Suriye savaşı İran ile yapılan pazarlığın parçası mı?
Suriye, Türkiye’nin gündemindeki en önemli konu olmaya devam ediyor. Sanki bir sabah kalktığımız zaman Suriye’ye gireceğiz duygusu ile yatağa giriyoruz. 1918’den buyana hiç olmadığı kadar Orta Doğu politikalarının içindeyiz. Türkiye’nin menfaatlerini temsil etse ve gerçekleşebilecek hedefler olsa Orta Doğu politikalarına girmemizin hiçbir mahsuru da yok. Ancak çok daha az kaynak, çaba ve yaklaşım ile çok önemli neticeler alabileceğimiz Kafkasya ve Orta Asya Türk Dünyası’ndan ise her geçen ay biraz daha uzaklaşıyoruz. Rusya ise Türk Dünyası’nda Avrasya Birliği politikası adı altında büyük bir atılıma geçmiş görünüyor.
Türk Dünyası’na tamamen sırtını dönmüş olan Davutoğlu ise “Balkanlar’dan Kafkasya’ya oradan Orta Doğu’ya uzanan coğrafyada bölgedeki düzenden kendimizi sorumlu hissediyoruz” demektedir. Bir başka konuşmasında Türkiye’yi Davutoğlu, Orta Doğu’nun sahibi, öncüsü ve hizmetkarı olarak nitelendirmektedir. Tabii kimse 2 aydan buyana, Orta Doğu’nun sahibi olarak bir ülkenin iki gazetecisini nasıl olup da Suriye’nin elinden alamadığını soramıyor? Daha kötüsü, bu olay bir başka şeyi ortaya çıkarıyor. 1998’de Türkiye, Suriye’yi Abdullah Öcalan’ın Suriye’den çıkarılması için tehdit ettiği zaman Şam hem de baba Esad’ın yönettiği Şam, Ankara’nın tehdidini ciddiye almış, korkmuş ve Öcalan’ı Suriye’den çıkarmıştı.
Oysa bugün Suriye, oğul Esad’ın yönettiği Suriye, kendisini her gün tehdit eden Türkiye’nin tehditlerinden hiç etkilenmiyor, korkmuyor, geri adım atmıyor. Tutukladığı gazetecileri geri vermediği gibi, casuslukla yargılayacağını açıklıyor. Bu mu Orta Doğu’da sahip, öncü olan Türkiye? Suriye’nin bu kadar rahat olmasının nedeni ne? TSK’nın savaş yeteneği konusunda farklı değerlendirmeler mi yapması? Yoksa cari açık içindeki Türk ekonomisinin turizmden gelecek paraya ihtiyaç duymasından dolayı bu yaz savaşmak istemeyeceği mi?
Üstelik, Orta Doğu’da Suriye’den büyük bir denklem var. O da İran’ın nükleer silah üretme yeteneğine sahip olması. Nükleer İran, ABD ve İsrail için Suriye’deki rejimden çok daha büyük bir problem. İran için ise Suriye’deki Esad rejimi, kısa vadede nükleer silah yapımından daha önemli. Esad rejimi yıkılır ise İran’ın Batı Afganistan’dan Akdeniz’e uzanan jeopolitik zincirinin çok önemli bir halkası kırılacak ve önemli müttefiki Hizbullah ile kara bağlantısı kesilecek. Oysa nükleer silahta bir gecikme, Tahran için daha sonra telafi edilebilecek bir gecikme olacaktır.
Bu çerçevede stratejik gücünü bir an önce Orta Doğu’dan Asya-Pasifik bölgesine Çin’e doğru aktarmak isteyen ABD için Tahran ile bir pazarlık alanı ortaya çıkabilir. Washington, Orta Doğu’da daha uzun kalmasına neden olacak ve Batı kapitalizminin İsrail’in İran’a saldırmasından dolayı çıkacak bir Orta Doğu savaşından dolayı yükselen petrol fiyatları sonucunda alacağı ağır darbeden kaçınmak için Tahran’a “nükleer güçten vazgeç, Esad rejimi kalsın” teklifinde bulunabilir. Veya bu teklif Tahran’dan Washington’a gelebilir.
Böyle bir teklif üzerinde anlaşılması durumunda Ankara, güneyinde iki düşman bir de onların arkasındaki ülke olan Suriye-Maliki Irak’ı ve İran ile karşı karşıya kalacaktır. Buna başarılı dış politika denilebilir mi? Hiç sanmıyorum. Ankara’nın Suriye politikasında radikal bir değişiklik yaparak tekrar barış çizgisine oturması lazımdır. Demokrasi isteyen kitleler veya diktatörler tarafından ezilen Suriye halkı şeklinde retorikler ile siyaset izahı yapılmasın. Şu anda Şam’a karşı Ankara’nın ortak tavır aldığı Suudi Arabistan’da ve Katar’da hiç demokratik seçim yapıldığını gören oldu mu? Sudan’ın Uluslararası Ceza Mahkemesi tarafından hakkında soykırım suçlaması ile arama emri çıkarılmış liderine Erdoğan destek olmadı mı? Demek ki mesele başka.