Sustuklarım susacaklarımın teminatıdır!
Gazetelere, televizyonlara, internet sitelerindeki yanar dönerli başlıklara bakarsanız “suskunluğunu bozdu.”
Halbuki olan biten sadece şu:
Genelkurmay Başkanlığı, dün Orgeneral Necdet Özel imzalı bir “metin” yayınladı.
Bu kadar!
Suskunluğunu bozmak şöyle dursun, aksine “suskunluğunu sürdüreceğini” ilan etti Özel bu metin ile;
Bugüne kadar sustuklarım bundan sonra susacaklarımın teminatıdır!
***
Yazılanlara bakılırsa Özel, “TSK’nın örf ve adetleri gereği” (Burada bile “suçsuzluklarına inandığımdan” demiyor bakın. Bu tür destekleyici, sahiplenici bir ifadesi yok; görev savmak kavlinden yaptık der gibi...) Balyoz ve TSK mensuplarını hedef alan bütün diğer soruşturma ve davalarla “yakından” ilgilenmiş, “günlük” olarak bilgilenmiş.
Bu durumda;
“Sahte CD’lerden” haberdardı yani!
“Üretilmiş deliller”den...
Silah arkadaşlarının uğradığı küfre varan hakaretlerden...
“Hayatın akışına uygun olmayan” diye tanımlanan; ancak Süpermenlerin, Örümcek Adamların, Pikaçuların dünyasında “mümkün” olan aynı anda dünyanın iki farklı ucunda olabilme, su altında canlı yayındayken, bilgisayar başında veri de oluşturabilme gibi doğaüstü güçlere sahip olmakla(!) suçlandıklarından...
Henüz var olmayan bilgisayar programlarını, yazı karakterlerini kullanabilen, sokakların, hastanelerin “gelecekteki” adlarını, çocukların “gelecekteki” okulları ve hatta bölümlerini, araçların “gelecekteki” plakalarını bilebilen müneccimler olmakla itham edildiklerinden...
Hepsinden günü gününe haberdardı!..
Gelinen noktada hâlâ “ilgilenmeyi ve bilgilenmeyi” sürdürdüğüne göre;
-Rütbe, madalya gitmiş kalmış ne gam da- Türk askerinin “kahramanca” mücadelesinin üzerine atılan o kocaman çizikten...
O rütbelerin sökülmesi, madalyaların, beratların geri alınmasıyla aslında TSK’nın yakın tarihinin silinmiş olduğundan, “dünsüz”, “köksüz” kaldıklarından...
Maaşları kesilen ailelerden, rızıkları alınan çocukların dramından...
Her şeyden haberdar yani!
Ve buna rağmen tek yapabildiği “üzüntülerini yüreğinde hissetmek”!
Özrü kabahatinden büyük dedikleri böyle bir şey olsa gerek.
***
Yok efendim görevi devraldığında deliller toplanmış, tutuklamalar yapılmış, iddianame hazırlanmış, yargılama başlamış mış;
Bitmiş miydi peki?
Asıl olan “yargılama” safhası değil mi; Özel’in “zaten hazırdı” dediği iddianame, o safhada, hem de sayısız kere çökertilmedi mi? Deliller çürütülmedi mi?
Türk Silahlı Kuvvetleri komuta kademesi, kurmay kadroları bu şekilde çökertilirken Özel’in hâlâ “demokratik hukuk devleti” nden söz edebiliyor olması, Silivri’de, Hasdal’da, Hadımköy’de, Sincan’da, Mamak’ta tutulan onca Türk subayı ve ailelerinde “kendileriyle dalga geçildiği” hissi yaratmaz mı?
Öyle ya; sanık sandalyesindeki subayların her şeyden çok istedikleri -aklanmak için- “yargılanmak” değil miydi zaten; “yargısız infaz”a karşı çıkılması değil miydi “vefa” derken kast ettikleri?”
***
Metnin en garibime giden yanı, Özel’in kendisini ” vefalı bir kişi “ olarak tanımlaması.
“Vefalı” derken?
“Vefa” payesi, karşındaki sana verdiğinde anlamlıdır ya hani!.. O bakımdan herhalde, pek anlayamadım ben Özel’in burada tam olarak ne anlatmak istediğini!
***
Son tahlilde, doğru anladıysam “bu kadarı kâfi” diyor Özel!
Ateş topuna dönmüş bir coğrafyanın ortasında, dört tarafı ve dahi içi “düşman”la sarılı bir ülkenin ordusunu internet sitesinde yayınladığı açıklamalarla koruyabileceğine inanmış zihniyetin vatan savunması nasıl olur acaba?
Bu “metni” okuduktan sonra, düşünmek bile istemiyorum işin o tarafını!
Öcalan’la ruhdaş(!) olaymışız
Mehmet Barlas’ın “ibret arşivleri”nde mutlaka yer alması gerektiğine inandığım dünkü yazısında “Kendinizi liberal, sosyalist, muhafazakâr, laikçi, milliyetçi veya başka bir dünya görüşünün sahibi olarak görebilirsiniz. Ama eğer “Zamanın Ruhu”nu yakalamak gibi bir endişeniz varsa, bütün bu kimliklerin ötesinde “Demokrat” olmanız gerektiğini de görmeniz gerekir. (...) Kaç yıldır izolasyonda yaşayan Abdullah Öcalan bile bunların farkındayken, birilerinin hâlâ hastalıklı takıntıları ile barışı bile engellemeye çalışmaları ve değişimi görmezden gelmeleri acıklı olmuyor mu?” diye sorduğunu görünce, içimden geldi, cevap vermek istedim:
Türkiye Cumhuriyeti’nin yakın dönem siyasi tarihine tanıklık etmiş bir gazetecinin bu satırları yazabiliyor olması kadar acıklı olmuyor, kırk bine yakın insanın kanına giren “Öcalan ile aynı ruhta” buluşamamak!