“Sürpriz yumurta”dan “mezhepçilik” çıktı...
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, dünkü temel atma töreninde yaptığı konuşmada, İstanbul Boğazı’na yapılacak 3. köprünün adını açıklarken “sürpriz” tanımını tercih etti. Ama hepimiz biliyoruz ki bu ismi “kötü, çok kötü bir şaka”, ne şakası bildiğiniz “işkence”, “zulüm” olarak algılayacak milyonlarca insan da yaşıyor bu ülkede.
Bu “sürpriz”i coşkuyla karşılayanlar gibi duyduklarında ürperen bu insanlar da Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin eşit vatandaşları.
***
Yavuz Sultan Selim; evet ülke nüfusunun büyük bir bölümü, yani “Sünni Müslüman çoğunluk” için “Mekke ve Medine’nin hizmetkarı”, hilafeti Osmanlı Hanedanı’na getirerek İstanbul’u “İslam’ın da başkenti” yapan “ilk Osmanlı Halifesi”, İpek ve Baharat yollarının ve Orta Doğu’nun ve Kuzey Afrika’nın “fatih”i, Osmanlı coğrafyasını 2.5 misline katlayan büyük bir komutan...
Ama...
İçinde Türk’ün kanı, ahı ve gözyaşı olan kocaman bir “ama” var bu “şanlı tarif” in tam ortasında.
Yüzyıllardır kapanmayan bir yara!
Tam da kabuk bağlamasına en çok ihtiyaç duyduğumuz anda, nasıl bir “ruh kökü”dür, nasıl bir tarih, nasıl bir millet, hepsini geçtim nasıl bir İslam yorumlamasıdır ki; yeniden kaşıtır, kanırtır, kanatır bu yarayı?
***
Bu ülkede yaşayan milyonlarca Alevi için -sır değil- “Türkmen katili” Yavuz Sultan Selim adının karşılığı.
Onlar için, Anadolu’nun Şah İsmail’le bağını koparabilmek uğruna katledilen 40 binden fazla Alevi’nin “sebebi” Yavuz Sultan Selim; atalarının katline ferman veren kişi! Onlar bu ismi her duyduklarında, eşzamanlı olarak Kemal Paşazade’nin “(...) Onların kafirlikleri, irtidatları konusunda hiçbir şüphemiz yoktur. Onların ülkesi darü’l-harb’tir. (...) Onlardan doğan çocuklardan her biri veled-i zinadır. (...) Harp diyarı olan ülkelerinde yenilgiye uğratılmaları halinde malları, kadınları ve çocukları Müslümanlara helaldir. Erkeklerin katli vaciptir. (...) Aynı şekilde onlara karşı cihad, onlarla savaşmaya gücü yeten tüm ehli İslam üzerine farz-ı ayandır. (...) Onlara üstün gelmemiz halinde iki seçenekten birini seçmek zorundadırlar: Ya Müslüman olmak ya da Arap müşriklere yapıldığı gibi kılıç. (...) Tüm bu sözler sahihtir ve Müslümanların sultanı üzerine Yüce Allah’ın ’Ey peygamber! Kafirler ve münafıklara karşı cihad et. Onlara karşı sert ol. Onların varacağı yer cehennemdir. Orası ne kötü bir sondur. Tüm bu işler Allah’a döndürülecektir’Buyruğunda olduğu gibi, bu kafirlerle cihad etmesi vaciptir” fetvası çınlıyor kulaklarında!
Onlar bu ismi her duyduklarında, Müftü Hamza geliyor akıllarına. Ve “Bu gibi kimselerin topluluğunu dağıtmak bütün Müslümanların vazifesidir. Bu arada Müslümanlardan ölen kutsal şehitlerin yeri cenneti ala’dır. O kafirlerden ölenler ise, hakir olup cehennemin dibinde yer tutacaklardır” fetvasına yansıyan kin-nefretle sarsılıyorlar bir kere daha.
Onlar bu ismi her duyduklarında, Hoca Saadettin tarafından nakledilen “...Cihanı tutan kılıcımız İslam’ın nuruyla parlamakta iken, ol kayıpların kaynağı Şia topluluğu bağını paralamak, ad ve şanlarını varlık dünyasından gidermek işini üstlenmek akıl ve din kuralları gereğince boynumuza borç olmuştur...” şeklindeki Divan konuşması çıkıyor karşılarına.
Onlar bu ismi her duyduklarında, Türkmen ozanlarının “Yürü Sultan Selim devran senindir” diyerek payitahta uğurladıkları Türklük sevdalısı bir şehzadenin, “Atalarımın yanında bulunan hünersiz yankesiciler, mal ve mülke düşkünler, bağış ve hediyeye tapınanlar, halk çocuklarını devamlı ileri gitmekten el çektirenler, beceriksizler, pinti ve alçaklar” diye tanımladığı devşirmelerin de etkisiyle, Anadolu’yu Kızılbaşlardan temizlemek için yemin ettiklerini ve bu arada 40 bin ila 70 bin arasında Kızılbaşın öldürüldüğünü itiraf eden İdris-i Bitlisi’yi olağanüstü yetkilerle donatan, Türkmenleri kılıçtan geçiren 33 Kürt beyine özel, devletin miri toprak düzenini delen bir padişaha dönüşümünü hatırlıyorlar;
Bir de “köyünü, çiftini, çubuğunu bırakıp terk-i diyar eden, cilayi vatan eyleyen” ninelerini, dedelerini...
***
Bu asla bir “Kahrolsun Yavuz Sultan Selim” yazısı değildir. Ama bizzat Osmanlı arşivlerinin belgelediği tarihi gerçekler ortadayken, üzerinde -hele de mezhepçiliğin tavan yaptığı şu günlerde- “milli birlik ve bütünlük” sağlamanın mümkün olmadığı bu denli “tartışmalı” bir padişahta ısrar etmeme davetidir.
Nitekim Gül, “Yavuz Sultan Selim” adını telaffuz ettiği dakikalarda, CHP Malatya Milletvekili Veli Ağbaba’nın twitter’da ardı ardına sıraladığı üç satır yeterli, Alevilerin bu tercihten yola çıkarak kendilerini nasıl “ötekileştirilmiş” daha fenası “düşmanlaştırılmış” hissedeceklerini anlamaya:
“3. Köprünün Adı Yavuz Sultan! Yeni hava alanının adı Ebussuud! Kanal Projesinin adı Kuyucu Murat !”
Bir başka CHP’li, aslen Iğdırlı olan (Caferi nüfusun yoğun olduğu bir il olduğu için özellikle belirttim) İstanbul Milletvekili Ali Özgündüz “Başka isim kalmadı mı? Yavuz ‘zalim-diktatör’ anlamında olup Sultan Selim’in lakabıdır” diyerek, Türkmen katliamına atıf yaptı aynı dakikalarda.
MHP Kayseri Milletvekili Yusuf Halaçoğlu, konuyu bir başka yönüyle ele alarak kararı “Tarih bilmezlik” olarak nitelendirdi Bengütürk TV’ye yaptığı açıklamada.
***
Gazeteci Rıza Zelyut’u aradım. Hem bir “Alevi” hem de mevzu bahis dönem üzerine yığınla kitap, makale yazmış bir uzman olarak değerlendirmesini merak ettim. “Mezhep köprüsü” oldu ilk cümlesi. Ve devam etti:
“Osmanlı tarihinde başka adam mı kalmadı? Başka padişah mı kalmadı? 2. Abdülhamit koysalardı, ona bile razı olunurdu. Açılımcılar ya “Açılım Köprüsü” olsaydı, “Barış Köprüsü” olsaydı bu kadar yaralamazdı. Ama bu çok büyük ayıp. Yavuz’un Alevilere karşı yaptığı katliam Osmanlı kaynaklarında var. Aleviler yüzyıllardır bu acıyı taşımalarına rağmen bunu kavga sebebi yapmadılar. Biz Yavuz ile Şah İsmail’i barıştırmaya çalışırken şimdi siz niye kalkıp bu insanları tahrik ediyorsunuz? Niye kışkırtıyorsunuz?”
***
Hakikaten niye?
Orta Doğu’da Şii-Sünni ekseninde keskin bir bölünme yaşanırken...
“İran-Irak-Suriye” sınırından dolayı Türkiye, “Şii hilali”nin göbeğinde yani “fay”ın en derinleştiği yerde; bütün depremlere karşı son derece açık ve savunmasız haldeyken...
İran’a karşı ABD’nin yanında pozisyon aldığımız, Irak’ın ve Suriye’nin teröristlerinin hamiliğine soyunduğumuz, Sünni-Nusayri-Alevi vatandaşlarımızın bir arada yaşadığı ve geçmişte çok trajik olayların yaşandığı “bıçak sırtı”ndaki güney illerimiz provokatörlerin, ajanların cirit attığı yol geçen hanlarına dönmüşken...
Ne diye?
“Yavuz Sultan Selim” açılımı, velev ki AKP’ye bir seçim daha kazandırır sanıldı (artık o da zor ya)...
Mezhep temelli bir tek “sivrilik”te patlayacak kadar “gergin” bir ülke, 500 yıl önceden kalma zihniyet yüzünden “yangın yeri”ne dönerse “seçime gitmeye” fırsat bulabilecekler mi acaba?
Bu mezhepçi, toplumu bölmeye, parçalamaya, kutuplaştırmaya, çatıştırmaya dönük kafayla zor ama, dün yapılan o duaların, bu ülkenin “peşin kılınan cenaze namazı” yerine geçmemesi umuduyla...