"Suyun ötesi" değil Evlâd-ı Fatihan

"Devlet bey ve ekibi, Türk milliyetçiliğini suyun ötesinden gelmiş bir avuç Türk'ün esaretinden kurtarıp Türk milletine verecektir" demiş, hem Türk hem Kanada vatandaşı olan biri.

Ülkücüleri "sokaktan toplayıp ellerine bilgisayar tutuşturan" Bahçeli'den yeni beklentiyi bu şekilde öğrenmiş olduk.

Kim vasıtasıyla?

"Müslüman, Siyaset Bilimci, UAİ Uzmanı, Tarihçi, Ekonomist, Mütercim, Yazar, Gazeteci" şeklinde uzun bir künyeye sahip zat irade buyurmuş mezkûr hususu.

Son zamanlarda böyle bir alışkanlık peyda oldu. Birileri kendilerini tanımlarken "Müslüman" diye yazma ihtiyacı duyuyor. Neden? "İlk bakışta belli olmayabilir" endişesi mi var?

Tabii ki "Türk/Yörük" imiş. Bu "alt çizme" hâli "konjonktürel" ihtiyaçtan mı, yoksa yine inanç meselesinde olduğu gibi "belli olmaz" endişesinden mi, mesele izaha muhtaç.

Bu zatın "Yörük" kimliğini görünce hemen o meşhur Kanunname geldi aklıma, şöyle idi: "Yörük taifesi öteden beri Devlet-i Âliyyenin güzîde ve cengâver, itâatli, ferman dinleyen askerlerinden olup, eski seferlerde küffâr ile yapılan harplerde, kendilerinden iyice yararlık ve yüz aklıkları görüldüğünden, bu tâifeye Evlâd-ı Fâtihân adı verilmiştir"

Türk Milliyetçilierinin lügatçesinde "suyun öte tarafı" diye bir kavram yok. Türk'ü ve İslam'ı Avrupa topraklarında var etmek için canını veren bu insanları "Evlad-ı Fatihan" diye isimlendirir Türk Milliyetçileri.

Yukarıdaki alıntıda da belirtildiği gibi bu kavram "suyun öte tarafı"ndaki Türk Milliyetçileri'ne değil Osmanlı'ya aittir.

Bu "ayrıştırma" uzmanı zevat iddia ettikleri gibi Osmanlı Şuuruna sahip olsalardı, gelenekten haberdar olurlardı.

Biz buna "şuursuzluk hali" diyoruz, gayrısına uzmanlar karar versin…

**

İslamcılar bu ara "suyun öte tarafına" takmış durumda. Yeni vazife bu olsa gerek; "suyun öte tarafı" ile hesaplaşmak. Burada meraka mucib olan şey, suyun öte tarafından gelip, Türk Milliyetçiliğini "esaret" altında tutan bir avuç Türk kimdir?

Atatürk mü kastedilen, yoksa gece rüyalarına giren "İttihatçı"lar mı?

Türk Milliyetçiliği'ni bir sistem olarak önümüze koyanlara bakınca Karadeniz'in karşısı, Anadolu'nun hemen doğusu, Diyarbakır, Gümüşhane, Kayseri, İstanbul hattı ön plana çıkıyor.

İttihatçılara bakıyorum orda da bir tek Cemal Paşa var, o da suyun orta yerinde…

Cehalet böyle bir şey işte: Tedavisi yok, okumanın cehaleti aldığı ise sadece bir iddia…

Burada meselenin ne olduğu gayet açık. Atatürk'e ve İttihatçılara vurma gayreti ile ortaya çıkan, cehalet ile beslenen "psikolojik" bir marazla karşı karşıyayız.

Netice olarak, Allah memleketimi korumuş.

İttihatçılar, Abdulhamit'e isyanı Manastır dağlarında değil de Soğanlı dağlarında planlasalardı şimdi biz hedef olacaktık.

Şükürler olsun!…

**

"Medine sözleşmesi" ile tüm unsurların bir arada barış içerisinde yaşayacağı bir düzen vaad eden İslamcıların memleketi getirdiği nokta bu.

Yaşadığımız on küsür yıldır meydan meydan gezip milletin kaç anasırdan meydana geldiğiniz anlatmayı marifet sayan bir bakıştan bahsediyorum. Kimisi 72, kimisi 36 etnik unsurdan mürekkep bir "millet"ten bahsedip durdu 14 yıl boyunca.

Hatta bazıları "Türk yoktur"a getirmişlerdi meseleyi.

Şimdi bazı aklı evvellerin "suyun öte tarafı ile hesaplaşmak"tan bahsetmesine şaşırmıyoruz. Akıllarınca bu referandum aracılığı ile Türk Milliyetçiliği ile ve onu kurduğu devlete "ideoloji" olarak tanımlayan Atatürk ile hesaplaşıyorlar.

Bu ve benzeri yazılar, açıklamalar; sosyal medyada açılan başlıklar, yapılan paylaşımlar gösteriyor ki aslında amaç sistemde varolan "hukuki" sıkıntıları aşmak değil geçmişle hesaplaşmak.

Peki MHP bunun farkında mı?

Herşey bu kadar ulu orta olurken farkında olmaması mümkün mü?

Gerçi bu aralar oldukça meşguller. Referandumda "hayır" oyu kullanacağını açıklayanları "rehabilite" etmekle meşguller.

Türk Milliyetçiliğine, bu milleti millet yapan değerlere yapılan saldırılara karşı "usulen" dahi olsa bir açıklamanın yapılmaması normal mi?

İzaha muhtaç bir durum da bu…

Yazarın Diğer Yazıları