Suriye bölünme ve nüfuz paylaşımı arasındadır
2011'den günümüze kadar Suriye'de devam etmekte olan kaosun çözümlenmesi için, uluslararası camianın müzmin acizliğinin yanı sıra küresel güçler arasında yaşanan çatışmaların arka planında menfaatler başta olmak üzere bütün tarafların Suriye'nin geleceğiyle ilgili arzuladığı paya sahip olma stratejileri dikkate alınmalıdır.
16 Temmuz'da Putin ile Trump arasında Helsinki'de yapılan zirvenin emareleri peyderpey ortaya çıkmaktadır. Bu zirveye atfen Suriye konusuyla ilgili olarak geçen haftaki yazımızın sonunda "İsrail'in güvenliği, Esad'ın SDG ile diyaloga geçmesi ve Suriye'nin kuzeyinde özerk bölge kurulması gibi konuların zirvenin çıktıları arasında yer aldığı" yorumunu yapmıştık.
Hali hazırda Suriye'de bölünmeye yönelik dört nüfuz alanı defacto olarak yerlerini almışlardır. İlki, Rusya ve İran askeri güçlerinin desteğiyle Suriye Arap Cumhuriyeti adı altında başkent Şam ile birlikte orta ve sahil olmak üzere iki bölgeyi kapsamaktadır. Bu bölgede rejim Suriye topraklarının neredeyse yarısını ve nüfusun %65'ini kontrol altında tutmaktadır.
İkincisiyse ABD'nin askeri güçlerinin desteğiyle terör örgütlerinden oluşan SDG adı altında Fırat'ın doğusundan başlayarak Kamışlı'ya kadar uzanan bölge, Suriye topraklarının yaklaşık %30'una tekabül etmektedir. Bu bölgede Menbiç başta olmak üzere diğer noktalar Ankara ile Washington arasında ihtilaflara sebep olmuş ve Türkiye'nin güvenliğini ve bekasını ilgilendirmektedir.
Üçüncüsü TSK'nın desteğiyle ÖSO dahil Suriyeli muhalif grupların kontrolü altında olan Azez, Cerablus, El Bab ve Afrin bölgesine ilaveten İdlib vilayetiyle Menbiç'te devam eden sorunlar ortadadır.
Dördüncüsü ise İsrail'in işgal ettiği Golan tepelerinin yanı sıra ABD ve Ürdün koordineli Dera ve Kunaytra vilayetlerinin sınırlarında yer alan beldeler. Ayrıca İran da Şii türbelerini korumak gerekçesiyle Irak-Suriye sınırlarında askeri güç bulundurmaktadır.
Diğer taraftan Suriye ordusu, İsrail işgalindeki Golan tepelerine sınır olan ve sürekli çatışmalara maruz kalan Dera'da kontrolü ele geçirmeye çalışmaktadır.
Menbiç'e bakacak olursak 2016'daki Fırat Kalkanı harekatı öncesinde ABD'nin Menbiç dahil yedi noktada kurduğu havaalanı ve askeri üsler sayesinde PKK ve PYD'nin bölgede yerleşmelerinin yolu açılmıştır.
ABD, kendisini Menbiç'in kuzeyinde, batısındaysa Rusya ile Suriye askerlerinin konuşlanmasını organize ederek Türkiye'nin Menbiç'e müdahalesini engellemiştir. Daha sonra Ankara'nın tehditlerine karşın ABD, Ankara'da 2018'de açıklanan yol haritasına göre PKK-PYD teröristlerinin Menbiç'ten çekilmelerini ve Türkiye ile ortak bir yönetimin kurulmasını kararlaştırmıştır. Şu ana kadar Türk askerleri belirli noktalarda devriye dolaşmasından ileri gidememektedir.
Anadolu Ajansı muhabirlerinin elde ettiği bilgilere göre örgütün Kandil'den gelen elebaşları ile rejim temsilcileri, bir süre önce Halep'teki Baas Partisi binasında bir araya geldiler. Bu tip görüşmeler devam etmektedir.
Bu gelişmelerden anlaşıldığı üzere ABD ile Rusya mutabakat içindedir ve daha önceki yazılarımızda da defalarca belirtildiği gibi ABD'nin ana hedefi Suriye'nin kuzeyinde Irak'ta olduğu gibi özerk bir bölgenin kurulmasıdır. Nitekim Rusların da federal bir yapının meydana gelmesinden yana oldukları ve Rusya'nın Şam'la yürüttüğü yeni anayasa çerçevesinde yer aldığı ileri sürülmektedir.
İdlib'deki durum karışıktır. Dera'da sivillerin hedef alınması kaygı vericidir. Astana'da İdlib çatışmasız bölge olarak ilan edildi ancak Şam rejiminin Gota'ya benzer bir şekilde İdlib'e yönelmesi Astana sürecini alt üst edecektir. Güney Suriye'de İsrail, İran milislerinin en az 80 km veya tamamen sınır bölgesinden çekilmelerini Rusya'dan talep etmektedir. Bu itibarla Rusların üst düzey yöneticileri hem Tel Aviv'i hem Tahran'ı ziyaret etmektedirler.
Kendi menfaatleri doğrultusunda diplomasi mühendisliği çerçevesinde bütün tarafları idare etmeye çalışan ve hali hazırda Suriye'nin iplerini elinde tutan Rusya, Türkiye ile Esad Rejimi arasındaki anlaşmazlıkları çözmek için nasıl bir yol izleyecektir.
Her şeyi zaman gösterecektir.