Suriye'yi unutup Libya'da savaşmak
Farkında mısınız Suriye krizi unutuldu. Özellikle son bir yıldır sabah akşam yatıp kalktığımız Fırat'ın doğusu gündemden düştü. Görünen o ki bir süre Libya ile yatıp kalkacağız. Nereden nereye?
09 Ekim'de başlatılan Barış Pınarı Harekatı (BPH) 17 Ekim'de ABD, 22 Ekim'de Rusya ile imzalanan mutabakatlarla fiilen sona erdi.
Her ne kadar BPH bölgesinde Türkiye'nin güvenliği sağlama, patlayıcı imha vs faaliyetleri devam etse, PKK/YPG'nin saldırıları ve karşılığında TSK ve ÖSO'nun karşı operasyonları yapılsa da harekatın bittiğini de ABD'li ve Rus bakanlardan öğrendik.
İktidar gerekirse BPH alanını genişletecek operasyon yaparız derken bizzat Putin'in Suriye Özel Temsilcisi Lavrentyev Türkiye'nin harekat sahasını genişletmeyecek dedi. Harekatın ilk günlerinde M4 karayolunun bir bölümü TSK/ÖSO tarafından kontrol altına alınmıştı ama da geçen hafta Rusya'nın arabuluculuğunda TSK/ÖSO M4'ün kuzeyine, SDG/YPG güneyine çekildi, M4 Rusya gözetiminde Suriye ordusunun denetimine bırakıldı.
Böylece PKK/YPG kontrolündeki Fırat'ın doğusuna kama gibi girdiği söylenen BPH M4'ün kesilmesini önleyememiş, Fırat'ın doğusunda YPG kontrolündeki bölgelerin coğrafi irtibatı da maalesef kopmamış oldu.
Uzun tartışmalı bir süreç sonrasında toplanan Suriye anayasa komitesi toplantıları akamete uğradı, siyasi çözüm beklentileri yeniden azaldı.
BPH ile birlikte Rus ve Suriye güçlerinin de Fırat doğusuna ve Türk sınır hattına gelmesi, ABD'nin güçlerini yeniden konuşlandırması, Türkiye'nin 120x30 km genişliğinde bir alanı kontrol etmesiyle zaten parçalı olan Suriye'deki durum çok daha parçalı bir görüntüye büründü.
İşte bu çok parçalı resim özellikle Suriye'nin geleceğinin nasıl olacağına ilişkin olarak yapılan değerlendirmelerde yer alan Suriye'de 17 veya 18 kanton oluşturulması fikriyle örtüşmesi dikkat çekici.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Suriyeli sığınmacılara daha fazla vatandaşlık verileceğini söylerken açık kapı Türk vatandaşlık politikasının hayata geçeceğinin ortaya çıkmasıyla birlikte Suriyelilerin Türkiye'de kalmaya devam edeceği de anlaşılmış oluyor.
Bunun Türkiye'ye ağır bedellerinin olacağını, Türkiye'nin sosyal-ekonomik yapısını olumsuz yönde değiştireceğini ve Türkiye'nin güvenlik tehdidini artırmasının yanında Türkiye'de çoklu etnik yapısına dayalı bir rejime dönüştürülmesi tehdidini yazdık durduk.
Dönemeyen Suriyeliler sadece Türkiye'nin değil Suriye'nin de demografik yapısının değişmesine ve orada yukarıda belirttiğimiz çoklu kanton yönetimlerinin ortaya çıkmasına neden oluyor. Bunun her ikisi de Türkiye'nin birliğine ve güvenliğine doğrudan tehdittir.
Suriye bağlamında ısrarla gündemden kaçırılan diğer tehdit alanı ise İdlib. Suriye ordusu Rusya onaylı operasyonlarını ağır ağır sürdürürken sözde muhalif gruplar da karşı saldırılarla İdlib'te daha önce kaybettikleri bazı noktaları geri alıyorlar. Yani alçak yoğunluklu savaş devam ediyor. Zaman zaman Türkiye sınırına göç dalgaları geliyor, sınır hattında her an Türk tarafına geçecek insan sayısı artıyor.
İdlib'te Türkiye'nin desteklediği sözde ılımlı muhaliflerin yanında Türkiye ve ABD'nin Ağustos 2018te terör örgütü olarak kabul ettikleri HTŞ var ama İdlib'in genel kontrolü HTŞ'de.
Türkiye yaklaşık 2 yıldır çatışmasızlık bölgesi ilan edilen İdlib'te Soçi Mutabakatıyla üslendiği İdlib'i terörden arındırma, teröristleri silah bıraktırma sorumluluğunu bir türlü yerine getiremedi. Önceki gün Lavrov Türkiye teröristle muhalifleri birbirinden ayırmayı yapamadı diyerek İdlib'te işlerin iyi gitmediğini ima etti.
Tam da bu anda ABD Genelkurmay Başkanının Senato silahlı kuvvetler komitesindeki ifadesinde HTŞ'yi El Kaide'den ayrılan bir grup olarak tanımlayıp Suriye'deki cihatçı mücadele unsurlarını IŞİD, El Kaide ve HTŞ diye listelemesi HTŞ'nin El Kaide'den ayrı muameleye tabi tutulamaya başlanacağının emaresi olabilir mi?
Bu durum ABD'nin İdlib'te Türkiye'nin yanında yer alacağını, Rusya karşısında örtülü bir işbirliğini göstermez mi?
911 km.lik sınırımızın hemen güneyinde Suriye'deki bu çarpık ve tehlikeli ilişkiler gündemden düşürülürken son aylarda Doğu Akdeniz'de esen fırtınaların yarattığı büyük dalgalar Türkiye'yi Libya'daki iç savaşın ortasına savurmuş gözüküyor.
Türkiye içinde olmaması gereken bir iç savaşın tarafı olmaya yönlendiriliyor. Son yazılarımda bunları incelemiştik. Şimdi dikkat çekmek istediğim konu Türkiye'nin İran'dan Libya'ya kadar olan hat boyunca çok boyutlu kriz ve çatışmalara müdahil hatta taraf olduğunu gösteriyor.
Bu resmim özeti şu: Türkiye İran'dan Libya'ya geniş ve uzun bir hatta çok boyutlu tehdit halkalarından oluşan bir cepheyle karşı karşıyadır. Bunun arkasında ise bir ittifaklar zinciri var. Bu Türkiye'nin askeri ve siyasi konsantrasyonu, hedef birliğini bozmakta, savrulmasına neden olmaktadır.
Ana tehdit sınırımızın dibinde Suriye'de. Suriye'deki tehdidi unutup Doğu Akdeniz'deki haklı mavi vatan mücadelesinin Libya'da savaşa dönüştürülmesi büyük bir stratejik hata olur. Çok uzun tehdit cephesinde ağır bedellere yol açabilir.