraside arıyor; çünkü fikir özgürlüğüne inanıyor” demiş...
Ergun Babahan da Star’da “İş sonunda” Kimler Genelkurmay Başkanı olmuş”a kadar vardı.
AK Parti’nin işbaşına geldiği dönemde Hilmi Özkök’ün Genelkurmay Başkanı olmasının Türkiye için ne kadar büyük bir şans olduğunu insan bir daha anlıyor.
Ergenekon ve yandaşları tek dişi kalmış canavara dönüştü ve çok şükür hava döndü demokrasiden yana esiyor yel...” demiş.
İki yazar da Emekli Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök’ün düşüncelerinin eleştirilmesi karşısında küplere binmişler, yummuşlar gözlerini açmışlar ağızlarını. Hemde ‘demokrasi’den dem vurarak. İyi de “Benim paşamın sözü üstüne söz söylemek yasaktır” anlayışının neresi demokratlık? Demokrasi ne zaman ‘dayatma rejimine’ dönüştü?


++++++


Niçin sizi tetikçi yaptılar soracak mısınız?
Sivil savcılar da (İstanbul Cumhuriyet Savcılığı) Albay Dursun Çiçek’in imzaladığı öne sürülen gizli belgeyi kimin yazdığını bulamadı. Dosyayı Ankara’ya geri gönderdi.
Bu belgeyi Albay Dursun Çiçek hazırlamış gibi yazmıştınız. Ergenekon davasından şüpheli avukat Serdar Öztürk’ün bürosundaki masasının çekmecesine gece gizlice ve bir hırsız gölgesi sessizliğiyle o belgeyi koymuşlardı. Çekmeceye koyulmuş belge bir ihbar üzerine polis baskını ile bulunmuştu. Savcıya teslim edilmişti. 5 gün geçmişti. 5 gün içinde bu belgenin doğru olup olmadığını soruşturacak, doğru ise hazırlayanı kulağından yakalayıp “seni darbeci seni...” diye adalete teslim edecek yerde 5 gün sonra bu fotokopiyi bir gazeteye sızdırdılar. Ve “Ordu AKP hükümetini devirmek istiyor, Fethullah Gülen’i bitirmek istiyor... Bunun için andıç planları yapıyor... İşte belgesi...” diye yazdırdılar. Bu yapılan bel altı vuruştu; İttihat Terakki’den beri süregelen “150 yıllık süzme sızdırma, vurma ve kollama derin devlet gazeteciliğinin” devamıydı.
AKP yalakaları. ABD yandaşları. Kandil söyleşi yazarları. Dün tezkereyi savunanlar. Bugün ABD trenine binip “açılım demokratlığına” soyunanlar; sızdırma belgeyi yayınlayan gazetede yüzü kapatılarak fotoğrafı basılan ve “orduda darbeciler var, bundan Genelkurmay Başkanı’nın da haberi var” iddiasında bulunan general kimdir diye hiç merak etmeyenler, gazetede iddia eden generalin yüzü niçin kapatıldı, ismi niçin gizlendi, yüzsüz general fotoğrafı yayınlamanın adına demokrat gazetecilik(!) nasıl dendi diye hiç merak etmeyenler, Albay Dursun Çiçek’e vurdunuz da vurdunuz... Aslında orduya vurdunuz. Siz vurdukça! Başbakan seviniyordu. Bülent Arınç ağlıyordu.
Sizler de; “Belgenin aslı var mıdır, kim yazmıştır, avukatın çekmecesine kim koymuştur, süzme sızdırma gazeteciye kim sızdırmıştır, fotoğrafı yayınlanan iddiacı yüzsüz general kimdir?” diye hiç merak etmeden; ordu darbeden vazgeçmiyor, diyerek dünyayı ayağa kaldırdınız. Gördünüz mü ne oldu? Aslında tetikçi oldunuz. Sizi tetikçi yaptılar. Soracak mısınız? Sizi niçin tetikçi yaptılar?
* Necati Doğru / Vatan


++++++


MİNİ YORUM
Ulaklığa alıştı

Hasan Cemal Kandil’den sonra, düşük tirajından dolayı fitnesini yeterince yayamayan Taraf’ın da ulaklığına soyundu. Temel İskit’in “Türkiye’nin sahibinin Türkler olmadığı”nı daha çok insana anlatabilmesi için Milliyet’in imkanlarını kullandı ve şu satırları köşesine taşıdı: “ Türkiye’nin sahibinin Türkler olduğuna dair sarsılmaz inancında gedik açılmasını şiddetle reddetti. Kutsal devlet, ideolojik laiklik, imtiyazsız sınıfsız kitle, bölünmez bütünlük, Türkün özelliği ve üstünlüğü kavramları benliğimizin parçası olmuş. Biz ettik siz etmeyin Türkiye’ye”.

Yazarın Diğer Yazıları