Söyleyecek çok şey var amma...

Hakikaten söyleyecek daha çok şey var ama biz, “İvedik Gençliği” başlığıyla başlattığımız yazılarımıza, “Hayırlı bir evlat yetiştirmek için ne yapabiliriz?” sorusuna cevap vermeye çalışarak bir son vermek istiyoruz.
Eğitimci yazar Nurettin Yıldız’ın anlattıklarından, benim anladığım, “En iyi okula verdim, en pahalı kursa gönderdim, dinini diyanetini öğrensin diye CD’ler, tarih şuuru kazansın diye raf dolusu kitaplar aldım, daha ne yapayım?” demek, saldım çayıra Mevla’m kayıra demek gibi bir şey. Çünkü bu tavır; çocuğa bütün imkânları sunup, başının çaresine bak, tavrı.
Oysa o kitaplar, o okul ve o CD’lerle aynı anda senin çocuğuna sokak, televizyon, internet ve okul arkadaşları, nefsi, hormonları, çeşitli din ve kültürün misyonerleri bambaşka telkinlerde bulunmakta, bambaşka kolaylık ve zevklere çağırmakta. Böyle bir durumda kendinizi çocuğun yerine koyun, kitabı mı, sokağı mı tercih edersiniz? Hormonların peşine mi takılır yoksa CD’lerden namaz nasıl kılınır onu mu öğrenirsiniz?
Velhasıl çocukken kendi yapamadığınızı çok daha çetin bir zaman diliminde çocuğunuzdan beklemek ne kadar doğru? Hatta çoluk çocuk sahibi olmuş, pek çok badire atlatmış biri olarak siz, nefsinizi yenemez, meselâ zararlı olduğu kesin iken sigarayı bırakamazken ve daha başka zararlı ve vakti boşa geçiren işlerden sıyrılamazken, kirlenmemiş ve buruşmamış bir beyaz kâğıt gibi saf ve temiz çocuğunuzun, bütün bunların üstesinden gelmesini nasıl umabilirsiniz?
Bu mümkün mü?
Değil.
Öyleyse yapılması gereken nedir?
Elbette ciddiyettir.
Çocuğunuza, ekmek parası kazandığınız işiniz kadar önem vermek, çocuğunuza hiç olmazsa, vakit geçsin diye oynadığınız bir tavla, bir kâğıt oyununa, seyrettiğiniz bir filme yoğunlaştığınız kadar yoğunlaşmak durumundasınız.
Meselâ?
Meselâ çok zengin de olsanız yılda bir iki defa olsun ailece ekmek ve zeytinle karın doyurmak, “Baba niye böyle yapıyoruz?” diye soran çocuğunuza, “Oğlum bu ne ki, Peygamberimize Mekke’de öyle ambargo uygulandı ki açlıktan hayvan derilerini ıslatıp pişirerek yemek zorunda kaldılar, Medine’de karınlarına açlıktan taş bağladılar. Dedelerimiz de Edirne’yi müdafaa ederken ağaç kökleri kemirdi açlıktan. Biz, bize böyle fedakârlıklarla sunulan bir dinin ve vatanın mensuplarıyız” cevabı vermek, bir yoldur.
Meselâ?
Bir yoksula, çocuğun gözüne hayli çok görülen bir parayı çocuk eliyle verip, “Baba biz ne çok yardım yapıyoruz öyle değil mi?” dediğinde, “Yavrum bu ne ki, Hz. Ebubekir servetinin neredeyse tamamını yardım olarak verirdi” diyerek kalbini İslâm’a ve İslâm büyüklerine, “Dedelerimiz ve ninelerimiz tek servetleri olan iki öküzünden birini vatan için vererek bize bu yurdu kazandırdı” cevabı vererek de atalarının ve vatanın kıymetini öğretmek de yollardan bir yoldur.
Meselâ?
Ailece bir piknikte çocukla top oynarken tuttuğu takımın topçularını öven çocuğa, tamam, onlar iyi topçu da, esas topçu Fatih Sultan Mehmet’ti, senin topçun kupayı aldı, Fatih topa öyle bir vurdu ki, İstanbul 550 yıldır bizim demek, bir yoldur...
Yani dostlar...
Kendisinden ölene dek ve öldükten sonra da mesul olduğumuz çocuğumuzu “Hayırlı bir evlat” olarak yetiştirebilmek, her günü, her akşamı, her sofrayı, her televizyon filmini, her pikniği dantel örme titizliği ile değerlendirmekle mümkündür. Buna rağmen olmazsa, günah senden gitmiş olur.
Yoksa hâl, haraptır.

Yazarın Diğer Yazıları