Suriye’den gelen fotoğraflar
Dünya medyasının gündemini Suriye’den gelen fotoğraflar oluşturuyor. Doğrusu Suriye’de Baas iktidarı da muhalifler de anılan fotoğraflarda ortaya konulan vahşeti hatta çok daha fazlasını yapma potansiyeline sahipler ve yaptılar. Ancak uluslararası ilişkilerde fotoğraflar söz konusu olduğunda bende olağanüstü bir şüphe doğar. Son on yıllarda yaşadıklarımız da beni çok şüpheci yaptı. 1989’du galiba büyük bir gazetemizin birinci sayfasında süper manşetten “Saddam Hüseyin’in cehennem topu” nun fotoğrafı yer almıştı. Londra’yı bile vuruyordu. Sonra Saddam, Kuveyt’i işgal etti. Bütün televizyonlarda Saddam’ın Basra Körfezi’ne saldığı ham petrole bulanan karabatakların denizden çıkmak isterken nasıl boğulduklarını gördük ve hepimiz Saddam’a lanet okuduk. Oysa bu filmlerin aslında Kuzey Denizi’nde İngiliz petrol firmalarının atıklarından ölen kuşlar olduğunu sonradan öğrendik. Romanya’da Çavuşesku rejimine karşı ayaklanma sırasında sokaklarda Çavuşesku’nun istihbarat servisi tarafından öldürülen Romenlerin filmleri televizyonlarda gösterildi. Sonra öğrendik ki, bunlar hastanelerin morglarından çıkarılmış cesetlermiş. Bu örnekleri uzatabiliriz. 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü’nden Erhan Canikoğlu, konuyu çok ustaca değerlendirdi. Bugün sizinle bu değerlendirmeyi paylaşmak istiyorum:
“Suriye Rejimi’nin vahşetini gösteren binlerce fotoğraf uluslararası kamuoyuna bir rapor eşliğinde sunuldu. Rapor, “Carter-RuckandCo. Solicitors of London “ isimli önemli bir İngiliz hukuk bürosu adına hareket eden 6 uzman tarafından hazırlanmış. Uzmanlar, Suriye’nin Askeri Polis Teşkilatı’ndan firar eden ve “Sezar” takma adı verilen Suriyeli bir görevli ile 12, 13, 18 Ocak tarihlerinde bir Orta Doğu ülkesinde görüşmeler yaptı. Uzmanlar Suriyeli görevlinin bizzat ya da arkadaşları vasıtasıyla yurt dışına çıkardığı fotoğrafların doğru olup olmadığını çeşitli teknikler kullanarak ve mülakat yaparak bulmaya çalışmışlar. Bilahare hazırladıkları rapor uluslararası kamuoyuna sunuldu. Hem de 22 Ocak’ta başlayacak Cenevre-2 görüşmelerinden bir gün önce. Bu raporu neden herhangi bir kuşkuya yer vermeyecek şekilde her türlü bilgi ve belgeyi ekleyerek hazırlamak yerine alelacele tamamlama ihtiyacı hissedilmiş?
Raporda, öncelikle fotoğrafların gerçekliğini ispatlayacak, alanında uzman kriminoloji uzmanları ve uluslararası ceza mahkemelerinde görev yapmış saygın kişilere yer verilerek, onlar üzerinden Sezar’ın ifadeleri ve fotoğrafların gerçekliği konusunda bir algı oluşturulmaya çalışılmış.
Fotoğrafların servis edilme zamanlaması Esad’ın ne kadar barbar bir lider olduğunu, Suriye rejimini destekleyen ülkelerin bu barbarlığa ortak olduğu imajı yaymayı, Montrö’de Suriye rejiminin elini zayıflatıp gerekli tavizleri koparmayı, şartların uygun olması halinde Suriye’ye bir müdahale yapılmasına çalışılmasını hedefleyen kara propaganda örneği olarak görülmektedir.
Hatırlanacağı üzere Ağustos ayında Şam’ın Guta banliyösünde meydana gelen kitlesel ölümlerin müsebbibi aranırken, Fransız servisi açık kaynak bilgilerine, gözlem-müşahede ve tanık ifadelerine ve İsrail’in askeri dinleme biriminden elde edilen sinyal bilgilerine dayandırdığı raporunda Esad rejimini saldırıdan sorumlu tutmuştu. Rapor, içeriği tartışmalı olsa da, bundan sonraki uluslararası girişimlere referans oluşturmuştu. Bugünlerde ortaya çıkan İngiliz raporu da aynı amaca hizmet ediyor.
Bu kez İngiliz raporuyla Suriyeli rejim muhalifi bir görevli olan Sezar’ın tanıklığında Esad mahkum edilmeye çalışılıyor.
Ancak asıl ilginç nokta şurada ortaya çıkıyor. 6 kişilik uzman heyeti Sezar ile görüşmeye gönderen Carter-Ruck Hukuk Firması’nın ortaklarından Cameron Doley’in Katar Emiri ile arasında geçmişte iş ilişkisi bulunmaktaydı. Doley’in Katar Emiri’nin eşinin şikayeti üzerine üstlendiği dava sonucunda Azzaman isimli gazetenin ilk sayfasında tekzip yayınlattığı ve 500 bin pound tazminat kazandırdığı belirtiliyordu.
Anlaşıldığı kadarıyla raporun böylesi aceleyle hazırlanma ihtiyacı fotoğrafların 22 Ocak öncesi servis edilme zorunluluğundan kaynaklanıyordu. Hedefi ise Esad Rejimi’ni uluslararası toplum nezdinde iyice köşeye sıkıştırmak, son destekçilerinin de elini zayıflatmak ve muhaliflerin beklentilerini karşılayacak bir ortam yaratmaktır.”
Canikoğlu’nun makalesi burada bitiyor. Önümüzdeki günlerde bu konuyu konuşmaya devam edeceğiz.