Sulu armutları yiyenlere ahirette sorulur
Medya dün, 85 yaşında vefat eden Milli Görüş’ün lideri Necmettin Erbakan’ı konuştu; Erbakan’ı
yazdı. Kimi hatıralarını paylaştı okurlarıyla, kimi “bilinmeyen” yanlarını. Kimileri de vardı ki onların payına bu acı günde “günah çıkartmak” düştü.
Telefonum çaldı. Verilen haber kısa ve özdü:
Erbakan Hoca vefat etti.
Prof. Necmettin Erbakan, şahsi hasletleri bir yana bırakılırsa sahici bir mücadele insanıydı.
Kıvırtmayan, özü sözü bir, anti küreselleşmeci, anti Amerikan inanmış bir dava insanıydı.
Bugünün Türkiye’sinde dikey veya yatay; dört bir yana serpili, iktidarla ilintili siyasetçi, bürokrat her kim varsa yolu, bir şekilde, Erbakan’dan geçmiştir.
Bir düşünün başta Cumhurbaşkanı Abdullah Gül sonra Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, tüm bakanlar kurulu, nereden geldiler, nasıl geldiler ve şimdi ne yapıyorlar?
Erbakan, kıvırtmayan bir adamdı. Sahici bir mücadele insanıydı.
Beğenin veya beğenmeyin ama hakkını teslim edin!..
Erbakan üzerinden herkes kendini temize çıkarttı.
“Milli görüş gömleğini çıkartmak“ birileri için kabul vesilesi olmadı mı?
Hesaplaşma haysiyetle olur.
O, ahir ömründe tek bir mücadele verdi. Hak ile batılın mücadelesi..
Bunun adı ’milli görüş”tü...
Bu topraklarda Grek-Latin-Kilise kültürüne direnen Erbakan’dı...
Allah’tan başka kimseye kul olmayanların çadırı Erbakan’dı...
Hak ile batılın mücadelesiydi.
Bu iktidar Erbakan’ın mücadelesinin meyvesidir. Kim itiraz edebilir?
Durduğu yerin ne olduğuna önem veren bir adamdı.
Kimine göre politik tercihleri yanlış olabilir ama yönünü asla değiştirmedi.
Bir insanın tüm yaşamını bir istikamette geçirmesi meziyettir.
Erbakan bu toprağa bir ahlat dikti. Yarayışlı olsun diye... Bazıları o ağaca armut aşıladı.
Şimdi sulu armutlar yiyorlar. Yesinler... Erbakan bu toprağa neden ahlat dikti de siz onu aşıladınız?
Temel soru budur. Karnınızı doyurmak için mi? Yoksa lezzet için mi?
Hala yanıtını verebilidiğim bir soru değildir.
Ahirette de sorulur elbet.
Bu toprağı mayalayan bir insan Hakk’a yürüdü...
Hakkımız ona helal olsun...
Serdar Akinan / Akşam
+++
Merhumu iyi bilirdik
Necmettin Erbakan “Siyasal İslam” gerçeğini Türk çok partili demokrasisine kabul ettiren çok önemli bir siyasetçidir.
Sosyo-politik gerçeklerin görmezden gelindiği veya bastırıldığı ülkelerdeki patlamaları yine izlemekteyiz. Erbakan’ın “Milli Görüş” ünün siyasal partiler içinde seçmenin tercihine sunulabilmesi sayesinde, Türkiye’de bu eğilim sokak ayaklanmaları yoluyla değil, parlamentoda temsil edilerek varlığını sürdürdü.
(...)
Onu 1970’li yıllardan başlayarak yakından tanıdım.
Öğrenciliğinden başlayarak son gününe kadar çok çalışkan bir insandı. İdeolojik takıntıları elbette vardı. Bir maraton koşucusuydu. Her kapatılan partisinin ertesinde yeni bir partiyi kurabiliyordu.
Kitleleri peşinden kuşaklar boyu sürükleyebilen karizmaya sahipti.
Saygılı ve özenli davranışlara sahipti.
Cenaze namazını kıldıran imam Erbakan için “Merhumu nasıl bilirdiniz” diye sorduğunda “İyi bilirdik” diyecek cemaat içinde ben de varım. Ona hakkımızı helal ediyoruz ve çok partili demokrasimize katkılarından ötürü teşekkür ediyoruz. Neticede unutmayalım ki ölümden öteye köy yoktur.
Mehmet Barlas / Sabah
+++
“Ben bir Erbakancı idim”
Benim babam azılı bir “Selametçi” idi.
“Yeşil komünist” derlerdi bize...
Mahallenin haylaz ve acımasız çocukları bizi “Kadayıfın altı kızardı mı?” diye kıl etmeye çalışırlardı. Kızlara pek çaktırmazdık “Erbakancı” olduğumuzu...
- 13 yaşımda Amasya’nın Suluova kazasında sadece yüz yirmi kişinin katıldığı MSP mitinginde “Biz biz biz / Fatihlerin nesliyiz” diye slogan attım.
- 14 yaşımda MTTB’de “tekvando” kursuna gidip yeteneksizlikten harcandım.
- 15 yaşımda MTTB’yi ürkek bulup Akıncılar’a geçtim.
- 16 yaşımda Erbakan’ın Meclis’teki bütçe görüşmelerinde yaptığı destansı konuşmalar karşısında kendimden geçtim.
- 17 yaşımda kendimi kültür sanata vurdum ve mağrur bir gülümsemeyle Erbakan’ı hafiften küçümsemeye
başladım.
***
Erbakan Hoca, 12 Eylül’den sonra kimselerin iplemediği Refah Partisi’ne iki oy daha kazandırmak için inanılmaz bir inatla çabalarken, biz olanca fiyakamızla “Bu Hoca çok âlem adam vallaha” diyerek kafa bulurduk. O zamanlar gençtik. Kimimiz radikal takılırdı, kimimiz şiir yazardı, kimimiz öykü tadında yaşardı, kimimiz de Özal’dan kaptığı nemaya fit olurdu. Hoca’dan uzak durulan dönemdi yani. Sonra bir şey oldu, tuhaf bir şey:
Kimsenin iplemediği Refah Partisi, hakikaten de yükselişe geçmeye başladı.
Varoşlardan “Refah’ın vakti geldi” türküsü yükseliyordu. “Başbakan Erbakan” sloganı, yılların hayali olmaktan çıkıyordu galiba. Hepimiz doluştuk Refah Partisi’ne. Ne de olsa omuz vermek farz olmuştu ve ne de olsa son tahlilde hepimiz “Refah Partili” idik.
***
Bin türlü zulüm, bin türlü ayak
oyunu, bin türlü ötekileştirme numaralarının ardından nihayet başbakan oldu
Erbakan...
Başbakanlığının ilk günüydü. Makam odasına girdim. Benim gibi bir tıfılı ayakta karşıladı ve kapıya kadar uğurladı. Bir nezaket adamıydı o. Hem de öyle yapay nezaket değil. Eşine az rastlanır içselleştirilmiş bir nezaket adamıydı. Ama bu “nezaket abidesi” adama, ağız tadıyla bir gün bile Başbakanlık yaptırmadılar. Genelkurmay bildirileriyle zıplattılar. Manşetlerle vurdular. MGK’larda terlettiler. Partisini kapattılar. En demokratların bile yaşananları “cami” ile “kışla” nın kavgası olarak gördükleri ve bu nedenle taraf olmaktan kaçındıkları günler... Edilen alayları saymıyorum bile... Zaten alay edilmek, Erbakan’ın hep kaderidir. 28 Şubat olmuş, iktidar gitmiş, Refah Partisi hakkında kapatma davası açılmıştı.
Yenilginin getirdiği “yorgunluk” ve “yılgınlık”, büyük bir uğursuzluk gibi çökmüştü camianın üzerine.
Kimsenin kıpırdayacak hali kalmamıştı. Bir karamsarlık, bir umutsuzluk, bir “Bitti bu iş” havası ki... Sormayın.
Hiç unutmuyorum: O yaz, Kuzey Ege’ye vurmuştum kendimi. Altınoluk civarında kafa dinliyordum. Aklıma esti, kalktım Hoca’nın Altınoluk’taki yazlığına gittim. Gördüğüm manzara şuydu: Erbakan Hoca ve birkaç hukukçu milletvekili, bahçenin bir köşesindeki barakada oturmuşlar kan ter içinde “savunma” hazırlıyorlardı. Hiçbir şey olmamış gibi... Hukuk işliyormuş gibi...
“Savunma yapma” nın bir anlamı
varmış gibi...
İşte öylesine bir direnç ve inat abidesiydi Erbakan.
***
28 Şubat, Erbakan’ın siyaset sahnesinden manevi olarak çekildiği günün adıdır. Bir hareket, esaslı bir hareket çekmesi gerekiyordu o gün...
Maalesef çekmedi. Ve bu nedenle manevi olarak kendisi çekilmiş oldu. Çekilmemiş gibi yapsa da, iki tane parti kursa da, arkadan idareyi sürdürse de, iddiasına devam etse de, yeniden partisinin başına geçse de, talebelerine ağır bir şekilde yüklense de, hastane odasında son nefesine kadar mücadeleye devam etse de...
Olay çoktan bitmişti. Çabası nafile, söylemi bayat, tarzı eski, yanındakiler demodeydi. Takdiri ilahiye bakın: Manevi olarak siyaseten bittiği bir günün arifesinde, maddi olarak da öbür dünyaya göç etti. Allah rahmet etsin. Biz kendisinden razıyız, Allah da razı olsun.
Ahmet Hakan / Hürriyet
+++
Türk siyasetinin de “Hoca”sıydı
Erbakan’ın vefatı haberi gelmeseydi, bugünkü gazetelerin çoğunda manşet haber muhtemelen 28 Şubat’ın on dördüncü yılı münasebetiyle yapılmış özel haberler, açıklamalar, mülakatlar olacaktı. Kaderi, Erbakan’a, bir anlamda siyasi vefatı sayılan 28 Şubat’ın bir yıldönümünü daha ona göstermedi.
Ama Erbakan, o günlerde onu Başbakanlıktan eden askeri komuta kademesinin ’Bin yıl sürecek’dediği 28 Şubat sürecinin, birkaç yıl sonra sona erdiğini ve kendi talebelerinin 28 Şubat’ın hesabını o komuta kademesinin talebelerinden sorduğunu gördü.
Dolayısıyla gözleri açık gitmiş sayılmaz. Bu önemli bir mürüvvet ve önemli bir çelişkidir. Erbakan söylemde ’Kanlı mı, kansız mı?’diyebilecek kadar çatışmacı, ’Rektörler başörtülü kızlara selam duracak’diyebilecek kadar rövanşist, ama eylemde kendisini istiskal ile istifaya zorlayan komuta kademesine saat hediye edecek kadar koltuğunu korumayı önemseyen bir uzlaşmacı, siyasi gelenekçiydi. (...) Yalnızca siyasi İslamcılığın değil, Türk siyasetinin Hoca’sı vefat etti; Allah rahmet eylesin.
Murat Yetkin / Radikal
+++
Köşe yazarları nasıl uğurladı?
Erbakan şüphesiz bir beyefendi idi, yüzünden tebessüm eksik olmazdı. Öfke saçan, kırıp döken, kaba saba tek tavrını hatırlamıyorum. Bu özellik, sadece kişiliği bakımından değil, İslamcı siyasetin militanlaşmasına meydan vermemek bakımından önemlidir.
Taha Akyol / Milliyet
***
Bir dönemin en önemli siyasi figürlerinden birisini kaybettik. Demirel, Ecevit, Türkeş ve Erbakan...Allah uzun ömür versin Demirel dışında üçü rahmetli oldu.
Özellikle nezaketleri ve olgunluklarıyla büyük bir ekoldürler... Şöyle bir düşünüyorum da... Erbakan, ‘özgün bir kişilik, renkli bir siyasetçi’ portresi. Çok değişik bir hitabet yeteneği ve espri anlayışına sahip. Bir zamanlar çok eleştirilmiş, hafiften alaya alınmış ’ağır sanayi hamlesi’... Aslında büyük bir vizyon sahibi olduğunun kanıtı. Kalkınmacı hem de milli... Son ana dek siyasetle uğraştı. Üç-dört gün öncesinde hastane odasında partisinin yöneticileriyle toplantı yapmıştı. Böyle bir kuşak. Demirel de bir an bile boş durmaz, şimdi bile.
İsmail Küçükkaya / Akşam
***
Demokratik değerleri önceleyen siyasi düşünceyi benimsemiş ilk/tek kişi değildi elbette Erbakan ama demokratik kurallarla siyaset yapmayı seçip bu yolla başarıya ulaşan, açtığı yolda kurulan partinin İslam dünyasına örnek gösterildiği tek isim.
Avni Özgürel / Radikal
***
Erbakan bir keresinde bize Komünist parti kurulmalı demiş ama yazmayın demişti. Biz de badem bıyıklı biri diyerek açıklamayı yazmıştık. Bir hafta sonrasında ise yanında taşıdığı kuruyemişlerden bize ikram ederek bir daha anlaşmayı bozarsanız vermem uyarısında bulunmuştu.
İslamcı ideolojiyi savunan kitlelerin normal siyasete girmesini sağladı. Onun sayesinde bu kitleler demokratik sistemin içinde bulunabildi.
Mehmet Y. Yılmaz / Hürriyet
***
Başbakanlık yaptı, Başbakan yardımcısı oldu, milletvekili oldu, Türkiye’de bu niteliklere sahip herkes için resmi törenler yapılır. Ama o bunu istemedi: “Ankara’da, resmi bir tören olmayacak!” Bu, “kurulu düzenle davalı” bir “dava adamı” nın dünyaya veda ederken bıraktığı çok anlamlı bir mesajdır. Salı günü, Fatih Camii’nde, mü’minlerin kalbinden bir uğurlanış, en ulvi uğurlanıştır.
Ahmet Taşgetiren / Bugün
***
Erbakan, bana hep, Oğuz Atay’ın “Bir Bilim Adamının Romanı”nı, o romanın kahramanı Mustafa İnan’ı hatırlatmıştır... “Çok dolaysız” bulabilirsiniz. Ama öyleydi. Aradaki “teknik farka” rağmen, Nurettin Topçu’yla da koşutluklar kurabilirsiniz.
Henüz içine doğdukları “yeni ülke” için bir şeyler yapma, asırların ihmali sonucu “oyun kurucu” niteliğini yitirmiş “çevre”yi “merkez”e taşıma, kalkınmamıza “yerli referanslar” üretme çabasıydı onları “oyun”un içinde tutan. Ve çok saygıdeğer bir çabaydı bu.
Ahmet Kekeç / Star
***
Sır değil, Erbakan Hoca’yı siyaseten hiç desteklemedim, beğenmedim; fakat hayat hikâyesine en kaçınılmaz yekûn çizgisinin çekildiği şu günde Necmeddin Erbakan’ın vefatını duyunca samimi olarak üzüldüğümü söylemeliyim. Âmil olduğu işler, siyaset etme biçimini aştı; bu da bir tecellîdir ve herkese kolay kolay nasib olmaz.
A. Turan Aklan / Zaman