Sürüngenlerin bir alt türünü keşfettik Sömürgenler
Obama tapınağının etrafında etten duvar oluşturan bir grup omurgasız, yarattıkları puta biat etmeyenlere karşı zehirli iğnelerini devreye soktu. Hedef can yakarak sindirmek
Emperyalist üslupta inşa edilen ‘Obama tapınağı’nda biat ritüeli düzenleyen putperestler “Yaşasınnnnn Türkiye dedi!”, “Kur’andan ayet okudu, boyumuz iki karış daha uzadı!”, “Varolsun Barrrakkkk, Vrack, Vak, Garkkk, ay Brak” çığlıkları atarken, tarihe “kral çıplak” diye not düşebilen bir kaç isimden biri de Nuray Mert oldu. Hani birkaç ay önce ‘Hürriyet’e terfi’si coşku ile karşılanan, en aydın, en ne yazdığını bilen, en alkışlanası kadın diye göklere çıkarılan Nuray Mert.
Çirkin ördek yavrusu
İşte o yazar, Obama’nın konuşmasını “klişe” bulup, üstüne bir de salonda varolduğunu iddia edilen coşkunun kurgu olduğunu açıklayınca, anında “çirkin ördek yavrusu” ilan edildi.
Tapınağın etrafında etten duvar örmüş vudu büyücüleri gibi iğnelerini batıra batıra artık bir “kutsal metin” olan Kahire konuşmasının “klişe” olmadığını ispatlamak derdine düştüler.
Kaderi Amerika olan Cengiz Çandar “Hiçbir Amerikan Başkanı’nın yenilikçi yönelimiyle Türkiye’nin herhangi bir döneminin böylesine örtüşebildiği, önemli düşünce adamlarının zihninde böyle bir ‘uyum’ görüntüsünün uyandığı herhangi bir dönem olmuş mudur acaba?” aşkıyla başladığı Cumartesi yazısında “neo-Osmanlı”dan, “müttefik”e kadar, ‘Obama ve küresel hülyaları’ konusunu şekillendiren bütün kavramlarla ilgili “kendi tarifleri”ni verdi ve ABD Başkanı’nın konuşmasının tüm metninin, bu tariflere uyarak dikkatle bir kez daha okunmasında yarar olduğunu söyledi.
Böylelikle, biz “marjinal”ler, “radikal”ler, “faşist” ler, oradan bakınca “vebalı” görünenlerin defalarca değindiği bir gerçeği, Mert de tecrübe etme imkanı bulmuş oldu. Ve teşhisini koydu: Entelektüel terör. Biz benzer halleri “liberal faşizm”, “içi nazi, dışı liberal”, “mandacı kafası” gibi tanımlamalarla izaha çalışmıştık. Mert “üçüncü dünya dar kafalılığı”nı tercih etti.
Büyük kırılma
Yazısını okurken, daha bir kaç gün önce Oray Eğin’den alıntılayarak, ‘Cihangir tarikatının putları’ başlığı ile manşet yaptığımız satırları hatırladım: “Ortak bir düşünceyi dillendiren, ortak bir siyasi duruşa sahip ve herhangi bir farklılığa yer vermeyen bir ‘bütünlük’ oluşturmuşlar kendi aralarında.” Ve elbette o putlardan birinin, Murat Belge’nin kırılma anında etrafındaki irili ufaklı ikonlara çarpa çarpa çıkardığı büyük gürültü geldi aklıma...
Bilgisayar’ın karşısına oturmadan önce, kaçırdığım birşey olmuş mudur acaba diyerek haftasonu gazetelerini karıştırdım. Hasan Cemal’e takıldım:
Tektipleştiremediklerimiz
“Ben AKP diyorum. Başbakan da ‘edepsiz!’ diyor.
Ben de devrimcilik yıllarımda Atatürk demez, Gazi Mustafa Kemal’i tercih ederdim. Toplum ve siyaset düzeninde her şey torna tezgâhından çıkmış gibi olsun isterdim. Doğrular benim doğrularım olacaktı, o kadar. Başkasına geçit yoktu. Burnumdan kıl aldırmazdım, çünkü gerçek tekelimdeydi.
Zamanla farklı olana saygı göstermeyi, farklı olana tahammül etmeyi öğrenmeye, yani ‘demokrasi kültürü’nü edinmeye başladım.‘Tek tipçilik’ beni sıkıyor.”
Hayli eksik, hayli çelişkili, hayli gerçek dışı olan ve geleneksel olarak yine bir itirafname özelliği taşıyan bu metindeki hangi tutarsızlığa atıfta bulunalım ki...
Avrupa’nın gölge nazizm sembolünü çevrelemiş on iki yıldızla mühürlenmesi de bir tür tek tipleştirme değil mi?
Veya toplumu liboşlaştırma faaliyetleri? Kimliksizler de aynı tornadan çıkmıyor mu?
Kendinden olmayana (aynı mahallenin çocuklarıyız hatırını dahi tanımayacak biçimde) söz, yazı, düşünce, fikir, ifade ve hatta yaşama hakkı tanımamayı içeren bir “sözde demokrasi kültürü” karşısında, eğer siz de onlar kadar sık pozisyon değiştirme ustalığına ve kalın bir deriye sahip değilseniz, ne diyebilirsiniz ki?
++++++
Entelektüel terör
Obama’nın Kahire konuşmasını beğenmediğimi yazdım ya, bazıları çok kızmış, hakaret mahiyetinde sıfatlar içeren gönderme yazıları yazmışlar.
ABD Başkanı’nın tarihi nitelikli konuşmasını bazılarımızın birtakım gerekçelerle beğenmesi, diğer bazılarımızın ise yine bazı gerekçelerle beğenmemesi kadar normal bir şey olabilri mi?
Yok bizde öyle değil.
Birilerinin sevdiğini herkes sevecek, olumlu buldukları konuda kimse birşey demeyecek, bir şeyi onlar nasıl görüyorsa herkes öyle görecek. Yoksa gelsin çamur atma, gitsin hakaret sıfatlı sataşma ve en kötüsü, daha önce cevap veremedikleri soruların, zor duruma düşmelerin acısını tartışma kisvesinde çıkarmaya çalışma.
Bırakın genel tutarlılık kaygısını, her ABD başkanı ile pozisyon değiştiren adamlarla Obama veya başka birşey tartışmaya hiç niyetim yok. Ancak ABD dış politikasına ilişkin herhangi bir olumsuz veya sadece kuşkucu, sorgulayıcı fikrin İran, Hizbullah kafasında olmakla damgalanması hafife alınacak birşey değil.
Bu 11 Eylül sonrasında ABD’de, özellikle muhafazakarların, işgal, savaş yanlılarının, tüm eleştirilere karşı estirdiği baskı siyasetinin aynısı, daha doğrusu, Türkiye’deki izdüşümü.
Bu entelektüel teröre geçit vermemek lazım.
(....)
Suudilerin çıkardığı Arab News’te, İran’ı baş rakibi, Hizbullah gibi direniş örgütlerini baş belası olarak gören resmi Mısır’ın yarı resmi yayın organlarında bile eleştirel bakışlı yazılar çıkıyor.
(...)
Bizimki düpedüz “Üçüncü Dünya dar kafalılığı” , “kradan çok kralcılığı” .
* Nuray Mert / Hürriyet
++++++
Akman’a yakışan budur
Akman’ın mal varlığına tedbir konulmasının ardından Bülent Arınç bir kez daha konuştu ve “Gelişen durum karşısında kendisine yakışanı yapmalıdır” dedi.
Bu sözlerden “Zahid Akman’a yakışan tutumun” istifa etmesi olduğu anlamını çıkarıyorum.
Oysa bana göre Akman tam olarak da kendisine yakışanı yapıyor.
Bu tür söylentiler karşısında istifa etmek, bürokratik etik meselesiyle ilgili. Bu tür etik konularını kendisine sorun yapabilecek bir kişi, zaten en başından itibaren bu tür bir organizyon içinde yer almazdı.
* Mehmet Y.Yılmaz / Hürriyet
++++++
Bu devirde bu kafa!
“Kur’an-ı Kerim’de Yusuf Peygamber’in ağzından şöyle denir: Doğrusu kadınların fitnesi-tuzağı, şeytanın fitnesi-tuzağından daha büyüktür. Bir başka ayet-i kerimede de; ‘Onlar Allah’a tuzak kurmak istiyorlar, onlara de ki Allah tuzak kuranların en hayırlısıdır’ deniyor. Başka bir ayet-i kerimede de; ‘Onlar Allah’ın mekrinden (hile, tuzak, tezgáh) emin mi oldular?’ denilir.” Bu cümleler dini bir sohbetten değil,“Herkesin imtihana tabi tutulduğunu bildirir beraatımı isterim...” diyen bir sanığın savunmasından alındı. Daha kötüsü bu sanık bir hakimdi...
Eşini dövdüğü gerekçesiyle yargılanırken “kadının nasıl bir şeytan” olduğundan dem vuruyordu. Dili varsa, engizisyonun kızıl saçlı kadınlara karşı takındığı tavrı genele yayıp “lanetli cadılar” diyecekti belki.
Haber Hürriyet’in sürmanşetindeydi. Manşette ise “kendisini okula göndermeyen annesini öldüren 11 yaşındaki kız çocuğunun fotoğrafı” vardı.
Çoğu kişi gibi sordum:
Bu kızı yargılayan, o hakim olsaydı ne olurdu? (Ölen de öldüren de kadın olduğuna göre) Hakim bey “Fena mı yeryüzünden bir şeytan eksilmiş” deyip, eksilten şeytanın da hücrede etkisiz hale getirilmesine karar verip, sonra da “Bugün Allah için iki şey yaptım” diye gururlanacak mıydı?
Bütün kadınların yaradışıltan suçlu olduğu önyargısına sahip birinin, Ağır Ceza Mahkemesi hakimliği yapması da, yargının tarafsızlığına gölge düşürmez mi? Herkes üç maymunu oynasa bile, önce kabinenin iki kadın bakanının, sonra da kadın milletvekillerinin, haklarını yok sayan bu zihniyete karşı çıkması gerekmiyor mu?
Yoksa onlar da özgürlüklerinin, “toplum içinde kolbastı oynayabilmek” ile sınırlı olmasından memnunlar mı?
++++++
Babıali Şenlikleri’nin ardından...
Bir hafta boyunca alanda en çok sorulan soru şuydu: İlgi neden bu kadar az?
İbrahim Güleç’in, Sultanahmet’teki standımıza bıraktığı şiirinden iki dörtlüğü paylaşalım belki yardımı olur: Hiç şenlik olur mu ölü evinde / Nedir bu basının kastı burada / Kimi boyun büker, kimi zevkinde / Babıali yaftayı astı burada
Dört sokağı vardı üç de caddesi / Burada gürlerdi basının sesi / Şimdi ise garip yoktur kimsesi / Konuşmaz dilleri küstü burada...
++++++
Operasyon
Şakayla karışık
Deniz Feneri olayında malvarlıklarına tedbir konmasından itibaren kamuoyunda en çok yapılan espri şu: “Bu durumda iktidar hemen karşı atağa geçer ve Ergenekon davasındaki en büyük dalga başlar.” Espri olsa bile artık Ergenekon olayının kamuoyundaki algılanması böyle. İktidar ne zaman kendisine yönelik bir tehlike sezse, muhalif olarak gördüğü kimseleri sözde hukuk yoluyla sindirmeye çalışıyor. Ama bu intikam hırsıyla yapılan operasyonlarda hukuk öylesine ayaklar altına alınıyor ki, yarın öbür gün bunun hesabını kim nasıl verecek çok merak ediyorum.
* Can Ataklı / Vatan
++++++
Hadislerin ayıklanması ile İngilizlerin ne ilgisi var?
Son aylarda hadislerin ayıklanması diye bir faaliyetten söz edilmeye başlandı. Bu işte görüş beyan edilirken kullanılan referanslar ise çok şaşırtıcı: BBC’de çıkan bir yazı ve Chattam House Türkiye uzmanlarından Fadi Hakura’nın görüşleri. Bir de projeyi izlemekte olduğu söylenilen Hıristiyan İlahiyatçı Peder Felix Körner.
Biz durumu yabancıların ağzından mı öğreneceğiz, sorgulamak istediğim, bu.
Mustafa Özcan Bey’in “Obama” hakkında yazdığı makalenin son bölümü dikkatimi çekti.
“... Bu durum bize maalesef Lord Curzon’un taleplerini ve pazarlığını hatırlatmaktadır. ”
Fadi Hakura’nın, hadislerin değişmesi hakkındaki fikirleri de şöyle:
“İslâm ilahiyatının temelleri değişiyor.”
Türkiye’nin yaptığı, İslâm’ı yeniden yaratmaktan başka bir şey değil. İslâm’ı, kurallarına uyulması gereken bir dinden, çağdaş, seküler bir demokraside yaşayan insanların ihtiyaçlarına karşılık olacak bir din haline getiriyor.”
Şimdi Chattam House’u yeniden tanımak için internete baktırdım. Aslında, elimde olan bir kitapta fazlasıyla bilgi vardı ama yeni bir şeyler olabilir diye düşündüm. Çok uzun bir malûmattı karşılaştığım, kısaca alıntılar yapmakla yetineceğim.
( “En büyük Korku” filmi hakkında bilgi verdikten sonra)
“Film şu anda muhtemel nükleer terörizm korkusuyla yaşayan dünyada bir nükleer saldırı tehdidi üzerinde kurulmuş ve tabii bu saldırı, CIA ajanlarının gayretiyle önleniyor. Maksat bu korkuyu diri tutarak toplumdan terörizmle mücadeleye destek almak (...) Başka bir örnek de Yüzüklerin Efendisi, Yüzük Kardeşliği filmi. Burada asıl ilginç olan, romanın, CFR’nin İngiltere’deki karşılığı olan Chattam House tarafından ısmarlanmış olması. Bu filmler, romanlar, aslında İlIuminati ve Gül-haç gibi örgütlerin felsefesinden esinleniyoruz. Yüzük Kardeşliği, mason kardeşliğidir. (...)”
1920 yılında kurulan Chattam House, Kraliyet Uluslararası İlişkiler Enstitüsü olarak da tanınıyor.
Uluslararası siyasi, ticari ve güvenlik konularına ilişkin düşünce üretimine dönük faaliyet gösteren, dünyanın önde gelen kuruluşları arasında olan Chattam House’da 1927’den bu yana “gizlilik” kuralı uygulanıyor. (...) Tüm bunların yanında Chattam House, CFR gibi, masonlukla çok içli dışlıdır. Her iki örgütün de üyeleri aynı zamanda mason localarına üyedirler.
“(...) Sanki hepsi, seküler bir dünyanın yerini alacak yeni dinin, tek dünya dininin ideolojik alt yapısını hazırlamak üzere kurgulanmış. Bütün bunlar ise “Derin
dünya”nın gizli doktrinine denk düşen şeyler.”
* Afet Ilgaz / Milli Gazete
++++++
MİNİ YORUM
Kongolu çocukların istiklâli
Bir Cumhuriyet Bayramı günü AB’nin düzenlediği “egemenlik devri” sözleşmesine imza atan... Başında bulunduğu devletin okullarında eğitim gören çocuklarının “Ne Mutlu Türk’üm diyene” diye and içmesine itiraz eden bir zihniyet, Kongo’lu çocuklara Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin İstiklal Marşı’nın okutulmasından neden bu derece haz alır? Günlerdir düşünüyorum, Başbakan’ın Afrikalı çocukları “Osmanlı’nın akıncıları” ilan etmesinin çağrıştırdıklarından başka cevap bulamadım...