Suçsuzluğumuzdan aldığımız güçle soruyoruz: NEDEN?
Balyoz Davası’nın tutuklu komutanlarından mektup var:
“Cumhuriyetin şerefi adaletidir”
Emile Zola
Hv. Orgeneral Bilgin Balanlı, Koramiral A. Can Erenoğlu, Koramiral Deniz Cora, Hv. Korgeneral Ziya Güler, Hv. Plt. Tuğg. Mehmet Eldem, Mu. Kur. Alb. V. Murat Tulga, Dz. P. Kur. Alb. Mücahit Erakyol, Dz. Kur. Alb. Kadri Sonay Akpolat, Dz. Kurmay Albay. M.Koray Eryaşa, Dz. Hak. Alb. Onur Uluocak, Dz. Kur. Alb. Taylan Çakır, J. Kur. Alb. Murat Özçelik, Dz. Kur. Alb. Ender Güngör, Dz. Kur. Alb. Nihat Altınbulak, Hv. Plt. Tuğg. Kubilay Baloğlu, Hv. Kur. Alb. Cengiz Köylü, Tuğamiral Osman Kayalar, Hv. Plt. Tümg. İsmail Taş, Hv. Hakim Alb. Ahmet Erdem, Hv. Pilot Tümg. Bülent Kocababuç, J. Kur. Alb. Hanifi Yıldırım, Hv. Plt. Tümg. Güngör Kurubaş, Tuğamiral Şafak Yürekli, Hv. Plt. Tümg. Beyazıt Karataş, Hv. Plt. Kur. Alb. Mehmet Erkorkma, Kur. Alb. Fatih Altun, J.Kur. Albay Ahmet Hacıoğlu, J. Kur. Alb Erhan Kubat, Kur. Alb. Ahmet Tuncer, Tuğamiral Turgay Erdağ, Tuğamiral Sadi Ünsal, Tuğgeneral Hakan Akkoç, Hv. Plt. Kur. Yb. Süleyman Namık Kurşuncu, Ahmet Yavuz, Tümgeneral Hasan Fehmi Canan, Tuğamiral Levent Görgeç, Tümamiral Mücahit Şişlioğu, Tümamiral Fikret Güneş, Dz. Kur. Kd. Alb. H. Nejat Akgüner, Dora Sungunay, Dz. Kur. Alb. Murat Saka, Tümgeneral Gürbüz Kaya, Tuğgeneral Gökhan Gökay, Hv. Plt. Tuğgeneral M. Erhan Pamuk, Kur. Alb. Murat Aytaç, P. Kur. Yb. Nedim Ulusan, J. Kur. Alb. Aziz Yılmaz, Dz. Kur. Alb. Ümit Metin, Mu.Hk. Alb. Bülent Günçal, Korgeneral Yurdaer Olcan, Tümgeneral Halil Helvacıoğlu, Korg. Korcan Pulatsü, Tümamiral Sinan Ertuğrul, Dz. Kur. Bnb. M. Cem Çağlar, Korgeneral Rıdvan Ulugüler, Hv. Korgeneral Turgut Atman, Hv. Pilot Tümg. Yalçın Ergül...
Suriye sınırına sevk edilen askerlerimize komuta edecek subaylarımız değil sıraladıklarım...
Sadece isimlerin sıralanmasıyla bile bir yazı ebadını bulan listedekiler Balyoz davasında yargılanan TSK mensupları (bir kısmı)...
“O ne yersiz gönderme öyle; ateşin kıyısında olan bir ülkede askerler suç işleyemez mi, suç işlemişlerde yargılanamazlar mı yani” diyen de vardır.
O zaman şöyle yapayım tanımlarını;
Onlar, 2.5 yıldır Silivri’deki yargılamaları devam eden, kendi ifadeleriyle “hiçbirinin ıslak veya başka türlü bir imzasının ve parmak izinin olmadığı, nerede, ne zaman, kimin tarafından, hangi bilgisayarda yazıldığı bilinmeyen, dünyanın hiçbir yerinde hukuken muteber bir delil olamayacak, tamamen iftira ürünü dijital verilere istinaden tutuklanan ve yargılanmaları bir insan suçuna, telafisi mümkün olmayan insan hakları ihlaline dönen” 364 TSK mensubundan birkaçı!
2.5 yıldır çocuklarını öpüp koklayamayan babalar yani; annelerini kucaklayamayan evlatlar, eşlerine sarılamayan kocalar ... Ve üniformaları söküp alınan adeta çıplak bırakılmış askerler...
***
Son mektuplarında da, daha öncekilerde olduğu gibi haklarında delil kabul edilen dijital verileri nasıl çürüttüklerini, 1500’den fazla somut veri ile bunların sahte olduğunu nasıl kanıtladıklarını, yasal tanık çağırma taleplerinin mahkemece nasıl yok sayıldığı anlatıyorlar.
Olağan hukukta adalet mekanizmasının “suçu ispata” çalışması gerekirken, elleri kolları bağlanmış halde “masumiyetlerini ispata” mahkum edilmiş bu insanlar, Şike Davası savcısı Mehmet Berk’in “itiraf” değeri taşıdığına inandıkları “Şike davasını açtığımız zaman bunun da Balyoz gibi 3-4 ay konuşulup biteceğini sandık. Ama yanılmışız, bunun böyle bir noktaya gelebileceğini tahmin edemedik” sözlerine isyan ediyor ve soruyorlar:
“Sizin isminiz, bilginiz ve iradeniz dışında sizinle hiç ilgisi olmayan bir yerde bulunan bir Hard Disk veya CD’nin içindeki imzasız bir dijital veride geçtiği için haksız ve hukuksuz olarak tutuklansanız ve aylarca tutuklu olarak yargılansanız ne hissedersiniz? Kendinizi nasıl savunursunuz?
Neden, sanıklar lehine olan deliller Cumhuriyet Savcılığınca 16 ay savunmadan gizlenerek adli emanette saklanmış ve iddianameye tam tersi anlamlar içerecek ifadeler yazılmıştır? Neden, avukatların bu konuda Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK)’na yaptıkları suç duyuruları sonuçlandırılmamaktadır?
Neden, mahkemece iftira ürünü dijital verilerin hukuka uygunluk denetimi yaptırılmamış ve bu konudaki savunma talepleri sürekli reddedilmiştir?
Neden, soruşturma sırasında Cumhuriyet Savcısı tarafından, adli bilirkişi listelerinde isimleri olmadığı halde TÜBİTAK’tan ismen çağrılarak yeminleri dahi yaptırılmamış şahıslar 11, 16 ve 17 numaralı CD’lerin incelenmesi için görevlendirilmiştir? Bu şahıslara neden bilirkişi raporu hazırlandıktan iki yıl sonra ve duruşmanın olmadığı bir gün hakimin odasında yemin tutanağı imzalatılmıştır? Neden bu şahıslar sanık ve avukatlarının taleplerine rağmen kendilerine soru sorulması için mahkemeye getirilmemiştir?
Neden çok değişik saygın adli bilişim kurumlarından ve uzmanlarından alınan bilirkişi raporları, TÜBİTAK raporlarından farklıdır? TÜBİTAK’ın diğer bilişim kurumları ve uzmanlarından farklı rapor düzenlenmesinin nedeni nedir?
Neden; mahkeme savunma tarafının aldırdığı bilirkişi raporları ile TÜBİTAK raporu arasındaki çelişkileri gidermek için kendi istediği herhangi bir tarafsız kurumdan bilirkişi raporu aldırmamıştır?
Neden; dava dosyasında yer alan ve sanıklar lehine olarak dijital verilerin sahte olduklarını bilimsel olarak kanıtlayan bilirkişi raporları mahkeme tarafından dikkate alınmamıştır?
Neden iddia makamı tarafından duruşmalara getirilen ve hepsi de sanıklar lehine ifade veren tanıkların beyanları kabul görmemiştir?
Neden mahkeme delillerin değerlendirilmesi aşamasını hukuk tarihinde benzeri görülmemiş bir şekilde atlamıştır?
Neden; askeri savcılar tarafından Donanma Komutanlığı karargahında bu sahte dijital verilerin hangi alçak ve hainlerle işbirliği yapılarak oraya konulduğu soruşturulup sonuçlandırılmıyor?”
Bir hukuk devletinde bu “neden” leri sıralayarak “nasıl”ı öğrenmemizi sağlayacak kimse yok mu?
Bu soruların cevabı alındığında bu davanın “hükmü” ve o “hükmün” kamu vicdanında bir hükmünün olup olmayacağı da ortaya çıkacak aslında!
+++
Bu bir “infiale mahal yok” anonsudur!
Önümüzdeki birkaç gün bu sayfada “kuşlar ne hoş, çiçekler ne şahane, böcekler ne de güzel” kalıbında yazılmış satırlar okursanız; ihbar ediyorum, tek sorumlusu Kocaeli Milletvekili Lütfü Türkkan’dır!
MHP’li vekil benim gibi “iktidar kafası”nı görünce kendi kafasını vuracak yer arayan, her an tetik, kalemi endişeyle, şüpheyle, eleştirel düşünceyle bilenen, “uyandırma” derdindeki genç bir gazeteciyi koyunlar, kuzular, eşekler, geyikler, mandalar, tavuklar, horozlar, köpekler, ördekler, buzağılar, inekler, elmalar, armutlar, incirler, ayvalar, ıhlamurlar, akasyalar, fesleğenler...’le dolu “başka bir dünya”ya yolculuğa çıkarınca bünyem altüst oldu tabii:
“Hayat” dediğimiz hangisi;
Yakıcı güneşi bile içimizi ferahlatan mı, “0 sorun”lu yüksek rakımlardan geleceğimizi ateşe atan mı?
“Toprak” ne;
Bu yeşili, pembeyi, kırmızıyı, hercaiyi doğuran, besleyen, büyüten mi; her gün evlatlarımızı koynuna alan mı?
“Sır”ra nasıl “erer” insan;
Kitap sayfaları arasında kaybolup giderek, sabahlara kadar süren fikir tartışmalarında aynı kısırdöngü içinde dönerek, dönerek, dönerek mi; yoksa çapına bakmadan manda yuvasına göz diken ve Nezir Aga (Rumelililerde “Ağa” yok “Aga” ) Çiftliği’nin “sınırlarını yeniden çizmeye” kalkışan eşeği, söz konusu ekmekse “babasını bile tanımayan” birbirlerini ezen tavukları, çalışıp çabalamalarına gerek olmadığını, armudun pişip ağızlarına düştüğünü görünce “yemişim vahşi doğayı”deyip yan gelip yatan “avcılık”tan “tüketiciliğe” düşey geçiş yapan geyikleri gözleyerek mi?
Ne dersiniz; belki içimde gizlenmiş bir La Fontaine filan fırlamaz ama Bekir Coşkun’u kıskandıracak fabllar yazdırabilir bu çiftlik ziyareti bana!
Sonuçta bütün “çağdaş” motivasyonlarımızın primitif hali hayvan davranışları değil mi?
+++
Araf
Kendisine “Sizin dinden bahsetmeye ne hakkınız var” diye çıkışanlara kızıp “Allah’ın evine bir sabah misafirliğimizi de mi çok görüyorsunuz?” diye feryat eden(!) Ahmet Altan’ın dünkü yazısı şu cümleyle başlıyor:
“Son zamanlarda neredeyse her gün bana dinsizliği nasip ettiği için Allah’a şükrediyorum”
Uzun uzadıya yazıp çizmeye gerek yok; bu araf yeter ona!
+++
Hakim Beyler; gün gelir
vicdanlarınız sizi de rahatsız eder
Aynı davada yargılanan onlarca sanık zaman içinde serbest bırakıldı!
Bildiğiniz isimlerden gidelim:
Türk Metal İş Sendikası eski Genel Başkanı Mustafa Özbek tahliye edildi; kaçtı mı?
Ankara Ticaret Odası eski Başkanı Sinan Aygün tahliye edildi; kaçtı mı?
Oda TV sanıklarından Doğan Yurdakul; eşinin hastalığında ve ölümünde bile serbest bırakılmadı ama sonra sağlık sorunları nedeniyle tahliye edildi; kaçtı mı?
Ahmet Şık tahliye edildi; kaçtı mı?
Nedim Şener tam bir yıl eziyet gördükten sonra tahliye edildi; kaçtı mı?
Müyesser Yıldız, yirmi kişilik buz gibi bir koğuşta bir yıldan fazla tutuldu; “Üşüyorum” diye haykırdı... Sonunda tahliye edildi; kaçtı mı?
***
Ergenekon Davası’nı gören İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi ayrıca
diyor ki:
“Kuvvetli suç şüphesi var... ”
İyi de bu insanların bazıları dört yılı geçen bir süredir içeride...
Yani devletin esiri!
“Kuvvetli suç şüphesi varsa...”
Madem bu şüphe bu kadar kuvvetli; kanıtlayın hepsini ve verin kararınızı!
Ama 200’e yakın duruşma yaptınız; henüz bir sanığın bile “suç” unu kanıtlayamadınız...
Aksine; hukuka aykırı bir şekilde, sanıkların suçsuz olduklarını kanıtlamalarını istediniz!
Bu mu hukuk, bu mu vicdan, bu mu adalet?
***
Sayın hakimler...
Bunun adı psikolojik işkencedir!
***
Eğer bunca insanı, “Adli kontrol yetersiz kalabilir” gibi kendilerinin suçu ve sorumluluğu olmayan bir gerekçeyle içeride tutmaya devam ederseniz...
Mensubu olduğunuz yargı teşkilatı belki sizi yargılamaya hiçbir zaman cesaret edemez ama...
Vicdanlarınız susmaz hakim beyler!
Ve gün gelir; o ses, sizi de rahatsız eder...
Mustafa Mutlu / Vatan
+++
GÜNÜN SORUSU
Başında bulunduğu ülkenin parlamentosundaki “Muhafız Alayı” nı tasfiye eden Tayyip Erdoğan’ın, Londra’daki Olimpiyat Oyunları Açılış Töreni’nde Olimpiyat Bayrağı’nın Kraliyet Muhafız Alayı askerlerince taşınmasını, -onların dilinde söyleyecek olursak “askeri vesayetin spora tahakkümü” nü- hayranlıkla izleyip, ayakta alkışlamış olmasını izah edebilecek kimse var mı acaba!