Söz uçar yazı kalır...
Ergenekon ve Balyoz dâvâlarıyla ilgili mahkeme kararı açıklanana değin Türkiye’de yaşananlar, zaman zaman bir korku filmi, zaman zaman en ağırından bir drama, zaman zaman Gyle Lynds’in ‘Casuslar Romanı’ ya da John Le Carre’in ‘Soğuktan Gelen Casus’ romanlarının adrenalinini televizyon ekranlarından bütün ülkeye yayan bir büyük manipülasyon, zaman zaman da ülkede hukukun ve seçilmiş hükümetlerin irâdesinin Attila İlhan’ın, “Ne kadınlar sevdim aslında yoktular” mısraında olduğu gibi ‘aslında yok’ olduğunu göz önüne seren bir siyâsî ve idâri otopsi gibiydi.
Cumhurbaşkanından Başbakana, muhalefetten akademisyenlere, bütün köşe yazarlarından iş dünyası ve hukuk dünyasına kadar herkes konuştu, yazdı.
TRT 1 ana haber bülteninde kameraların zoom yaptığı bazı belgelerle ilgili, “Evet sayın seyirciler, şu ânda delilleri görüyorsunuz” diye heyecanla haykıran spikerlerden gözaltına alınanları köşesinde yargılayan köşe yazarlarına kadar, bütün duruşmalar yalnızca mahkeme salonunda değil aynı zamanda hem ekranlarda hem de gazete köşelerinde devam ediyordu.
Nihayet Ergenekon ve Balyoz duruşmaları sona erdi ve karar bağlandı, kararlar malûm...
Aradan yıllar geçti.
17 Aralık 2013 tarihinde içinde AKP’li bakan ve çocuklarının isimlerinin geçtiği bir ‘yolsuzluk ve rüşvet’ soruşturması başladı.
Aynı kesimler yine konuşuyor ve yazıyor...
Latinler, “verba volant, scripta manent” diyor, “Söz uçar yazı kalır...”
Sözler uçtu ve yine yazı kaldı geriye, bakalım arşivlerde neler var...
Başbakan, 21 Nisan 2009 tarihinde:
“Bakınız, ortada son derece ağır ve vahim iddialar var. Bırakalım yargı işlesin, hukuk işlesin. Hakimleri, savcıları tehdit ederek kimse bir yere varamaz” diyordu.
Bugün:
“O savcıya soruyorum, sen nereye çalışıyorsun açıkla, sen açıklamazsan ben açıklayacağım...” diyor.
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç 12.03.2009 tarihinde:
“Emekli orgenerallere ait ses kayıtları çıktı. Neler konuşmuşlar neler...” diyordu.
Bugün:
“Bu görüntüleri internette gördük değil mi, nasıl oluyor da bunlar internette yayınlanabiliyor, bu çirkin ve ayıp bir şey, ben henüz gerçekliğinden bile emin değilim” diyor.
Başbakan 10 Kasım 2005’te:
“Sermayenin Körfez, Yahudi, Doğu, Batı olmasına bakmam, öperim başıma koyarım” diyordu...
Bugün:
“Bu küresel sermayenin operasyonudur” diyor.
Başbakan, Ali İsmail’in sokak ortasında dövülerek öldürüldüğü gezi olayları ile alâkalı olarak 24 Temmuz 2013 tarihinde:
“Polisimiz gezi olaylarında çok demokratik davranmıştır, edepsiz olan edepten, hukuksuz olan hukuktan korkar” demişti.
Bugün yolsuzluk operasyonu esnasında tespih sallayıp lahmacun yemek suretiyle vatana ihânet eden(!) polisler için:
“Şu hâle bakın, polis baskın yaptığı evde bacak bacak üstüne atacak, eline tespihi alacak, külhanbeyi gibi bir de yemek ısmarlayacak, bu nasıl iş, gereği neyse bunu yaparız” dedi.
Abdurrahman Dilipak 12 Ekim 2013’te ‘Balyoz’ başlıklı yazısında:
“Balyoz Davası diğer davalar için de yol gösterici oldu. Aslında bu davanın fahri avukatlığını üstlenenler için dava açılması gerekmez miydi? Suçu ve suçluyu övmek, yargıyı etkilemeye çalışmak suçundan CHP ve MHP hakkında dava açılabilir. Açıkça darbe suçunu ve darbecileri savundu” diyordu.
Bugün ‘Ava giden avlanır’ başlıklı yazısında:
“Ergenekon ve Balyoz bir yalandı. Gerçek bir operasyon değildi” dedi...
Mehmet Barlas 20.08.2009 tarihinde:
“Saçma sapan komplo teorileri üzerinde yapılan siyaset, demokrasiye değil kakokrasiye yakışır. Olumlu olumsuz her gelişmenin altında Amerikan parmağı aramak da aslında zihni tembelliklerin gerçeklerden kaçış noktası değil midir?” diye soruyordu.
Bugün:
“Belli ki Başbakan Erdoğan’ı ve AK Parti iktidarını hedef alan kriminalojik destekli siyasal saldırı cephelerinde İsrail güdümlü ABD parmağını anlamak mümkün” diyor.
Ergenekon Davası’nın “savcısı” olduğunu söyleyen Başbakan, bugün yolsuzluk ve rüşvet davasının soruşturmasını başlatan savcıyı türlü suçlamalarla mitinglerinde millete ihbar ediyor. Ergenekon davalarında muhalefetin eleştirileri için, “Hiçbir siyasetçi Türkiye’deki adli yargıyı, mahkemeleri, 3 erkten birisi olan gücü böylesine ağır sözlerle suçlayamaz” diyen Bülent Arınç, bugün, “Çok planlı psikolojik harp tarzı bir operasyonla karşı karşıyayız. Bunun amacı hükümetimizi yıpratmaktır, biz bakanlarımızı seviyoruz, suçsuz olduklarına inanıyoruz” diyor...
Lâtinler ne kadar da haklılar, “Söz uçar yazı kalır” demekle.
Sözler uçtu ama silinmez yazılar kaldı geriye.
Yıllar süren Ergenekon ve Balyoz davalarında susan bir kurum vardı yalnızca:
‘Genelkurmay Başkanlığı’.
Dün “Ergenekon ve Balyoz Davası cumhuriyet tarihinin en büyük hukuki hesaplaşmasıdır” diyen ama bugün ‘TSK’ya kumpas kurulduğunu” fark eden Yalçın Akdoğan’ın açıklamasından cesâret almış olmalı ki şimdi Genelkurmay da suç duyurusunda bulunuyor ve Bizim elemanlara da kumpas kurulmuş, paralel devlet için işlem yapılsın” diyor...
Ne kadar hazin değil mi?