Şüpheler, şüpheler, şüpheler…
Son dönemde Milliyetçiliğe yapılan yatırım hepimizin dikkatini çekiyor. Bu yeni bir şey değil. Memlekette "Seçim" özneli bir hareketlenme olduğu zamanlarda birilerinin birdenbire "Milliyetçi" damarlarının kabarmasına alıştık.
Daha düne kadar "Bunlar Fatiha bile bilmezler" ana fikrine sahip konuşmaları trans halinde dinleyenlerin ihtiyaca binaen "Ülkücü" sevdaları artık rutinimiz haline geldi.
Bu sevdayı hakiki zannedip "Acaba beni seviyor mu?" hülyalarına kapılan saf Ülküdaşlar yok mu? Hem de pek çok.
Bunların içinde "Helal olsun, adam liderin dediğine geldi!", "Başbakan da liderin sözü üzerine söz olmayacağını anladı" minvalinde düşüncelere kapılanlar yok mu bir de?
Üzülüyorum bittabi!.. Saflığımıza mı yansam, hafızamızın zayıflığına mı?
Tabii ki "ihtilaflar sürsün" demiyorum. Eğer doğru bir şey varsa ve nihayet bu doğruya doğru bir yönelim varsa bu güzel bir şey.
Milliyetçiliği ayaklar altına almayı maharet sayan bu tarzın birden bire kafada miğfer, elde silah Milliyetçi nutuklar atmaya başlamasından doğal olarak "şüphe" duyuyorum…
Hele de ufukta bir referandum olunca gözlerimin önüne 2010 geliyor birden bire. O zamanlar kendilerine "bağımsız" diyen ufak bir grubu ağlarına düşürmüşlerdi, başarı sağlanınca gözlerini büyük kütleye diktiler…
Ülkenin siyasi dengelerinden bîhabermiş gibi "Seçilecek Cumhurbaşkanı'nın Milliyetçi olmayacağını nereden biliyorsunuz?" yaklaşımı ile teşkilatını ikna etmeye çalışan bir yönetim tarzı da ortada olunca adamların ümit deryasına yuvarlanmaması mümkün mü?
Ümitvâr olana değil edene bakmak lâzımdır, vesselam…
***
Ben rahmetli Başbuğ'un dizilerde boy göstermesini, sinema filmlerinde Atsız şiirleri ile terörist avlayan sniperların arz-ı endam etmesini de Ülkücü oylara ihtiyaca bağlıyorum.
Kızabilirsiniz, yine "septik" tarafım galebe çalıyor. Türk sinemasında birden bire ortaya çıkan Türkeş sevdasını çok "samimi" bulamıyorum. Yıllarca "bunlar Menderes'i astı" diyenlerin birden bire Türkeş'in bu işin dışında olduğunu keşfetmesinden "huylanıyorum". Yanlış anlaşılmasın, kızmıyorum. Onlar siyasi pragmatizmi ilke edinmiş, bunun gereğini yerine getiriyorlar.
Peki ya biz?
Bizde siyasi tutarlılık esastır. Neticede "ideoloji" merkezli bir hareketiz. Unutanlara hatırlatmak vazifemiz: Milliyetçiyiz ve nihayet Milliyetçiler muhafazakârdır.
Her şeyi olduğu gibi geçmişi unutamamamızın sebebi bu "muhafazakâr" yapımız. Fikirlerde sabit kadem olmak "politik çizgi" değil, "haslet". İnancın ve o inancın siyasi pratiği ideolojinin insan ruhuna nüfuz etmesi ile ilgili bir şey bu.
Mesele farklı bir mecraya kaydı, bu husus başka bir yazıda teferruatlı bir şekilde ele alınabilir.
Ne diyorduk: İnsan değişebilir mi?
Tabii ki değişebilir ve değişmeli de. Lakin bu kadar hızlı ve süreklilik arz eden değişimlere karşı dikkatli olmak lâzım. Bu arkadaşların geçmişte geçirdiği değişim süreçlerini inceleyin; öncesini ve sonrasını. Ne demek istediğimi anlayacaksınız…
Sadece onların mı?
Şu dönemde, Başkanlık veya Cumhurbaşkanlığı adı her ne olursa olsun yönetim sistemimizle ilgili düşünceli radikal bir şekilde değişen herkese "septik" bir eda ile bakın…
Dünkü ve bugünkü söylemlerini "kontrol" edin.
"Siyasette bu kadar hızlı değişim, büyük yanılma payı normal mi?" sorusunu kendinize sorun…
***
Tam da yukarıdaki cümleyi bitirmişken, sabah gazetelerinde şu açıklamayı okudum, bir MHP'li yetkilinin ağzından nakledilmiş:
"…. Siyasi tıkanıklığın giderilmesi ve cumhurbaşkanlığı makamıyla iktidarın çözüme sevk edilmesi için zorlayıcı bir demokratik siyasi dalga yaratılmalıdır. MHP bunun için harekete geçmiştir."
Sayın yetkili "revizyonu" yaparken muhataplarına "Binlerce PKK'lı öğretmeni göreve iade ederek terörle nasıl mücadele edeceksiniz?" sorusunu da umarım sormuştur veya soracaktır…
Eğer sormazsa millet bu soruyu soracak, "Birilerine Başkanlık yolunu açarken PKK'lı öğretmenlerin sınıflara gönderildiğini görmediniz mi?" diyecektir.
Bence bu soruya bir cevap hazırlamaları faydalı olacaktır!...