Sözümüzü buza yazdık
Ne idealimiz ne de ideolojimiz kaldı. ‘Beraber yürüdük biz bu yollarda...’ şarkısını söyleyenlerin peşine ‘uysal koyun’ olarak takıldık... ‘Ankara’nın taşına bak gözlerimin yaşına bak’ı hatırlamaz olduk...
Bu AKP artık gitmez mi diye
düşünüyoruz. Teslim mi olduk yoksa çaresiz miyiz? Hem kızıyoruz hem de oy veriyoruz. Hem atıp tutuyoruz, hem parmağımızı taşın altına sokmuyoruz...
Nasıl ki özelleştirmeler karşısında sessiz kaldık. TEKEL işçileri faciası yarattık... TSK’ya Atatürk’ümüze, Cumhuriyetimize saldırılara da seyirci kalıp, kabuğumuza çekildik...
En aydınımız bile ortaya çıkıp, fikrini söylemekten çekinip korkar hale geldi. Konuşursak, yazarsak, ön plana çıkıp AKP’yi eleştirirsek, Ergenekoncu diye bizi suçlamaya kalkarlar korkusuyla sinip; sütre gerilerinde birbirimize acizliğimizi haklı göstermek için teselli martavalları attık. Öyle avunduk (!)
Hayal balonları
Zamanında “hayal balonlarıyla” kendimizi göklere çıkarmıştık.
Aydınlar ve kent burjuvaları olarak, halka tepelerden bakmıştık.
Rakı viski kadehlerinin parıltısında, her gece sadece konuşarak vatanı kurtarmıştık.
Aslanız, kaplanız diye çaka satıp kumdan saraylar kurmuştuk.
Birlikte iken, erimekte olan buzlara yazılar yazıp sözler vermiştik.
Sonrasında buzlar eriyince, verdiğimiz sözleri unutup “aslımıza” dönmüştük... Bir türlü gerçeklerle yüzleşmeyi göze alamamıştık...
Yıllarca emek, sömürü, ezilenler diyerek, gariban halk edebiyatı söylemleriyle duygu sömürüsü yaptık. Sonrasında:
Gün geldi, her şeyi unutup, ezenlerin sınıfında yer almaya başladık.
Maziyi, emeği, söylediklerimizi tümüyle unutup, “ben enayi miyim...” gerekçelerini göstererek, vicdanen rahatlamaya çalıştık...
Çünkü artık sırça köşklerde, umulmayan avantajlarda, tatlı yaşamın içinde idik...
Geçmişte kronik emek savunucusu idik, şimdilerde sermaye sevdalısı olduk Ceplerimiz şişti, giysilerimiz markalı oldu. Arabalarımız lüks ciplere dönüştü... Evlerimiz ise villalara..
Bir zamanlar gariban halkla iç içe olmanın edebiyatı yapıyorduk. Şimdilerde büyük patronların yanında, alkışçılığın, yağcılığın keyif ve onuru(!) ile yaşıyoruz... Rant peşinde koşuyor, imar planları ayarlamaya çalışıyoruz...
Eskiden basındık, şimdi medya olduk ve ağa babaların, patronların sadık kalemleri olarak, üstlendiğimiz misyonları “elin enayisi ben miyim...” diyerek başarılı biçimde (!) yerine getirmeye başladık... Ama artık yerimiz, yurdumuz, mekanımız görkemli plazalar... Bindiğimiz arabalar son model...
Kimimiz geçmişte bireydik, şimdi ise “herif” ve “sürü” konumuna getirildik... Birbirimize ve bir zamanlar önümüzde gidenlere güven ve saygımızı yitirdik... Ne idealimiz ne de ideolojimiz kaldı.
Paranın ve makamın sesi nereden geliyorsa, oraların şarkısını söyler olduk.
“Beraber yürüdük biz bu yollarda...” masal şarkısını söyleyenlerin peşine “uysal koyun” olarak takıldık... “Ankara’nın taşına bak gözlerimin yaşına bak” şarkısını hatırlamaz olduk...
Emperyalist akbabalar
Vatanseverliğine yürekten inandığımız değerli kişilere sahip çıkmadık.
Uğradıkları vicdan sızlatan ve isyan ettiren haksızlıklar karşısında sustuk.
Şaşılacak ölçüde ve utanmadan sinip, korkup üç maymunu oynadık...
Görmedim... duymadım... konuşmadım... utançlığına razı olduk..
Geçmişte birileri TV’lerde sürekli olarak kötü yönetiliyoruz, ülke kötüye gidiyor diye halkın önünde feryat figan ettiler... Sonrasında:
Hesap verme tezgâhından geçirilince, dut yemiş bülbüle döndüler...
Toplumun gözünde güven ve saygınlık açısından “taban yaptılar.”
Şimdilerde ise hangi köşelerde ve kuytularda sinmiş durumdalar bilinmiyor...
Tarikatlar, cemaatler ve din simsarları, son beş altı yılda büyüdüler serpildiler...
Ülkenin ekonomisi küçülürken, onların gizemli büyüme katsayısı yükseldi...
Büyümede, yayılmada, her köşeye yerleşmede rekor kırdılar.
Günlük yaşamımızın odağında peşinden gidilenler “şeyhler” “hoca efendiler” oldular.
“Emperyalist akbabalar” inişlerinden önce havada ki son turlarını atıyorlar.
Türk Silahlı Kuvvetleri; tarihinde görülmemiş ölçüde suçlandı ve yıpratıldı...
Ordumuzda moral ve motivasyon diye bir şey kalmadı...
Masum subaylarımız haksız biçimde suçlandı.
Yapılanları ve suçlamaları askerlik onurlarına yediremeyen kimi komutanlar, göz göre göre kendilerini ölüme bıraktılar...
Darbe ve suikast, günlük yaşamın en çok konuşulan ironik sözcükleri oldu.
Ortaya atılan iddiaların bir kısmı doğru bile olsa, hiçbir şeye inanılmaz oldu. lke artık kamplaşma ve kaos içerisinde. Yarınından kimse emin değil.
Tavırsızlığın sonu
Hâlâ:
Anlamsız bir şekilde AKP’ye alternatif yok gerekçesini ortaya koyarak moralsizliğe ve umutsuzluğa yenik mi kalacaksınız?
Muhalefete güven duymama yanlışlığını sürdürecek misiniz?
Ülkenin gidişatında ki tehlikeyi görmemekte ısrarlı mısınız?
Yolsuzluklar konusunda duyarsız kalmaya devam edecek misiniz?
Köşe dönenleri işini bilenler olarak görüp, olup bitenlere tavırsız kalmanızı sürdürecek misiniz?
Asgari ücretli olmakla, gemicik sahibi olmanın kader olduğuna inanma gafletiniz devam edecek mi?
Son olarak diyoruz ki:
“Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” muhteşem düşünce ve eyleminizin doğru olduğuna dair inancınızı sadakatle sürdürmeye devam edecek misiniz?
Bizi bu hale; “kötü havalar” değil, “hayal balonları” ve “buza yazdığımız tutulmayan sözlerimiz getirdi !”
* Burhan Özbey Köşe yazarı E. Teftiş Krl. Bşk
++++++
GÜNÜN SÖZÜ
Yakın tarihte Doğu Almanya- Batı Almanya, Kuzey Kore- Güney Kore gibi ikiye ayrılmis milletlere tanık olmuştuk ama savcılar ve siyasetçiler eliyle Laik Türkiye- anti laik Türkiye diye ikiye ayrılmaya çalışılan bir millete ilk defa canlı canlı tanıklık ediyoruz!
* Engin Balım
++++++
Üç ülkü fidanı...
Ali Rıza, Fahriye, Nilgün Altınok’ların aziz hatıralarına...
taranırken ruhum parçalanmış aynalarda
terk-i diyar gönlüm suskun
vurulmuş masum çocukluğum ağlarken
kader salıncağında uyutulur düşlerim
habersiz güneşe yolculuklar başlar
kavrulur dudaklarımda türküler
ağıtlar doluşur sahipsiz soylu sokaklara!..
* * *
ben bir babaydım, sende onurlu bir anne
papatya gülüşlü Nilgün’ümüz vardı
çıyanlar ses vermemişti gelişlerinde
gizlenmişti tetiğe sürülmüş kinler
sirenler ortaçağ kalıntılarında saklanmıştı
ve sen yüce ana, merhametler sunmuştun
aslında tek dişi kalmış canavardı doyurdukların !..
* * *
günahsız üç canlarımız katledilirken kördünüz
sağırdınız hepten garip çığlıklara
Türk’ün kanı akıtılırken kayıplardaydınız
umurunuzda bile değildi demokratlığınız(!)
katil sürüleri kahraman (!) edasında yol alırken
hep sustunuz ülkem yakılıp yıkılırken
keyfiniz yerinde mi şimdi üç fidan mezardayken !..
* Zafer Direniş
++++++
Civanım’a yazık
-Terörist hainler Habur’da davullu zurnalı, ayaklarına mahkeme gönderilerek karşılanırken; TSK’nın muvazzaf subayı Albay Erkan Y.B. 4.5 saat ayakta sorgulanmamış mıydı?
-Barzani’nin kurtarılmış bölgesine konsolosluk açma çalışmaları, Dışişleri Bakanımız tarafından bizzat müjdelenmemiş miydi?
-Kısa bir süre önce AKP Grup Başkanvekili Ayşenur Bahçekapılı; Anayasa’dan Türklük tanımının kaldırılacağını söylememiş miydi?
-Mâlum belediye başkanı devlete alenen küfrederken; bebek katili için 5 milyon dolarlık tesis inşâ edilip, canı sıkılmasın diye de yanına arkadaş gönderilmemiş miydi?
Şimdi söyle bakalım ey vatandaş, bunların hepsini sindiriyorsun da neden çuvalcı Coni’yi hâkir görüyorsun?
Bize hiç yakışıyor mu böyle hazımsızlıklar?
Yazık yazık, “civanım delikanlı” sizin hazımsızlıklarınız yüzünden ne hale geldi. Utanın halinizden utanın!
* Gökhan Aklan
++++++
Cumhurbaşkanı işte
Hani Sayın Başbakanımız AB elçilerine verdiği yemekte “Avrupa Parlamentosunun gözleri kör mü?” diye kükremişti ya. İşte o raporu hazırlayan Hollandalı parlamenter Ria Oomen-Rujiten rapora yapılan eleştirileri cevaplamış. “Biz bu raporu çok büyük bir titizlikle hazırladık. 736 üyeli parlamentoda büyük bir çoğunlukla da kabul edildi. Biz bu sonuçlara hem Hristofyas hem de Talat ile yaptığımız görüşmeler sonucunda vardık. Türkiye Kıbrıs’taki askerlerini müzakerelerin uygun bir ortamda sürmesi için hemen çekmeye başlamalı. Bu müzakereler için çok olumlu bir jest olur” demiş
Türkiye için hiç de hoş olmayan sonuçlara kiminle görüşerek varmışlar?
Talat ile.
O da mı kim?
Hani “Bu ceberut devleti elbette yıkacağız”, “Türk hükümeti ile büyük bir uyum içerisindeyiz” diyen, Cumhurbaşkanı olduğu devletin egemenliğini istemeyen KKTC Cumhurbaşkanı.
* Av. Selahattin Sekban / Trabzon
++++++
GÜNÜN SORUSU
Yürütme niye yargının işine karışıyor?
“Yürütme”ye müdahale etmesin diye!
* Gülhan Elmas
++++++
Kalp ölümü gerçekleşiyor
Türkiye sara nöbeti geçiriyor diyorduk, sonra kalp krizi geçiriyor dedik, şimdi kalp ölümü gerçekleşmek üzere.
HSYK suni teneffüs yaparak müdahale etti; bakalım ayağa kalkacak mı?..
Büyük Orta Doğu Projesi hukuku Türk hukukuna ölümcül vuruşlar yapıyor. Vuruşlar iki noktada yoğunlaştı: bedenimizin ordusu sayılan akyuvarlara ve yargıyı temsil eden kalbimize vuruyorlar, kanımız değiştiriliyor..
Halkımızın kendi ordusuna düşman kesilmesi için önce kanımızın değiştirilmesi gerekiyordu, bunu yazılı ve görsel basın yoluyla yaptılar; son yapılan anketlere göre kanımızın %35 zehirlediğini gördük. Bu yüzden ordumuza yapılan saldırılar için kanımıza dokunuyor diyoruz.
Orduyu tasfiye etmenin yolu elindeki silahı almakla değil kanımızın değiştirilmesinden geçer.
Kanımıza sahip çıkmak aynı zamanda ordumuza sahip çıkmaktır.
Çok tehlikeli bir çizgideyiz..
HSYK’nın ağır yaralı bir hastanın başında bekler gibi sabahlamasından anlıyoruz bunu...
Yargıya ve orduya daha çok kan
pompalamalıyız şimdi.
* Hilmi Kayıhan
++++++
Militan hukukun acı tezahürü
Devletin içinde sürdürülen bu çatışmanın bir kopuşa doğru gittiği aşikârdır.
Amerikan destekli siyasi iktidar kanunsuz davranışlarını şekle, devlet adamlığına, aman böyle görünürsem halk ne der kaygılarından uzak olarak yürütmektedir.
Yargının aldığı kararın tebliğini bir gün geciktirerek, Erzurum’a bildirmesi Erzurum’da oluşturulan iddiaların İstanbul’a taşınması, işin hukukla veya bir doğrunun açıklığa kavuşması ile ilgili olmadığını göstermektedir.
Deniz Feneri Dosyalarını iki senede Türkiye’ye getiren iktidarın, Üçüncü Ordu komutanının sorgulamasını, yangından mal kaçırır gibi Erzurum’dan alıp, Silivri’ye taşıması militan davranışının bir tezahürüdür.
Batının talimatları gereğince Ordu ve Yargı’ya karşı yürüttüğü operasyonun bundan böyle hiçbir kaide, kural ve kanuna uymayacağı ortadadır.
Çatışmanın taraflarından AKP hem devlet gücünü kullanıyor, hem de militanca hareket ediyor. Ordu ve Yargı ise kanunlara ve nizamlara uymasının bedelini ödüyor.
Diyelim ki, bu çatışmada kanun nizam ve laiklikten yana olanlar kazandı. Eğer bu siyasi iktidar gibi onlar da Batı yanlısı, özelleştirmeci ve NATO’cu bir siyaset izleyeceklerse, bu kavganın halka ne yararı olacak?
* Bülent Esinoğlu
++++++
Erdoğan devleti “holding” valileri de “ceo” sanıyor olmalı...
* Settar Kaya
++++++
MİNİ YORUM
Fişlemek için desteğğğğnizi isteyen vekil
Profesörsen, askersen, gazeteciysen, yazarsan, öğrenciysen, dokunulmazlık zırhına bürünememiş siyasetçiysen “f” dediğin vakit Silivri’desin. Ama AKP’liysen, Avni Doğan gibi, göğsünü gere gere “Fişliyoruz” dersin. İntikam planı açıklarsın ve bunun için “desteeeeğmizi” istersin. Kimse Doğan’a “Hooop, ne oluyor” demeyebilir, ama merak ediyorum ey halk, sen ülkenin insanlarını fişlesin diye, bu zihniyete “desteeeğğğni” verecek misin?