Taçlı başları kesen giyotinin yeri: Siyaset Müzesi
SâdullahPaşa: “Zaman, zaman-ı terakkî, cihan cihân-ı ulûm / olur mu cehl ile kaabil bekâ- yı cem’iyât” derken, inkirâza yüz tutmuş ve kurtulma çâreleri üzerine düşünen bütün bir Osmanlı neslinin iştiyaklarına tercüman oluyordu...
Enkâzın altından neyi kurtaracaklardı, ona karar vermek zorundaydılar..
Nâmık Kemâl, ‘vatandaşı’ diyordu, Ziya Paşa, ‘çocuğu’ kurtarmak gerek.
***
Bugün ülkücüler teceddütten yanalar, yenilenmekten yana.. Evvelâ bir kan değişiminden, nefessiz kalmış MHP siyâsetine bir oksijen takviyesinden yana...
Tıpkı Namık Kemâl ve Ziya Paşa ve diğerleri gibi.
Peki, biz neyi kurtaracağız?
‘Seçmeni’ mi yoksa ‘nesilleri’ mi?
‘Kongreyi’ mi, ‘ilkeleri’ mi?
‘Egolarımızı’ mı, ‘ülküdaşlıklarımızı’ mı?
‘Makamlarımızı’ mı, ‘Geleceğimizi’mi?
‘Kendimizi’ mi ‘çocuklarımızı’ mı?
‘Menfaatlerimizi’ mi, ‘idealizmimizi’mi?
‘Mücâdele ahlâkımızı’ mı, ‘komitacılıklarımızı’ mı?
Ülkücülerin en mütebâriz sıfatları Türk milletinin değerlerinin türbedarları oluşları.
Hangi değerlerin?
İnançların, mâzinin, aklın, hâtıraların, birikimin, geleneklerin, adâletin mi?.
Yoksa hamâsetin içine gizlenmiş tatmin olmak bilmeyen kin ve ihtirasların ve içe dönük iktidar mücâdelelerinin mi?
Neyi kurtaracağız ve neyi değiştireceğiz?
Ülkücülerin istedikleri değişim ve yenilik nedir?
Ülkücülerin muhtelif yer ve zamanlarda yaptıkları toplantılarda dile gelen değişim talebinin bir derinliği, bir muhtevâsı, bir manifestosu, bir radikal talepler listesi, bir alternatif kadro hareketi, bir yeni iç tüzüğü, bir yeni parti içi demokrasisi, bir yeni gençlik hamlesi ve örgütlenmesi, bir yeni Türkiye tasavvuru var mı?
Yoksa ülkücülerin istedikleri yalnızca bir karargâh değişikliğinden ve yalnızca bir ‘1 Numaralı koltuğun sahibinin’ değişiminden ibâret mi?
1 numaralı koltuğun değişimiyle hiçbir şeyin değişmeyeceğini tecrübe eden bir câmia hâfızası, ‘bir şey değişecek ve her şey değişecek’le hiçbir şeyin değişmediğini de hatırlar. Hatta bahse konu değişimle, hareketin 1977’den de geriye gittiğini de bilir ve görür olması lâzım gelir, çünkü üçüncü döneminde bile oylarını arttıran bir iktidârın karşısında, muhalefete iken ilk kez oy kaybeden bir tarihî kesite imza atmıştır son dönem.
Haydi hepimizi birden kızdıracak bir tespit yapalım..
Neden hep ‘güvenlik sigortası’ olarak çalışıyor bizim zihinlerimiz?
Neden bizim, sokağa dökülmemizden korkarlar ve neden bizim emniyet sübabı olma ihtimâlimizi severler de, meselâ eğitim / vergi / sosyal güvenlik / sağlık sistemlerinde yenilik yapma ihtimâlimizi sevmezler?
Oysa, ülkücüler hem tahrib hem ibdâ gücü yüksek bir potansiyel.(İbdâ kelimesinin muhteşem anlam derinliğini bir tarafa bırakıp, buradan bir cemaat ya da ibdâcı suçlaması bekliyorum hemen bazı kalemlerden)
İnançlarımız kuvvetli, kurtarıcı/üretici akıllarımız ise durgun, faal değil.
Elimizdeki tek kitap, hâtıralar.
Tarih eserlerini iki kez oynarmış, birincisi trajedi, ikincisi komedi.
Bir dönemimiz derin bir trajedinin, ikinci dönemimiz ise tatsız bir komedinin sahnesi. Birinci dönem kahramanlarını, ikinci dönem ise kifâyetsizlerini yarattı.
Artık, Ülkücü Hareketin ufkunda ilkeli bir başarı irâdesi yükselmeli, yaralı bir vicdânın, kurtarıcı aklın irâdesi olmalı ve tek bir sesin değil değil, bir neslin irâdesi olmalı.
Bir neslin vicdânı, birikimi, ahlâkı, karakteri, cesâreti, fedâkârlığı, kollektif hamlesi olmalı bu irâde, bir neslin müşterek hayallerinin sesi olmalı...
Taçlı başları acımasızca kesen siyâsetin giyotinini, gelecek kuşakların eline geçmeyecek ve bir daha izine rastlanmayacak kadar derinlere gömmeli bu irâde. Bunu vaat etmeli, bunun şeref sözünü vermeli. İki mübârek dudak arasından sâdır olan bir ahbap-çavuş kadrosuyla değil, liyâkat, kifâyet ve ülkücü ekseriyetin onayladığı kadrolarla hareketi yönetecek bir irâde olmalı bu irâde.
Hesap sorulabilen, hatalarının ve başarısızlıklarının bedelini ödemeye hazır bir kadro şah çekmeli ve veziri, kalesi, fili, atı olmayan, yalnızca bir şah ve piyonlarından oluşan bu âtıl düzeneği mat etmeli artık bu irâde.
Hülasa, ateşle imtihanını başarıyla veren bu hareketin, muhtevâyla imtihanını da başarmalı bu irâde.
Yıllardır “ağzı var dili yok” a mahkûm edilen ülkücüler artık, başı dik yürümeli. Bu ülke için söyleyecek sözü olan ülkücüler konuşabilmeli. Hareketin dışarıya dönük çalışan değirmeni içeriye doğru dönmeli ve ülkücü değerlerin tamamı hareketin içinde hayat alanı bulabilmeli kendisine. Hareketin içinde nefes aldırılmayan, alamayan ve ele güne karışmış Ülkücüler muhakkak Ülkücü Hareketin bünyesinde toparlanmalı ve artık bütün zihnî mesâiler Ülkücü Hareket için seferber edilmeli.
Bunu başarmalı bu irâde...
Kasım sonbaharının hüznünden, ülkücüler için ümit ve sürûr ve heyecan ve gayret ve zaferlerin muştusu doğmalı...