Subay Mason olursa...
Allah hiçbir milleti ordusuz bırakmasın.
Ordusuz Irak’ın ne namusu, ne camisi, ne ekmeği, ne vatanı kaldı elinde.
Filistin’de olanları, Çeçenistan’da yaşananları, Afganistan halkının başına gelenleri görüyorsunuz. Ordusuzluk, hele Türk milleti söz konusu olduğunda, kısa sürede yukarıda sayılanların cümlesi birden demektir ve onun için Türk milleti, birileri ne derse desin ve birileri ne kadar yıpratmak isterse istesin Ordusunu gözü gibi sever, bu millet için Ordu yine kim ne derse desin bir “Peygamber Ocağı”dır.
Biz bazıları gibi intikam almak ve yıpratmak için değil, gerçekten Peygamber Ocağı, gerçekten Çanakkale ruhu, gerçekten Milli Mücadele Ordusu hüviyetini yitirmesin diye yapıyor ordusuna eleştirilerini.
Ordunun komutanı İlker Başbuğ, “On senedir bir albay akaryakıt kaçakçılığı yapıyor ve üstleri de hiçbir işlem yapmıyor” diye şikâyet ederse, birileri de, “Ordu, sivil vatandaşları ayakkabı numaralarına varıncaya kadar fişleyeceğine ve subay yakınlarının başörtüsünü takip edeceğine, keşke bu işlerle ilgilenseydi!” diye sorar, bunu engelleyemezsin ve niye soruyorsun da diyemezsin.
Çünkü orduyu eşi başörtülü subay yahut sivilin okuduğu Arapça kitap değil, işte bu yıpratır. Benim söylediğim ise gayet açık. Diyorum ki, askerin üyeliği yasak olmasına rağmen gazetelerin vefat haberlerinde kimi askerin Mason Sancaktarı, kimi askerin “Öncü, Büyük Üstat, En Muhterem Mason” olduğunu okuyor ve adlarına “Evrenin Ulu Mimarından rahmet” dilendiğine şahit oluyoruz.
Kimsenin nereye üye olduğu bizi ilgilendirmez. Ama subayın bir derneğe üye olması yasak ise, birileri nasıl oluyor da on yıllarca o dernekte, “Sancaktar”, “Öncülük”, “Büyük Üstatlık” ve “En Muhterem” makamlarına kadar yükselebiliyor, bu demektir ki, üyelik, rütbeler omuzda iken başlamış. Ayrıca, biz askerin İslâmi bir tarikata, bir cemaate de fiilen dâhil olmasını ordu hiyerarşisine aykırı görürken, Atatürk’ün çok ağır sözler söyleyerek kapatılmasını temin ettiği mason derneklerine “Varımız yoğumuz Atatürk” diyen Türk ordusu mensuplarının üye olmasını nasıl ve niye kabullenelim ki.
Milli Gazete’den Mustafa Yılmaz ve Mustafa Kurdaş, bir albayımızın ölüm haberinin bir mason locası tarafından “Mason Sancaktarı” olarak verilmesi üzerine işin peşine düşmüş ve “Mason Sancaktarının” locanın alameti olan Sancağı taşımakla görevli olduğunu tespit etmişler. Düşünebiliyor musunuz bir mason sancaktar, albay; elinde sancak, arkasında bir mason, rütbesi general; orduda hiyerarşi işte bu olur o zaman, yani masonun rütbesi Türk Silahlı Kuvvetlerinin verdiği rütbenin önüne geçer.
Ayrıca Asker..
O göreve bir yemin ederek başlar.
O yeminin üstünde başka bir yemin olmamalıdır.
Ama masonluğun da yemini vardır, hem girerken, hem dereceler arası yükselirken. Aşağıda, Aksiyon Dergisi’nin 18 Kasım 2009 tarihli baskısında verilen bir mason yemininin bir bölümünü birlikte okuyalım:
“Biz aşağıda isimleri yazılı şövalyeler, serbest irademizle ve tam arzumuz ile kâinatın ulu mimarı ve kralı bakla şövalyelerinin Lübnan Prenslerinin Kolej huzurunda vaad ve taahhüd ederiz ki bu derecenin sırlarını bu derecenin altındaki dereceler masonlarına bildirmeyeceğiz ve vaad ve taahhüd ederiz ki bütün kuvvetimizle çalışan sınıfın kardeşlerini yükseltmeye...”
Şimdi mason subay hangi yeminine sadık kalacak?
Bu, bir dayanışma yemini değil mi?
Bütün bunlar laikliğe çok mu uygun?