TAHA KIVANÇ ERDİ Hava değişimi şart oldu

Yenişafak’ın gece kondu mahallesindeki yalıda oturan Nişantaşı çocuğunun bünyesi çift kimlik ile yaşamaya dayanamadı. Bir süre yalnız kalmaya ve düşünmeye ihtiyacı var gibi gözüküyor

Yenişafak’ın şöhreti çığ gibi büyümeye devam eden yazarının bünyesi, çift kimlikle yaşamayı kaldıramamış görünüyor. İnsanoğlu robot değil tabii, öyle bakanlıklar gibi dilediğinde otomatik pilota bağlayamıyorsun. “Ruh” diye bir şey var ki, en olmadık zamanda lastik patlatıveriyor. Taha Kıvanç’ın son yazısındaki işaretler de bu eşiğe geldiğine delalat sayılabilir:


Nevroz / Depresyon
Daha yazının başı, bu satırlar Taha Kıvanç’ın iyi halleri. Henüz gerçeklikle bağlarını tamamen koparmış değil. Yalnızca her geçen gün daha kötümser olmaya başladı. Mutsuz ve umutsuz: “Son zamanlarda kendimi gaz odasına kapatılmış gibi hissediyorum. Her yönden üstüme üstüme geliniyor...”


Histeri Nöbeti
Duygusal reaksiyonlarında taşkınlık ve şikayetlere başladı: “Kolonya mı, parfüm mü kullandığım bazıları için merak konusu... Yalıda mı yoksa gecekonduda mı oturduğum ise neredeyse TV tartışmalarına konu olacak. Alın terimle kazandığım Harvard masterim üzerinde bile kuşku uyandırmaya çalışmadılar mı? Bazen ‘Bunlara tahammül etmek zorunda mıyım?’ sorusunu kendi kendime ben de soruyorum.”

Halüsinasyon
Hiçbir uyaran olmadan yarattığı his, görüntü, ses ve tadın gerçekliğine inanmaya başladı. Ki bu aynı zamanda ruhi problam işareti: “Reisleri olan pop-tarihçiye yönelik eleştirilerimden rahatsızlık duyan çetenin diğer üyeleri piranhalara dönüştü.”


Paranoya mı?
Şüpheciliği gazetecinin sahip olması gerekenin sınırlarını zorluyor. Sürekli takip edildiğini, herkesin kendisine zarar vermeye çalıştığını, aşağıladığını düşünüyor: “Beni bir ‘MİT ajanı’ yaptılar, bir ‘Suriye ajanı’; üzerime oturup oturmayacağına bakmaksızın olmadık aşağılayıcı sıfatlarla saldırdıklarını herhalde unutmamışsınızdır.”


Algı bozukluğu
Gerçeklik algısı giderek bozulmaya başladı. Türkiye’de din istismarı yoluyla yolsuzluk yapıldığı iddialarını Alman istihbaratına mal ettiğinde kurgu dünyasında yaşamaya başladığının işaretlerini vermişti zaten. Durum iyice ciddileşmiş: “Kardeşim olduğunu iddia eden birini peşime takıp adama sırf benimle uğraşsın diye bir dergi bile çıkarttılar. ”


Pasif-Agresif
Sürekli olarak takdir edilmemekten ve yanlış anlaşılmaktan yakınıyor. Kişisel şanssızlıklarını dile getirmek için abartılı ve huysuz bir üslup tercih ediyor. Kendisine yöneltilen bütün eleştirilerin mantıksız olduğuna inanıyor: “Bilderberg aleyhine beni de çağırsınlar diye aleyhte yazılar yazmışım; çağırmışlar, sesimi kısmışım. Aleyhinde yazılar yazınca Aydın Doğan beni Rodos’a çağırmış, sonunda kendisiyle ’kanka’ olmuşum... Şu yakınlarda da aleyhimde yazılar çıkan Akşam’ın patronu M.Emin Karamehmet’i hedef alan yazılar yazmışım; röportaj yapılmasını sağlamışım...”


Narsizm
Çok önemli olduğu duygusu tehlikeli biçimde gelişiyor. Durmadan özelliklerini anlatıyor, başarı, zeka, akıl olarak kendini üstün görüyor... Bu sürece dahil olan insanlar, yazık ki giderek daha da kıskanç, bencil ve benmerkezci oluyorlar. En kötüsü bu kişilik problemi kronik olduğu için tedavisi oldukça zor: “Röportaj bana ne kazandırdı bilmem, ama Akşam gazetesinin ve sahibinin itibarını artırdığına eminim.”
Gelişen tıp bilimi bile böyle kronik durumlarda çaresiz kalabilir. Terapiyi reddeden narsist biri için ne yapabilirsiniz ki...

... ve tavsiye
Yazarımızı kimlik çatışması, aşırı stres ve yüklenmeden kaynaklı olarak, ruh sağlığında bazı arazlar oluştuğuna ikna edemezlerse yakınında bulunanlara naçizane tavsiyelerim olacak:
Bazı alternatif tıp yöntemleri denemeye değerdir. Müzikle tedavi bunlardan biri. Taha Kıvanç’ın fasıla düşkünlüğü hepimizin malumu, ki bunu çaktırmadan rehabilite sürecinde avantaja çevirebilirsiniz. Katıldığı fasıl gecelerinde saz heyetinde görev alan müzisyenlere “korku giderici, saldırganlığı önleyici ve nevrotik hastaları tedavi edici” etkisi üzerinde durulan Irak makamı veya “güven hissi, uyum sağlama, zihin açıklığı, gönül yenileme, zekayı açma ve hatıraları tazeleme”siyle bilinen Isfahan makamından eserler icra ettirirseniz, Türk medyasına büyük iyilik yapmış olursunuz.
Biraz kendini toparlayıp, hayatını tek başına idame ettirir hale geldikten sonra, çift kimlikli yazara hava değişimi şart. “Ne yaptım da başıma bunlar geldi” diye bir içsel sorgulama da yapmalı ki, bundan sonraki tercihlerinde geçmiş hatalarını tekrarlamasın.
Bu uzun düşünme sürecinde sahip olması gereken dinginlik ve felsefi ermişlik konusunda Rodin’in ‘Düşünen Adam’ı hayli yol gösterici olabilir. Sydney’den Bouines Aires’e, Tokyo’dan Paris’e, Missouri’den Vatikan’a kadar seçenek de bol, dilediği yere gitsin diyeceğim ama malum iddia edildiği kadar kazanmadığını söylüyor.
Bu durumda, kriz ortamını da gözetirsek en hayırlısı İstanbul’da kalması. Ama belki Beykoz sırtlarının rüzgarı ile Nişantaşı’nın kuru gürültüsünden sıyrılıp Bakırköy’e gelmesi ve heykelin buradaki kopyasının yanında düşünme pozisyonunu alması olabilir...


“Röportaj bana ne kazandırdı bilmem, ama Akşam gazetesinin ve sahibinin itibarını artırdığına
eminim.”

++++++

GÜZELLEME
Sen neymişsin be abi!

Peki peki anladık... Herşeyden sen anlarsın... Herşeyi sen bilirsin... En teknolojik sensin... En güzel takma ismi sen buldun... En iyi gazeteyi sen çıkardın... En iyi yorumcu sensin... En güzel sen kabarırsın... En güzel sen bakarsın... En Harvard’lı sensin... Papyonu ilk sen taktın... En şehirli muhafazakar sen oldun... İlk önce sen başlattın... En önce sen yavaşlattın... En etkili raconu sen kestin... En mütevazi villayı sen yaptın... En Nişantaşılı sen oldun... En kapışılan yazar sensin... En iyi kulisi sen yazdın... En çok parayı sen vurdun... En iyi akılları sen verdin... En iyi faslı sen yaptın... Parfümden sen anlarsın... Sen neymişsin be abi...
* Ahmet Hakan / Hürriyet

++++++

Cumhurbaşkanı’nın basın danışmanı:

Açılımın şifresi parfüm şişesi
Kürt açılımını bir türlü anlayamama kısırdöngümden çıkabilme umudumu tam yitiriyordum ki imdadıma Cumhurbaşkanı’nın basın danışmanı Fehmi Koru yetişti.
Açıkça söyleyeyim bir süredir AKŞAM Gazetesi’nde tarihi açılımı anlatacağı iddiasıyla hayli yer kaplamış olmasına rağmen onun açıkladığı tarihi açılımı konusunda ben yine de fazla bir şey anlamış değilim.
İş aslında daha da içinden çıkılmaz hale geldi. Bu da normal çünkü her şey Hasan Cemal’in işe el atmasıyla başladı. Hasan’ın kafası Lost dizisinin senaristinin kafası gibi çalıştığından ve her el attığı konu, hakkında yazdığı her mesele istisnasız olarak bir süre sonra Lost dizisi gibi içinden bir türlü çıkılamayan, nasıl bitirileceği de bilinemeyen bir tuhaflık haline geldiğinden, yine onunla başlatılan sözde Kürt açılımı da bir türlü anlamı anlaşılamayan bir gizemli kısırdöngü haline gelmiş durumda.
Anladığım kadarıyla tarihi Kürt açılımı şu ana fikirden oluşuyor; devlet bundan böyle Kürtlerin illa da güzel kokması gerektiği yolunda nedense bir karar almış durumda.
Fehmi Koru bunu açıkça söylemiyordu ama onun durmadan bir parfüm reklamında oynayan model gibi davranmasının da başka bir anlamı herhalde olamazdı. Onun o hali, fiziksel görünümü kabuğu soyulmamış yerfıstığı görünümünde olan bir adamın katiyen hiçbir malın promosyonunda, o mal yerfıstığı da olsa, yer almamasının gerektiğini de kesin olarak gösterdi.
Şimdi asıl karar verilmesi gereken zor konu, açılımın sonunda Kürtlerin hangi parfümü kullanarak güzel kokacakları meselesidir. Cumhurbaşkanı’nın basın danışmanı gazeteye verdiği seksi pozlarda Joop adlı parfüme özel önem verildiğini gösterdi. Şimdi devletin önündeki zor seçim Kürtlerin Joop mu, limon kolonyası mı, yoksa Armani mi kokacakları arasında resmi tercihin yapılmasıdır.
* Serdar Turgut / Akşam


++++++


Milliyet, yazarını okumuyor mu?
Büyük bir ilgiyle takip ettiğim Milliyet’in imzasız ’kulis’köşesinde dün Today’s Zaman gazetesinin Hüsamettin Cindoruk’u Ergenekoncu olarak ihbar ettiğine dair bir haber yer alıyordu.
Ancak bunu eleştiren Milliyet, 15 Mayıs 2009 tarihinde Hasan Cemal’in yazısında da Hüsamettin Cindoruk’un Ergenekoncu diye etiketlendirilmesini atlamış olmalı.
* Oray Eğin / Akşam


Okuyor olsaydı, ya PKK ulaklığı yapan yazarının köşesini ya da logosundaki “basında güven” ibaresini kaldırması gerekirdi

++++++

Kurtuluş Savaşı öncesi gibi
Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ, komutanlara bir konferans veren Prof. Justin McCarthy’e alışılmışın dışına çıkarak bir soru sordu. Başbuğ, “Batı basınının Türkiye’ye bakışını İstiklal Savaşı öncesine mi sonrasına mı benzetiyorsunuz?” dedi.
McCarthy’nin cevabı değil soru önemli burada. Çünkü sorudan anlaşılıyor ki Genelkurmay Başkanı, Türkiye’nin içinde bulunduğu durumu Kurtuluş Savaşı öncesine benzetiyor. Tanımlama belki “dış basınla” ilgili ama aynı dönemde yerli basın da vardı ve nasıl davrandığını hepimiz biliyoruz.
* Can Ataklı / Vatan


++++++

Ahlâk polisine polis lazım..
Bir RTÜK Başkanımız var.. İnanın evlere şenlik.. Güya televizyonların ahlâk polisi..
Kendisi polislik!..
Alman yargısı ’dolandırıcılığı meslek edinmekle’suçluyor.. O kadar çok yapmış ki; artık meslek edinmiş diyor..
Bu vatandaşın hâlâ o görevde oturması Türkiye için ayıp değil mi?
Oturuyor..
Üstüne üstlük pazarlık yapmış.. Başkanlığı bırakayım ama RTÜK üyeliğim sürsün demiş..
Bunu söylemesi için insanın ar damarının çatlaması lazım..
AKP bu adamı niye koruyor?
Oluşturduğu sistemden..
Alman yargısına göre, dini kullanarak dolandırıcılık yapmış.. Cennette arsa satmak gibi bir şey..
Zahid Bey ilk olsa vururlar beline baltayı..
Bu kaçıncı!..
Hocaları Erbakan bile aynı suçtan mahkûm oldu.. Sahte faturalarla para tırtıklamak..
O cenah da enayi değil ya.. Birileri çıkıp ne oluyoruz der.. Diyecektir de..
AKP bundan korkuyor..
Mesele Zahid Bey meselesi değil..İpliğin pazara çıkıp
çıkmaması!.. Din sömürüsünün teyidi yani..
* Mehmet Tezkan / Vatan


++++++

GÜNÜN SÖZÜ
Erdoğan diyor ki: “İnanırsak tekeden süt bile çıkarırız.”
Haklı... Sağmak ve sağılmakta üstümüze yoktur...
* Haldun Ertem

++++++

MİNİ YORUM
Gözünüz faşizm görsün

Rıdvan Akar, zıt görüşlere zahip iki gazetenin yazarlarının kavgasına sahne olan 32. Gün’ü yayınlama gerekçelerinin, kavganın iktidara yakın tarafınca haklarında yapılabilecek tezviratı önlemek olarak açıklamış. İçeride ve dışarıda devleti sanık sandalyesine oturtmak için tetikte bekleyen malzeme olacabilecek ütopik tarih tezleri geliştiren siyasiler, faşizm konusunda gerçekçi bir tanım yapmak istiyorlarsa bu tarafa baksınlar... Hangi demokraside veya hukuk devletinde, ülkenin en büyük televizyon kanallarından biri, sırf tirajı, bilinirliği, sayılırlığı küçük ama iktidarla dostluğu büyük bir gazeteden korkusundan, ekranını böyle bir rezalete açar ki...

Yazarın Diğer Yazıları