Taha'ların ibretlik uyumu
Yasemin Çongar’ın Atatürk’e karşı panzehir ilan ettiği ‘Büyük Türk Milliyetçisi!’ Taha Akyol ile
Yenişafak’ın çift kimlikli siyasal islamcısı Taha Kıvanç Atatük’e karşı aynı ‘Taraf’ta buluştu
Sağcı ile solcuyu anladım, ülkücü ile devrimciyi anladım, vatansever ile yurtseveri anladım da kendisini “Türk Milliyetçisi” olarak tanımlayan birisi ile “Siyasal İslamcı” olarak tanımlayan birinin “Atatürk” konusunda ’aynı çizgide’ buluşabilmesini anlayamadım, muhtemelen de anlayamayacağım.
Diğerleri, vazgeçilmez olanın Cumhuriyet’in temel değerleri olduğunda hemfikir olarak, bir gün pekala “Söz konusu vatansa gerisi teferruattır” diyerek çıkabilirler karşımıza...
Nitekim bunun için değil mi bugün
uğradıkları zulüm!
Ya diğerleri?
Onlar için “teferruat” olan senin bayrağın, dilin, örfün, milletin ve devletin!
Sahip olduğu fikir sistemi gereği, Atatürk’ün başlattığı bağımsızlık mücadelesinin sonucu olan Türk Devleti’nin varlığını, birliğini, bütünlüğünü koruması, rejimden ödün vermeyi aklının ucundan dahi geçirmemesi, tarihi misyonuna sahip çıkması gereken bir Türk Milliyetçisi;
O vatanı “darülharb”, o Atatürk’ü “deccal”, o devleti sırf “Türk kimliği”ni ve tarihi misyonunu günyüzüne çıkardığı için “ceza” olarak algılayan bir zihniyetle aynı perdeden konuşabilir mi?
Sakın köşenize yaslanıp bilmiş bilmiş “Biz çok gördük böylelerini kızım...” demeyin.
Sorun tam da bu değil mi zaten?
Bu model “milliyetçiler”in, Tayyip Erdoğan, Abdullah Gül gibi isimlerle birlikte Milli Türk Talebe Birliği çatısı altında yetişirken gördüğünüz halde kabullendiğiniz...
MTTB’nin bozkurt olan amblemi hilal içinde kitap yapılırken ’ne ola?’ diye, durup düşünmediğiniz..
Siz zindanlarda tırnaklarınız sökülürken, ezilirken, horlanırken, idamla yargılanırken, onlar “12 Eylül darbesine zemin hazırlayanlardan olmamak”la övünürken bile, yani açık açık “satışa geldiğinizde” dahi maskelerini düşürmediğiniz...
Siz okulunuzdan, geleceğinizden, işinizden, ailenizden olurken, onlar, şeyhlerinin dizi dibinde şimdi “müslümanları dolandırmaktan şüpheli” Aykut Zahid Akman ve Zekeriya Karaman ile birlikte dergicilik yapanlar değil miydi?
Onlar diz kurdukları yeşil halılardan doğrulup cepleri trilyonlar yutan “milli görüş gömleği” giyinirken, oradan plazaların “ılımlı” basamaklarını tırmanır ve yollarında Türk’e dair ne varsa onu çekip alırken elinizden, dönüştürürken, yozlaştırırken, sizi dımdızlak bırakırken fark etmediniz mi arada bir “üvey”lik olduğunu?
Daha iki gün önce bu iktidar döneminde TBMM Onur Ödülü’ne layık görülen Prof.Dr. Halil İnalcık bile “Cumhuriyet’i dönüştürdükleri” ve “Osmanlı” tipi bir “azınlıklar şemsiyesi” yaratmaya çalıştıkları için isyan etmek mecburiyetinde hissetti kendini. Siz ne yaptınız?
“Dün dündür, bugün bugündür”
bile diyebilecek durumda değilsiniz
anlamıyor musunuz?
Telefonunuzu buzdolabına koymak gibi gülünç hallere düşerek yaşıyorsunuz evinizde. Kendinizden, aklınızdan geçenden, kalbinizdeki sevgiden korkarak yaşıyorsunuz... Utanmıyor musunuz?
Sizi “milliyetçilik”in bu zulme biat olduğuna ikna edenlere verdiğiniz payeleri geri almayı düşünmüyor musunuz?
Daha ne kadar özünüzden kaçarak yaşayacaksınız?
Ben söyleyeyim mi?
Başınızın tacı olan, olması gereken Atatürk’ü duvarınızdan indirin, masanızdan kaldırın, yakanızdan söküp atın diye başvurmadık yol bırakmayan insanlara “milliyetçi” dediğiniz sürece?
Yıllarca kandırıldığınızı, yıllarca uyuşturulduğunuzu, yıllarca size duyulan muhabbetin tek nedeninin yeniden o zavallı Türk olmayı kabul etme ihtimaliniz olduğunu kabul etmediğiniz sürece...
30-40 saniyenizi ayırıp lütfen okuyun şu satırları: “Neşe Düzel’in Taha Akyol’la yaptığı mükemmel konuşmayı mutlaka okuyun. Atatürk’e gerçekleri anlamaya çalışarak bakan, tarihi cesaret ve vicdanla araştıran Taha Akyol’un anlattıklarını, Onur Öymen zihniyetinin panzehiri kabul edin. İyileşmeye başlayın.”
Yasemin Çongar yazmış. Türklüğün panzehirinin Taha Akyol okumak olduğunu söylüyor! Bir milliyetçi için daha ibretlik bir tablo olabilir mi? Atatürk’e “zehir” diyor açık açık!
Sizi Atatürk’ten kurtardığı için, Taraf’ın övgüsüne mazhar olan Taha Akyol’a hala “milliyetçi” demekte ısrar edecek misiniz?
Ne geçmişin, ne hatrın, ne gönülün kıymeti bu devletin bekaasından daha önemli olabilir.
Atatürk’le kavgalı bir milliyetçilik anlayışını besleyen kanallardan biri olursanız ne vebalini taşıyabilirsiniz, ne hesabını verebilirsiniz; bunca şehidi düşününce iki cihanda da!..
++++++
Eteğindekileri bir bir döktü
Kazım Karabekir “Milli Mücadele ile istiklalimizi kazandık ama tek parti rejimiyle hürriyetimizi kaybettik” der. Bana göre tarihin özeti budur. (...) İttihatçılar arasında siyasi ve iktisadi bakımdan en liberal olan Cavit Bey, darbe girişimi suçlamasıyla idam edildi. Aslında böyle bir şey yoktu. (...)Hüseyin Cahit’in dergisi kapatıldı ve İstiklal Mahkemesi’nde yargılanarak sürgüne gönderildi. Mesela Kadro Dergisi... Atatürk’ün sofrasındaki insanlardı bunlar. Atatürk’ten farklı bir fikir odağı olabilirler düşüncesiyle onların da dergileri kapatıldı. Yakup Kadri Tiran’a gönderildi ve ’zoraki diplomat’oldu. (...)Atatürk muhalefete, kendisine akırı olan görüşlere izin vermeyen, tek partiye inanan bir liderdi. (...) 1939’da Serbest Fırka’yı neden kurduğunu anlatırken, kendisinin batıda diktatör olarak anıldığını, manzaranın hakikaten bir diktatörlük manzarası olduğunu kendi söylüyor.(...) Yaşarken de tabuydu. Bugünden çok daha kuvvetli bir siyasi otorite tabusuydu. (...) Demokrasi olduğunda tek adam olamayacaktı. Atatürk döneminde Kurtuluş savaşındaki demokrasi de elden gitti.(...)
* Taha Akyol / Taraf
++++++
Mal bulmuş mağribi gibi...
Taha Kıvanç da “diktatör Atatürk” tezine meşrueiyet kazandırmak için, “âdeti hilâfına bir yola”, “ben söylemiyorum o söylüyor” taktiğine başvurdu ve mal bulmuş mağribi gibi, Sebahattin Duman’ın Vatan’da Reha Muhtar’a hitaben yazdığı şu satırlara sarıldı:
“Kazım Karabekir Paşa.. İdamdan döndü.. Gazi ölene kadar gözaltında yaşadı.. En yakın arkadaşlarından ve komutanlarından Ali Fuat Cebesoy Paşa.. İdamdan döndü.. Gazi ölene kadar gözaltında yaşadı.. Refet Bele Paşa.. İdamdan döndü.. Gazi ölene kadar gözaltında yaşadı.. Cafer Tayyar Paşa.. İdamdan döndü.. Gazi ölene kadar gözaltında yaşadı.. Yakın arkadaşı ve başbakanı Fethi Okyar.. İdamla yargılanmamak için yurt dışına kaçtı.. Kurtuluş Savaşı’nın Rüştü Paşası.. Emekliydi.. Niye asıldığını bile anlamadı.. Asılanlar, sürülenler, kaçanlar olmasa o sofranın güzelliklerini polislerden, garsonlardan, uşaklardan okuyacak yerde bu ağızlardan da dinler miydik dinlemez miydik?”
++++++
GÜNÜN SORUSU
Peki hiçbir mahkeme kararı olmadan veya kendinde bir kararla bin hayatı didikleme yetkisini görerek bizleri; gazeteciyi, hakimi, savcıyı, avukatı, askeri, polisi, akademisyeni, işadamını... dinleyenleri kim ortaya çıkaracak?
++++++
Usulü bilmem, esas tamamdır
Bir kere “yaşlı” diyenin alnını karışlamak lazım. Bir genç olarak benden daha dinç, en önemlisi de “dimağının epey berrak” olduğunu söylemek, hakkını teslim etmek zorundayım.
Altemur Kılıç azmi, coşkusu, yorulmak nedir bilmezliği ile nasıl kırk tane yirmilik gazeteci çıkarırsa cebinden, Hüsamettin Cindoruk da siyasette benzer bir konumu sahiplenebilir.
Yeniçağ ekibinde kendisiyle ilk defa tanışan bir ben vardım. İlk intibahın önemine binaen şunu söylemek isterim; “Temel meseleyi kavramış” Cindoruk.
“Bunca yılın tecrübesi var, bir de kavramasın mı?” diyebilirsiniz.
Son dönemde sistematik biçimde kaşınan Aleviler üzerinden gelişen sohbetimizde, Cumhuriyeti kuran iradenin azınlık olamayacağı konusundaki hassasiyeti önemliydi. Bunu bildiği halde oy deposu, arka bahçesi, baskı aracı olarak kullanmak uğruna bilmezden gelen, hatta kasıtlı biçimde aksi davranan “tecrübeli” siyasetçilerimiz olmadı mı sanki?
Demek ki iş tecrübeyle bitmiyor?
Bu ülkeye dair önceliklerinin de olması gerekiyor insanın, ve elbette sağduyusunun...
++++++
Öymen’e linç...
Konu AKP hükümetinin PKK ile mücadele etmek yerine müzakere
yolunu seçmiş olması.
Onur Öymen’in kastı Atatürk’ün isyancılara karşı tavizci davranmadığını anlatmak...
Ne var ki, dikkati başka yönlere çekmek isteyen istismarcılar ile
onların etkisinde kalanlar tam kadro rüzgâr estiriyor.
Dersim isyanında bastırma emrini veren Atatürk, uygulayan Celal Bayar’dır... Siz Celal Bayar’ın bugüne dek bu yüzden eleştirildiğini duydunuz mu?
* Melih Aşık / Milliyet
++++++
İhbarcı subay falan yok!
Yaratılan atmosfere göre, TSK içinde “vatanını seven ve demokrat” bir subay var. Bu subay, TSK’daki antidemokratik uygulamalara kızıp kızıp ikide bir ihbar mektubu yazıyor ve bu mektuplarına “müthiş” belgeler ekliyor.
Ancak belgelere bakınca görüyorsunuz ki, bunlar uzun zaman içinde toplanmış, farklı birimlerden, farklı dönemlerden belgeler.
Bunları tek bir subay toplamış olamaz.
Çünkü belgeler anlık bir “kafa bozukluğunun” eseri değil, uzun dönemli, sistematik bir çalışmanın ürünü.
Bana sorarsanız, Ergenekon savcılarında bizim bu peyderpey gördüğümüz belgeler ta başından beri mevcut. Devletin en üst kademelerinde de bu belgeler uzun zamandır var. Ama birileri toplum mühendisliği yapıyor ve bunları bize yavaş yavaş sızdırıyor, gündemde diri tutuyor.
Bütün bunları toplayan, hazırlayan ve yazan geniş bir ekip var.
Ama emin olun birileri de onları dinliyor ve belgeliyordur.
Konjonktür değişince hep birlikte onu da öğreniriz.
* Fatih Altaylı / HaberTurk
++++++
Kadrolaşmanın ana üssü
İmzasız ihbar mektupları... Askeri makamlara ilişkin olduğu öne sürülen istihbarat bilgileri...
Yargıçların, savcıların dinlenmesi... Gazetelerdeki manşetlerden ilan edilen komplo iddiaları, özel yaşam bilgileri...
İnternette dolaşan ortam dinlemeleri, telefon konuşmaları...
İddianamelerde yer alan aynı içerikli bilgiler, belgeler, telefon konuşması kayıtları...
Haklarındaki yargılama süreci sürerken hapishanelere doldurulan yazarlar, profesörler, rektörler, politikacılar, medya mensupları... Artık kimse güvencede değil...
Özel yaşam, anayasal kişilik hakları, insanların şeref ve haysiyetleri saldırı altında...
Neler oluyor, nereden çıkıyor bütün bunlar?
Sabahattin Önkibar’ın 14 Kasım tarihinde Yeniçağ’da yazdığı yazıdan bir bölüme bakalım:
“AKP’yi kuran 4 isimden biri olan Şener, tamı tamına 4.5 yıl AKP iktidarının bütün kararlarına şahit olmuş ve bazılarına da konumu gereği imza atmıştır...
Abdüllatif bey sohbet arasında, ’Tayyip beyin en önem verdiği kurum hangisi biliyor musunuz’diye bir soru sordu!
Hangisi dercesine kafa sallamamla
devam etti:
’Telekomünikasyon İletişim Merkezi...
Bu yapıya o kadar çok önem veriyor ki, oluşum esnasında kurula girecek ve hatta hassas merkezlere alınacak isimlerin belirlenmesine bizzat nezaret etti. Daha ilginç bir şey söyleyeyim...
Bu kurula ve kurumun hassas noktalarına alınacak elemanlar noktasında bırakın başkalarını, kendi kabinesindeki bakanların referansını bile kabul etmedi. Yani hiçbir Bakanın o konuda uzman olan birini tavsiye etmesine izin vermedi, ya da tavsiye edilenleri zerre umursamadı. Her şeyi sırdaşı olan Binali (Yıldırım) ile götürdü ve kadrolaşmayı bizzat kendi yaptı.’”
Yorumsuz!
* Emre Kongar / Cumhuriyet
++++++
MİNİ YORUM
Yeni demokrasi modeli: Şantaj
Mehmet Altan Türkiye’nin demokratikleşme, askerin de sivilleşme sürecini şöyle özetlemiş: “Çiçek mi tahliye oldu... Al sana çuval dolusu belgeyle üçüncü mektup.
Üstelik arkası da geliyor... Çünkü gelenek bozuldu, demokrasi göründü.” Böylece bir şey daha öğrendik; demek “demokrasi” dedikleri, yoluma çıkarsan çıkarırırm belgeleri şantajıyla gelişen bir modern zaman sistemiymiş...