Surda Gedik Açıldı!

Milliyetçi Hareket Partisi'ndeki kongre talebiyle başladı aslında her şey…

Bir önceki kongrede Devlet Bahçeli'yi genel başkan seçen delegeler, "Genel başkan seçimli olağanüstü kongre" talep ettiler. Delege sayısı her geçen gün arttı, onlarla ifade edilen sayılar 600'e dayandı.

Devlet Bahçeli ve yakın ekibi doğrudan hedef gösterdi, "FETÖ'nün uzantıları partimize sızmak istiyor" diye… Açıklamalar ise hükümet medyasına yapılıyordu.

Kendi dava arkadaşlarını FETÖ'cülükle suçlayan bir süreç başlamıştı. Aynı zamanda Türk siyasetine de büyük bir illet sokulmuştu; "Kendine rakip gördüğünü FETÖ'cü ilan et."

AK Parti cephesi ise MHP'deki kongre sürecine ilk başlarda sessiz kalıyor gibi gözükse de hazırlık çoktan başlamıştı. Hükümetin bütün medyası bir anda Devlet Bahçeli hayranı kesilip, Meral Akşener başta olmak üzere MHP'deki değişimci kanada ağır suçlamalar yöneltiyordu.

Hükümet medyasının MHP'deki değişim talebine yönelik bu antidemokratik tutumu, yargı erklerini ele geçiren zihniyet tarafından da onaylanınca, kongre yapılamadı.

Ancak bu süre zarfında çok önemli bir siyaset değişiminin varlığı hasıl olmuştu. MHP'deki değişim sonrası AK Parti'nin oylarında büyük kayıplar yaşanacağı anketlere de yansımıştı. MHP'nin marka değeri ve kurumsallaşmış yapısının üzerine çağı yakalayan bir entelektüel birikimin eklenmesi, Türkiye'deki siyaseti bambaşka bir noktaya taşıyabilirdi.

İşte tam o günlerde göz göre göre gelen bir darbe girişimi yaşandı. YAŞ kararlarıyla en kritik noktalara getirilen FETÖ'cü kurmay kadro, darbeye teşebbüs etmişti.

Darbe gecesi Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın açıklamaları ve halkın tepkisi Türkiye'de yeni bir sürecin başlayacağını haber veriyordu.

Erdoğan ve AK Parti'ye yönelik eleştiriler ertelenmek zorundaydı. Çünkü ortam öylesine sertleşmişti ki en ufak bir eleştiri "Böyle bir dönemde eleştiri mi olur, herkes devletin yanında yer almalı, devlet de şu anki hükümettir" bakış açısıyla bastırılıyordu. Durum böyle olunca parti içindeki eleştiriler de geri plana çekildi. Abdullah Gül ve çevresindeki kadro sessizleşti, muhalefet de susmak zorundaydı.

Yenikapı'da yapılan mitingle herkes hükümetin yanında kenetlenmişti. Böyle de olmalıydı. Böyle aşağılık bir zihniyetle Türkiye'nin topyekun mücadele etmesi gerekirdi.

Ancak sonrasında işler değişmeye başladı.

AK Parti cephesi, darbe girişimini kendilerine yönelik bir eylem olarak yorumlarken, mücadeleyi de sadece kendilerinin yaptığını vurguluyordu. Ama geçmiş dönemde FETÖ'cülerin nerelere yerleştirildikleri, hangi siyasi kararlar sonrasında darbe yapacak güce eriştikleri tartışılmıyordu.

Meclis'te Darbeyi Araştırma Komisyonu adı altında adeta bir tiyatro kuruldu. Tiyatronu konusu komediydi, gündem epey bir oyalandı.

Sonrasında ortaya bir de başkanlık rejimi iddiası geldi. Bu öneriyi getiren de kendi kurultayını yapmaktan çekinen Devlet Bahçeli'ydi… Bir anda Türkiye seçim sürecine sokuldu.

MHP'de değişim talep edenlere atılan FETÖ iftiralarının kapsamı genişlemişti. Artık, AK Parti ve MHP'nin dediklerini eleştiren, onlara muhalefet eden herkes FETÖ'cü ilan edebiliyordu. Bu durum, FETÖ ile mücadeleyi de sulandırdı.

24 Haziran seçimleri de benzer bir tabloda geçti. Hükümet medyası yoğun eleştirilerde bulunuyordu. AK Parti ve MHP istediği sonucu aldı. Muharrem İnce ve İYİ Parti'nin aldığı oy ise biraz huzur kaçırmıştı.

31 Mart seçimlerine gidildiğinde ise siyasi söylemlerdeki kontrol tamamen ortadan kalktı.

Cumhur İttifakı dışında kalan kim varsa ya FETÖ'cü ya da PKK bağlantılıydı. Devletin en tepesinden, bakanlara kadar herkes bu dili kullandı. İnanılmaz bir kara propaganda yayıncılığı, inanılmaz bir yönlendirme vardı. Ortam, hiç olmadığı kadar gerilmişti.

Tüm bu yayınlara, suçlamalara rağmen Cumhur İttifakı, Ankara ve İstanbul başta olmak üzere birçok kritik ili kaybetti.

Surda gedik açılmıştı! FETÖ ve PKK suçlamalarının seçmende ters etki oluşturduğu net bir şekilde görülüyordu.

Cumhur İttifakı'nın herkesi suçlayan dili, artık kaybetmişti. Bu hükümet medyasının da kaybetmesi anlamına geliyordu. Kutuplaştıran, yıkan, aşağılayan dil de kaybetmişti.

Türkiye'de siyaset, 31 Mart sonrası çok ciddi bir değişim sürecine girdi.

Bu durum Türk siyaseti için çok güzel bir gelişmedir, değerlidir.

31 Mart'ın en önemli özelliği; AK Parti'nin büyükşehirleri kaybetmesi değil, kutuplaştıran, ötekileştiren siyasetin kaybetmesidir.

Türkiye'yi çağ dışı bir maceraya sürüklemek isteyenlerin, bu seçim sonuçlarından çıkarmaları gereken çok büyük dersler vardır.

Yazarın Diğer Yazıları