Sözün düşüşü...
Söz bir kere düşmeye görsün, sağır olmadığına nâdîm olur kulaklar. Bakan ama görmeyen, duyan ama anlamayan, acıyan ama hissetmeyen, konuşan ama söz söylemeyen, işiten ama dinlemeyen, hakarete uğrayan olan ama alınmayan, hafife alınan ama aldırmayan, alay edilen ama umursamayan, tazyif edilen ama fark etmeyen, idealize edilen ama kıymet-dâr olmayan, iltifat edilen ama anlamsız bulan, anlam yüklenen ama anlamı zaten yitirmiş olan bir yere düşme hâlidir sözün düşmesi.
Bir nedâmettir, yazılıp çizilen binlerce yazı, bu yazının içindeki yüz binlerce kelime, milyonlarca hurûfât. Bir anlamsızlıktır, hangi derde devâ, “Hangi sadra şifâ olmuştur ki?” sorusu kalır geriye kallâvî bir bakiye olarak. Yazıcının kendisine bile şifâ ve dahi devâ olmayan bir araya gelmiş, getirilmiş milyonlarca hurûfun bir mezbelelik yığınına dönüşmesi hâlidir ya da nemli bir kâğıt tomarı gibi küf kokan bir hurdaya.
Cümle değerler tayfının târumâr olup acımasız bir kasırganın önünde savrulup gitmesidir toz zerrecikleri hâlinde. Planyaya tutulmuş bir masifin gözle görünmeyen kütle kaybıdır, o masifin gözle görünmeyen toz zerrecikleri hâlinde talaşa dönüşerek bir gariban sobasında ateşlere atılması, yanması, yanması ve etrafındakilerin yine de ısınamayışıdır sözün düşüşü.
Dişlerini gırtlağımıza geçirmiş zamanın tükenmesidir, dünlerin çoğalması ve yarınların azalmasıdır sözün düşüşü. Zembereğin bozulması ve zamanın yok olmasıdır. Tasavvurların helâk olması, koskoca bir ummânın içine damlamış bir tek gözyaşı gibi hiç bir kıymet-i harbiyesinin olamamasıdır, koskoca bir ummmânın içinde bulunamayacak olan, sebebi düşünülemeyecek olan bir tek gözyaşı gibidir sözün düşüşü.
Rüzgârın emrinde kaderine tâbi olmuş bir polenin, rüzgârın dindiği ânda bir toprağa değil, bir çiçeğe değil, bir granitin soğuk, parlak, pürüzsüz ve mükemmel ama anlamsız zeminine düşmesidir sözün düşüşü.
Son nefesini veren bir hastanın dudaklarını mecâlsizce kıpırdatarak tekellüm etmek isteyip de kelâma dönüşmeyen ve hastanın son ânında kelime olarak değil, son nefes olarak çıkmasıdır dünyaya sözün düşüşü. Refâkatçinin bile anlayamamasıdır kelâma dönüşemeyen o dudak kıpırtısını, o son tekellüm gayretini. Yatağın kenarına sarkmış ve boş kalmış bir eldir sözün düşüşü.
Sözünüzün soğuk ve iyice perdahlanmış bir mermere çarparak geri gelmesi ve yüzünüze tükürük gibi çarpmasıdır sözün düşüşü. Yüzünüze, zihninize, kalbinize bir hançer gibi girmesidir, öldürmeyen, kanatmayan ama yalnızca acı veren bir hançer.
Kan ırmaklarına dönüşmüş ağır bir dramanın içinden yükselen şen bir kahkaha sesi gibidir, belki de bir komedyanın en ortasına düşen hıçkırıktır sözün düşüşü. Bir cenâze alayının yüzlerindeki neşe, bir düğün alayının yüzlerindeki mutsuzluktur sözün düşüşü. Uzandığınız ipin kopmasıdır, tuttuğunuz dalın kırılması, beslediğiniz ümidin ölmesi, defnettiğiniz umutsuzluğunuzun can bulması, tekrar içinizde bir hortlak gibi dirilmesidir.
Sırf oyun olsun diye sert bir bakışla ağlatmaya çalıştığınız mâsum bir bebeğin, ağlamakla ağlamamak arasında, yüzünüzdeki ufacık bir tebessümü beklerken gülmeye hazır hâldeki çenesinin titremesidir sözün düşüşü.
Mona Lisa’nın ağzında patlayan bir sakız gibidir sözün düşüşü, alabildiğine kerih, alabildiğine çirkin, alabildiğine bayağı, yüzlerce yıllık Mona Lisa’yı âniden bir fahişeye çeviren bir iflâsın hâlidir sözün düşüşü.
Mikelenjelo’nun “Konuş artık Musa!” demesiyle dile gelen Musa heykelinin, Musa’nın arkasındaki kalabalığa söz söylemesidir sözün düşüşü, Musa’nın yüzüne bakmamasıdır, onu görmemesidir, onu ezip, geçip gitmesidir, sonra arkasına dönerek Musa’ya “Konuştum işte!” demesidir, yüzünde hiçbir his barındırmadan.
Van Gogh’un kesip attığı kulağının çürümüş hâli, Beşir Fuad’ın kestiği bileklerinden akan kana divitini batırarak yazdığı son birkaç satırdır sözün düşüşü.
Bütün vecheleriyle düşmektir sözün düşüşü, düşmek ve düştüğün yerde kalmak, kalkamamak, seni kaldıracak kimseyi de bulamamaktır ve galiba seni kaldıracak kimseyi aramaktan bile âciz kalmaktır belki de. Bir kırılmadır, ince bir dal parçasının kırılması gibidir, artık kırılamayacak çırpılara bölünene kadar kırılmasıdır, bir araya gelip tekrar bir dal olamayacak kadar kırılması hâlidir sözün düşüşü...
Attığınız okun hedefinden çok uzaklara düşmesi, attığınız okun size isyânıdır sözün düşüşü.
Bir anlamsızlık hâlidir hülasa, düşmektir sözün düşüşü, bütün vecheleriyle düşmek, yere kapaklanmak hatta bizzat yer olmaktır sözün düşüşü, üzerinize basıp geçilebilen bir yer olmak.
Bir kabir taşıdır, üzerinde hiçbir şey yazmayan, ziyaretçisiz kaldığı zamanların her bir harfini sildiği yazısız ve kimsesiz bir kabir taşıdır. Altında kayan toprağın boynunu eğdiği bir servidir, aslında belki de yalnızca ve yalnızca bekleyen bir kabir taşıdır.
Sözün anlamını yitirmesidir...
Aslolan, tekellüm edilen, yazıya geçirilen söz değildir.
Aslolan, eksilen kelimelerin merâma yetmediği sözlerdir ve o sözler nicedir kelâma dönüşmeden mesken tuttuğu muhatabının
gönlündedir...