Şu senin papazın adresini versene
Bu yazıya mevzu bahis olan satırlar yayımlanalı birkaç gün oldu aslında. Ama bir Cumhurbaşkanı’ndan bir Başbakan’dan esen “rüzgar gülleri” ni takip etmekten öylesine başımız döndü ki, Ergun Babahan’a sormak şimdi kısmet oldu:
Hayırdır Ergun din mi değiştirdin?
Anlamadınız değil mi? Babahan’ın “aman efendim, canım efendim, kıyma, 28 Şubat’ta ’organize işler’ peşindeki gazeteci takımına” biçiminde özetlenebilecek aşağıdaki yazısını bir okuyun, anlarsınız:
“Yakın geçmişin tartışılmasında elbette sorun yok.
Ama bu tartışma, bir kısım insanları yasal yaptırımlarla karşı karşıya bırakacaksa, karşıyım.
Bir gerçeği bilin, 28 Şubat döneminde hiç kimse askerin koyduğu kurallar dışına çıkma cesareti gösteremezdi.
Kimilerinde para kazanma arzusu da ağır basmış olabilir ama genel eğilim askerden korkma üzerineydi.
Ne Zafer Mutlu, ne Ertuğrul Özkök ne de Fatih Çekirge askere karşı tavır alabilirdi.
Patronların şansı da eşit derecedeydi.
Elbette insanın tercih şansı vardır ama önünüze zenginlik ve şöhreti hedef koymuşsanız bazı temel unsurları ihmal edebilirsiniz.
Bu sadece gazeteciler değil, patronlar için de geçerlidir.
O yüzden, kamu vicdanında mahkum olmuş 28 Şubat’ı zorlayarak gündeme getirmek sıkıntılı.
(Bu yazıyı kişisel konumumla ilgili değerlendireceklere not; ben günahımı çıkardım.) ”
***
Babahan’ın “meslek ahlakı” gibi önemli bir değeri “zenginlik ve şöhret hedefi varsa ihmal edilebilir” görmesi başlı başına patolojik bir durum da asıl fenası yazısının sonuna eklediği notta:
“Günah çıkarmış” mış...
Onun için sorma gereği hissettim;
Hayrola din mi değiştirdin?
Seni, meslektaşlarından aldığın onca “ah”ın azabından kurtaran papaz hangi kilisede, adresini versene!
Eh “günahların” Allah ile senin aranda olmaktan çıktığına göre, “papaz”la paylaştığını bizden de esirgemezsin artık!
Malum, biz bugüne kadar, 28 Şubat’la ilgili senin ağzından “jurnal”den başka bir şey duymadık da...
Yok Can Ataklı şunu yaptı... Zafer Mutlu şöyleydi... Fatih Altaylı böyleydi...
Ah o Sabah ile Hürriyet yok mu, neler neler etmişlerdi!
Hepsi ebedi suçlu, dönemin medyadaki başaktörü pür-i pak oldu öyle mi!
Kalkmış şimdi en “kutsanmış” hislerinle kahramanlığa soyunmuşsun ya, sormazlar mı sanıyorsun sana:
Ya işinden, ekmeğinden ettiklerinin vebali!
Hayır bir de “dokunmayın darbecimin kalem memuruna” diye yazdığın yer belli. Sen bizim aylar önce yaptığımız “kök saldığın yere dikkat et” uyarımıza kulak asmazsan, kalkıp da “literatüre göre 28 Şubat mağduru” olan kitleye hitap eden Star’da, “dokunmayın darbecimin kalem memuruna” diye yazarsan, Ahmet Kekeç’lerin kalemine kadar düşürürsün böyle kendini...
İyi, Kekeç insaflı davranmış... Ar duygusunun uğramadığı medya mahallesinden “rezil kepaze etmekle” tehdit ne ki!
Ya bir de, “öyle bedavadan günah çıkarmak olmaz, Etibank hortumundan payına düşeni, 28 Şubat döneminde günahına girdiklerine hibe et” deseydi...
Fena fikir de değil hani... Sor bakalım günah çıkardığın papaza; bugüne kadar “kazandıklarının” zekatı yerine geçer belki!
Aynayla konuştun yani...
Abdullah Gül için Çankaya’ya çıkışının ardından “Cumhurbaşkanı bizim evden çıktı” diye yazacak kadar yakın olan Fehmi Koru’nun yüreğindeki “saf” malum da, Başbakan’dan yediği “Yazıklar olsun” zılgıtından sonra bunun ne kadarını köşesine taşımaya cesaret edecek merakla bekliyordum. Koru, sağ olsun yanıltmadı, tam bir “ne şiş yansın ne kebap” yazısı kaleme aldı. Yazının, Cumhurbaşkanı’nın “aynen” gelen yasayı onaylayacağı sinyalini veren yazının içeriği bir yana benim aklım girişteki “Cumhurbaşkanı Abdullah Gül kamuoyunda ‘şike yasası’ adıyla bilinen düzenlemeyi yeniden görüşülmesi için Meclis’e geri gönderdi ya, aslında böyle davranmaya son gün karar vermiş... İlk düşüncesi, itirazlarını kamuoyuyla paylaşıp önüne gelen metni onaylamakmış...
Bu bilgiyi yakın bir dostundan aldım Cumhurbaşkanı Gül’ün... ” ifadesine takıldı.
Ne dersiniz, “Cumhurbaşkanı’nın yakın dostu” olduğu bilinen Koru bu yazıyı “aynayla konuşarak” yazmış olabilir mi!
Türk siyaseti büyük bir değer kaybetmiş
“Kamuoyundaki yakınmaları biliyoruz: Milletvekili özgür olmalı, parti kararıyla değil, kendi vicdanıyla hareket etmeli... Bunun için milletvekillerini doğrudan ve ismen halk seçmeli...
Siz de bu görüşte misiniz? Öyle ise yanılıyorsunuz! Fransa’da Üçüncü ve Dördüncü Cumhuriyet’lerin çökmesindeki sebeplerden biri “özgür milletvekili” hastalığı idi! Her vekil kendi başına hareket edince kanunlar çıkarılamamıştı, milletvekillerinin seçim bölgeleri için dayattıkları istekler yüzünden bütçeler delik deşik olmuştu... Andre Siegfried o zaman kaleme aldığı France A Study in Nationality adlı kitabında anlatır “özgür milletvekili” efsanesinin nelere mal olduğunu.
Öyle ya, liderlerin siyasi ihtirasları, seçim kaygıları, güç tutkuları olur da milletvekilleri sadece “vicdan”la mı hareket ederler!”
Yukarıdaki satırların sahibi Taha Akyol. “Tüh” dedim okurken, Hayati Yazıcı’dan bile daha “ideal” bir siyasetçi olurmuş Akyol’dan. Erken çekmiş elini eteğini politikadan!
Daha dün “ofsayt”a düşürüyordun
Üç gün önce “taç”tı, “ofsayt”tı, diyerek Erdoğan’a üstü örtülü tehditler savuran Zaman yazarı Mustafa Ünal dün “Ne Gül, ne de AK Parti liderliği ‘şike konusunu’ soruna dönüştürmez” diye yazmış!
Ünal’ın bir vakayı “sorun” olarak nitelendirmesi için ne gerekiyor bilmem ama, sorun bizim dilimizde “sıkıntı veren durum, dert” demektir. Ki bu durumun AKP’ye yahut Gül’ün şahsında temsil edilen çevrelere “sıkıntı vermediği”ni savunmak ancak bir absürd komedi metnine yakışır.
Sorun “meseledir” ve iktidar içindeki koalisyonun son günlerdeki en büyük “meselesi” şike konusu ile su yüzüne çıkan “çatlak”tır!
Süzülmüşsün Usta..
“Ameliyattan sonra ilk görüntü” diyordu resmin altında...
Süzülmüşsün usta...
***
Hapishanelerde tutuklu hastalar ya da onların yolunu bekleyen dışarıdaki hastaları bir an geldi aklıma...
Hiç hissettin mi acaba:
Hastanın bir bardak su istediğini...
Suyu veren bir sevgili el...
Hastanın bir ses istediğini...
Başucunda bir ayak sesi...
***
Misal, bir tutuklu hastanın aslında sağlam olduğunu anlatmak için “Golf ve tenis oynayabilir” raporu verilmişti...
Size tam bu arada “Futbol oynayabilir” deseler ya...
Bir diğerine ise “Spor yaparken öldü” dediler...
Oysa...
Suçu günahı yoksa, bir bardak su ister...
Bir ses... Başucunda torunların, çocukların, yiğidinin, kızının, oğlunun varlığını... Sevgilinin elini alnında ister hasta...
***
Belki de farkımız burada; kinimiz, nefretimiz asla vicdanımızdan büyük değil bizim... Bizler bir can yandığında, duygularımızın içinde boğuluruz da sesimiz çıkmaz usta
Bekir Coşkun / Cumhuriyet
Nerdeydi bu “vefa”
Başbakan Erdoğan’a haksızlık ve vefasızlık yapılıyor.
Bu vefasızlığı da, Başbakan’ın sayesinde siyasete adım atmış, kariyerini onun açtığı yolda kazanmış kişiler yapıyor...
Geleceğe dair siyaset mühendisliğine girişerek, şikeyle ilgili düzenlemeyi bahane ederek, Başbakan’ın sağlığı üzerinden hesaplara yönelerek yapıyorlar...
Seçimlerden önce Başbakan önünde takla atan güvercinler, şimdi başka mekanlarda takla atıyorlar.
Ve bana göre insanlar sağırlaşıp dilsizleştikçe,
Vefanın yerine başka şeyleri koyuyorlar.
Keser ve sap hesabını unutarak!
Metin Özkan / Güneş
İşte; ideal siyasetçi!
Şike yasasıyla ilgili olarak önceki gün yaptığı açıklamada, “Yasanın aynen Köşk’e gönderilmesi kararıyla mutabık değilim. Cumhurbaşkanı’nın veto gerekçeleri son derece isabetlidir. Yani Cumhurbaşkanı Gül haklı” diyen Gümrük ve Ticaret Bakanı Hayati Yazıcı ayarı almış olmalı ki dün çark etti:
“Partim nasıl davranıyorsa ben de öyle davranacağım. Artık bunun arkasında başka bir şey aramayın. Yasanın arkasındayız. Genel Kurul’da hepimiz destek vereceğiz. Farklı düşüncemiz yok!”
İzlediği istikrarlı siyasi çizgi (!) nedeniyle kendisini yürekten kutluyorum!
Siyasetçi dediğin işte böyle olmalı...
Mustafa Mutlu / Vatan
Evde tek başına
Onca yanardöner
Onca pervane
Onca dalkavuk
Onca...
Dibek dövücünün hınnk deyicisi
Onca şakşakçı
Onca yaltakçı
Onca yağdanlık
Onca sırıtık
Onca yılışık
Onca sırnaşık
Onca vıcık vıcık
Onca asalak
Onca kaypak
Onca goygoycu
Onca riyakâr
Onca yüzsüz
Onca bin bir surat
Onca borazan
Onca vuvuzela
Onca eğilen
Onca bükülen
Onca ceket ilikleyici
Onca el pençe divancı
Onca şaklaban
Onca saray soytarısı
Onca güvercin taklacısı
***
Onca ak’baba
***
Üç dakka tökezle...
Görürsün.
***
Onun bile nihayet...
Gördüğünü sanıyorum.
Umuyorum en azından.
Yılmaz Özdil / Hürriyet