Sürüden ayrılanı guguk kapar

Cengiz Çandar, PKK’nın “Hüseyin Aygün kimliğindeki bir milletvekilini kaçırmaya varacak kadar pervasızlaşmasından” bahsediyor; Hüseyin Aygün kimliğinde olmayan bir milletvekili kaçırılsa terör örgütünün pervasızlaştığını düşünmeyebilir yani!
Cumhurbaşkanı, Yeni Akit’in taarruzu altındaki Cengiz Çandar’ı arayıp “konuyla bizzat ilgileneceğini” ifade ediyor; merak ediyorum “faydalanılacak gazeteciler, tutuklanacak gazeteciler listeleri”nin yayınıyla hedef gösterilenleri de arayıp, uğradıkları lincin durdurulması konusunda “bizzat pozisyon alacağını” ifade etmiş miydi?
İhsan Dağı dokunaklı bir yazının sonunda Cengiz Çandar, Hasan Cemal ve Hüseyin Aygün’ün güvenliklerinin de, özgürlüklerinin de “hepimizin namusu” olduğunu söylüyor; madem lugat bu, Mustafa Balbay, Tuncay Özkan, Ergun Poyraz, Mehmet Haberal, Engin Alan, İlker Başbuğ... onların özgürlüklerinin gaspı kimin namussuzluğu? Yahut dört duvar arasında Kuddusi Okkır’ın, Kaşif Kozinoğlu’nun, Uçkun Giray’ın, Mehmet Haşimoğlu’nun yaşam hakkı çalınabildiğine göre kim namusuna sahip çıkmadı?
Müessesemiz “kişiye özel” duyarlılık geliştirme konusunda tam teşekküllüdür!.. Sürüden ayrılanı guguk kapar; müessesemizin kanatlarının kapsamı dışına çıkar...



Yaka paça atsın istersen...
Köşe yazalarının seri tasfiyesi konusunda “Gazetelerden ve televizyonlardan gönderilen AK Parti muhalifleri için bizzat Başbakan Tayyip Erdoğan’ın ya da kurmaylarının devreye girdiğini düşünmüyorum” diyor Melih Altınok!
Pardon da, Taraf yazarı Başbakan’ın “bizzat devreye girmesi”nden ne anlıyor acaba?
Başbakan, medya plaza basıp, yazısını beğenmediği yazarı kulağından tuttuğu gibi gibi kapının önüne koyacak değil herhalde... Yahut korumalarını yollayıp, yaka-paça pencereden aşağı attıracak hali yok!
Bütün ülkenin huzurunda bir medya patronuna, açık açık “Bu kalemleri gazetende nasıl tutuyorsun” demek, “tutma, kov gitsin” demek değil midir?
Siyasi iktidarın müdahalesi daha direk nasıl olabilir!

+++

Sabiha’nın pırpırıyla kaçırmışlardır
Hükümetimiz açılım ayaklarıyla Kandil’den gelenlere kırmızı halı serdiğinde... AKP’nin imdadına yetişen Kılıçdaroğlu, durup dururken, Dersim krizi çıkardı mı?
Çıkardı.
***
Habur rezaleti taptazeyken... Dersim isyanıyla PKK kalkışması arasında benzerlik kuran kendi genel başkan yardımcısı Onur Öymen’i infaz edip, toplum nazarında “soykırımcı” durumuna düşürüp, derhal istifaya çağırıp, Habur rezaletini unutturdu mu? Unutturdu.
***
CHP Genel Başkanı olur olmaz, bismillah ilk iş, Onur Öymen’in üstünü çizip, onun yerine “Dersim soykırımdır” diyen Hüseyin Aygün’ü milletvekili yaptı mı? Yaptı.
***
Hüseyin Aygün, CHP milletvekili olur olmaz, bismillah ilk iş, “Dersim soykırımdır, insanlık suçudur, sorumlusu CHP’dir, İsmet İnönü’dür, Atatürk de haberdardır” dedi mi? Dedi.
***
Bebek katili teröristlere, şefkatle “terörişko” muamelesi yapan tetikçi gazteci tayfası “yeni CHP’yi” ayakta alkışlayıp, “tarihimizle yüzleşelim” kampanyası başlattı mı? Başlattı.
(...)
Hareket eden her canlıya havadan bomba yağdırıldığını... Kadınların, çocukların, gaz bombalarıyla hunharca katledildiğini... Kara suratlı adamların, dere içinde titreşe titreşe bekleyen masumların işini bitirdiğini belirterek... Devlet adına özür diledi mi? Diledi.
(...)
İnönü’nün Hitler, Sabiha Gökçen’in gözü dönmüş ırkçı olduğu yazıldı mı? Yazıldı.
AKP milletvekili, Sabiha Gökçen Havalimanı’nın isminin değiştirilmesini istedi mi? İstedi.
Netice?
Dersim’de yol kesip...
Başbakanımızın bahsettiği o derenin kenarında, Hüseyin Aygün’ü kaldırdılar.
Bana sorarsanız...
Terörişkolar yapmış olamaz.
Olsa olsa...
İsmet’in işidir.
Sabiha’nın pırpırıyla kaçırmışlardır.
Yılmaz Özdil / Hürriyet

+++

“Sivas’ın ötesine gitmeye korkuyorum”
Terörün yaygın olduğu 1995’te; Güneydoğu’ya gittim. O sıralar yazdığım Akşam Gazetesi için tam 10 gün o bölgede dağ tepe dolaştım; insanlarla konuştum. Şırnak’tan Tunceli’ye kadar... Bu röportajım gazetede 9 gün yayımlandı.
Şu an ise; Sivas’tan öteye gitmeye korkuyorum.
(...) 90’ların sonuna doğru hiç değilse silahlı propagandası iyice geriletilen PKK yeniden nasıl güçlendi?
Özellikle ülkenin tek adamı konumundaki Başbakan Erdoğan’ın, hiçbir komplekse kapılmadan bu soruyu sorması ve cevabını artık başka yerlerde araması gerekiyor.
Rıza Zelyut / Güneş

+++

Dershaneden kaçıp,
babasının doğumgününü kutlamak için
Silivri “Ceza
Kampüsü”ne koştu



Tuncay
Özkan’a
Nazlıcan’dan...

...Dershanemin ikinci gününde Orhan Veli, imdadıma yetişiyor...
“Kargalar, sakın anneme söylemeyin!
Bugün toplar atılırken evden kaçıp
Harbiye nezaretine gideceğim.
Söylemezseniz size macun alırım,
Simit alırım, horoz şekeri alırım;
Sizi kayık salıncağına bindiririm kargalar,
Bütün zıpzıplarımı size veririm.
Kargalar, ne olur anneme söylemeyin!”
Bugün toplar atılırken Kadıköy’de dershaneden kaçıp 46’lık bir genç adamın doğum gününe, Silivri nezaretine gideceğim.
Kargalar, ne olur anneme söylemeyin!
Benim kargalara simit ve macun rüşvetlerimin hesabını önceden yapan Orhan Veli’nin, 16’lık bir genç adamken lisede tanıştığı dostu Melih Cevdet Anday da zamanın günü yutmasını engelliyor, niye kargalar işin içinde, açıklıyor.
Ve burada, sanki bir tanıdıktan bahsediyor...
“Uyumayacaksın
Memleketinin hali
Seni seslerle uyandıracak
Oturup yazacaksın
Çünkü sen artık o sen değilsin
Sen şimdi ıssız bir telgrafhane gibisin
Durmadan sesler alacak
Sesler vereceksin
Uyuyamayacaksın
Düzelmeden memleketin hali
Düzelmeden dünyanın hali
Gözüne uyku giremez ki...”
Ben gördüm; bu tanıdık, hep çaldı bir sis çanı gibi gecenin içinde. Baktım, hiç uyumadı. Memleketin, dünyanın hali uykusundan uyandırır, yazdırırdı. Ama düzelmedi memleketin hali, girmedi onun da gözüne uyku.
Biliyorum, 14 Ağustos 2012 günü, Silivri nezaretinde bu uyuyamayan adamı bırakmış dönerken her zamanki soru olacak aklımda:
Acaba ne patlatır kocaman bir insanlığın afyonunu?
Ve özgürlüğümden utanarak döndüğüm yolda mırıldanacağım yine yolun ardında kalan nezaretin B/3 tecrit hücresine doğru: “Sen şimdi ıssız bir telgrafhane gibisin” Silivri’de, “Vakur metin sade” çalmaya devam eden... İyi ki doğdun!
Nazlıcan Özkan / Cumhuriyet



+++

“İleri demokrasi”, mottosu “Orijinal Demokrasi” olan Radikal’e yaramadı. Yıldırım Türker’in ayrılık kararı almasına sebep olan sansür uygulamasına tepki gösteren gazetenin diğer yazarları, dünkü köşelerinde Başbakan’ı, patronlarını ve Genel Yayın Yönetmeni Eyüp Can’ı hedef aldı



Bir zamanlar “Yetmez ama Evet”çiydi...

Başbakan’ın şahsen yarattığı
dalkavukların “alçak basıncı”

Bu toprakların kültüründe, iktidarın verdiği yetkileri kullanmak iktidar olduğunu hissetmek için yeterli değildir. İktidar olduğunu insanların gözüne sokarak göstermeden, gücünü abartılı biçimde sergilemeden iktidarda olmanın tadına varılmaz. (...) Muktedir olmanın göstergesi bir yandan her konuda ve hiç durmadan konuşmaktır, diğer yandan kendine karşı laf edenin dilinin kesilmesini sağlamaktır.
(...)
İpe sapa gelmez iddialarla açılan davalar, tutuklamalar bu iktidarın güç gösterisinin bir yüzüdür. Diğer yüzünde ise zamanın ruhunu yakalamakta mahir patronlar ve yöneticiler tarafından dalga dalga gerçekleştirilen temizlik operasyonları var. (...) Yıllardır aynı gazetenin sayfalarını paylaşmaktan onur duyduğum Yıldırım Türker, gazete yönetimiyle dünkü yazısı konusunda ortaya çıkan değerlendirme farkı üzerine Radikal’den ayrıldı. Radikal alametifarikasını kaybetti. Bunun tam da bu medya temizliği döneminde olması elbette bir rastlantı değil. Başbakan’ın şahsen yarattığı, dalkavukların, ‘hınk deyiciler’in beslediği atmosferin yarattığı alçak basıncın doğal sonuçlarını yaşıyoruz. Muktedirin gücünün sınırsız ve eleştiriye tahammülünün kısıtlı olduğu, iktidar hazzına her şeyi denetim altında tutmakla vardığı bu alçak basınç atmosferi, demokrasi açısından doğal afet niteliğindedir.
Ahmet İnsel / Radikal

+++

Gazeteciliğin binası
TOKİ’ninkine benzemez

Kimsenin suçu yok. Ve herkesin suçu var. Benim. Onun. Şunun. Bütün gazetecilerin, genel yayın yönetmenlerinin, patronların. Ve sizlerin de. Bu oksijensiz atmosferi giderek kabulleniyorsunuz. Hep unutuyor, hiç hatırlamıyorsunuz. En kıymetli haklarınızın üstünü çiğniyorlar, size tali geliyor.
Sonra birgün uyanıyorsunuz, Orwellian bir dünyada cirit atan, istikrarlı ekonominin boş bakan neferleri olmuşsunuz. Böyle bir ’mutluluk’ halinde, Yıldırım’ı zaten istemezsiniz. Mutlu olmadığınızı hatırlatsın, gözünüze soksun, kuruyup çöpe dönmekte olduğunuzu göstersin. Kim ister. Di mi. Biz gazeteciler için çember giderek daralıyor. Herhalde bunu fark ettiniz.
Ben bu bina üstüme çökene kadar dayanmaya karar verdim. Biraz inadımdan, biraz gazeteciliğe saygımdan, biraz da öfkemden. Çünkü bu mesleğin binası medeniyetin, demokrasinin eseridir. TOKİ’ninkilere benzemez, öyle kolay kolay da devredilemez.
Ezgi Başaran / Radikal

+++

Huzur bozmak oruçla uyuşuyor mu
İftar akşamında oruç açmak için masaya oturmuş insanların önünde kürsüye çıkıp siyaset yapmak, muhalefeti eleştirmek, gazete yazarını topa tutmak, gecenin huzurunu gerilime dönüştürmek din ve imanla uyuşur mu? Herhalde uyuşuyor ki, Başbakan öyle yapıyor.
İstanbul’daki iftarda “Dışişleri Bakanı’nın Myanmar’da ne işi var” diye yazan Radikal yazarı Cüneyt Özdemir’e ve patronuna ateş püskürüyor. “Ben buradan o medya patronuna ‘Yazıklar olsun’ diyorum. Bu adamları köşe yazarı olarak nasıl tutuyorsunuz?”
Başbakan böylece patronları da iktidarı eleştiren yazarlara karşı kışkırtıyor. Bu koşullarda bir ülkede ne basın özgürlüğü kalır, ne halkın haber alma özgürlüğü.
Kalmadı da zaten.
Melih Aşık / Milliyet

+++

Tayyip Erdoğan Necdet Özel’in evine iftara gitmiş!
Ev yemeklerinin “Başkonuğunu” Genelkurmay Başkanı’na kaptıran Sıraselviler eşrafı “askeri vesayet” diye kazan kaldırmasın!

Yazarın Diğer Yazıları