Şükür Secdesi
Anadolu’muzda güzel biz özdeyiş vardır: “Her boyayı boyadın, bir fıstıki yeşil kaldı” diye. Yıllarını gazetecilikle geçiren bu dostunuz ilk defa spor yazarlığına soyunacak. Yeniçağ Televizyonu’muzun Genel Yayın Yönetmeni Orhan Can’ın ricası üzerine Türk Milli Takımı’nın Norveç maçından sonra kendimi stüdyoda buldum. Hafta boyunca hazırladığım Ufuk Çizgisi programının güme gitmesine rağmen milli heyecanı yansıtmaya gayret ettiğimiz milli maç özel yayını fena olmamış. Bu sabah (dün) gazetemizin aydınlık yüzü Ahmet Yabuloğlu, yaptığım bu spor programından sonra “Bir futbol yazısı yazarsın artık” deyince, “fıstıki yeşil mi olsun” deyivermişim.
Çocukluk yıllarımda mahalle arası maçlarımız meşhurdu. Gençlikte birkaç yıl futbol sevdası üzerine gayretimiz olsa da Galatasaray’a transfer olmak, Milli Takım’da kaptanlık gibi hayali bile olmadı. Yüklendiğim görevler icabı birkaç klüpte yöneticilik zorunluluğuna rağmen, keyifli, heyecanlı bir seyirci olmanın ötesine gitmedim.
Oğlum Ertem Kutalmış’ı bir Galatasaray, iki Karagümrük maçına götürmeme rağmen, babası gibi muhalefen olan aşkım, kızım Aybikehan’a Beşiktaş maçı sözümü henüz yerine getiremedim.
Emre Belözoğlu’nun beraberlik golünde umutlanıp sigarayı tazeleyen dostların, ekrana biraz daha yaklaştığından eminim. Norveçli futbolcuların 1.95 gibi boyları yüzünden hava hakimiyetini kaybetmemiz, her an ani bir atakla gol yiyip heyecanımızın kursağımızda kalacağı endişesini taşıdık. Nihat Kahveci’nin biraz şans, biraz yetenek ama en önemlisi Allah’ın yardımıyla attığı golden sonra çılgınlar gibi bağırıp birbirimize sarıldık.
Fenerbahçe, Sivasspor ve Galatasaray’da oynayan Servet ile geride oynayan Ermek Aşık’ın her an bir hatası ile gol yiyeceğimiz endişesi tansiyonumuzu artırıyordu. Evde çocuklara, kahvede dostlara “hazırlanın maç sonrası konvoy yapacağız” demek cesaretini gösteremiyorduk. Evlerimizin balkonuna, penceresine her fırsatta astığımız ay-yıldızlı bayrağı hazırlamaya elimizin varmadığını da itiraf etmekte fayda var.
Avrupa’nın en pahalı takımlarının bile bu hızlı tempoda oynayamadığı mükemmel maçı seyrederken İtalya, Almanya, İspanya ve hatta Brezilya ile mukayese yapıp övünüyorduk ama son dakika kazası aklımızdan hiç çıkmıyordu.
Son on birdakika heyecandan tuvalete giden, balkonda sigara içen taraftarın kulağı hep sesteydi. Benim gibi kalp ağrısı çekenler için son dakikalar, ameliyathane kapısında beklemek gibi bir şeydi.
Yerinde ve tam zamanında değişiklikler yapan Fatih Terim’e söylenecek söz kalmadığı için, yorgunluk emaresi gösteren, pas hatası yapan futbolcularımıza sanki bizi duyuyorlarmış gibi “Haydi koçum. Koş arslanım, vur haydi” diye bas bas bağırıyorduk. O sırada bir gol atıp sonucu garantiye almayı temenni edenlere yan gözle ters bakış fırlatıp “bırak ya atalım derken yersek bu iş biter” söylenmesiyle uzatmaları oynatan hakeme iyi niyet dileklerimizi göndermedik mi?
Boncuk boncuk terlerken, bitiş düdüğü ile beraber önümüze kim çıktıysa sımsıkı sarılıp kutladık. Gözyaşlarımız buğulandı ama akamadı. Boğazımızda düğümlenen hıçkırıkları dışarı çıkaramamanın sıkıntısıyla bir süre şaşkınlık yaşadık. Ama başardık. Hem de acılarla yoğrulduğumuz son günlerde bu galibiyet kelimenin tam anlamıyla “ilaç” gibi geldi. Bana göre bu tarihi maçın çerçeveletilip asılması gereken fotoğrafı, Emre Belözoğlu’nun golden sonraki “şükür secdesi” ydi. İnanmak, başarmanın yarıdan fazlasıdır. Ama iman etmek ta kendisidir.
İnanan, iman eden milli takımımızın tüm heyetine sonsuz teşekkürler. Allah iman eksikliğinden cümlemizi korusun...