Söylesem tesiri yok...
Fuzuli’nin “Söylesem tesiri yok; sussam gönül razı değil...” sözü ne kadar güzeldir. Yürek yangını, gönül sızısı bu sözün anlamını hepimiz yaşamışızdır. Sözgelimi biz yazarların etki yapmayacağını, düzelmeyeceğini bile bile yazdığımız o kadar çok sorunlu konu var ki... İşte şimdi, sözcüklerin anlamsız, sahipsiz, ortalık malı gibi kullanılmalarını konu edeceğimiz yazımız gibi...
Özellikle o ’çok satan’gazetelerde “Eroin bağımlısı genç ’altın vuruş’yapınca öldü” benzeri haberler okuruz. Madde bağımlısının çok fazla dozdaki eroini bir anda almasını ‘altın’ gibi değerli maden ile tanımlamak, sizce doğru mudur? O gazetelerin yönetmenlerine ne demeli?
Bu ülkede kimi parti Genel Başkanları, Başbakanlar, Bakanlar, kimi sunucular; kardeş devlet Azerbaycan’ın adını kafalarına göre değiştirip ‘Azerbeycan’olarak söylemelerinden, açıkçası utanıyorum!
Meclisimizde kimi milletvekilleri devletlerarası antlaşmaları ‘Anlaşma’olarak tanımlamaktadırlar. Pek çok sunucu, pek çok gazete haberi bu yanlışı sürdürmektedir. Anlaşma sözcüğü, tarafların söz ile veya geçerli son onaydan yoksun bir yazıyla, karara vardıkları olayı belirtir; bağlayıcılığı yoktur. Oysa devlet adına imzalanmış, onaylanmış (yani ant içilmiş, antlaşılmış) konunun adı artık anlaşma değil; antlaşmadır!
Düş kuruyor muş! Düş kurulabilir mi? Düş ‘rüyanın’Türkçe’sidir. Düş kurulmaz, görülür! Ama hayal kurulur.
Sapkınlığın, vahşetin adını “Töre cinayetleri” koymuşlar... Töre sözcüğü ile ‘cinayet’hiç uyuşmuyor. Çünkü töre sözcüğü, tarihi kültürümüzde de, günümüzde de saygın bir anlam taşıyor. Kim çıkardı, kim başımıza bela etti bu sözü, bilmiyorum.
Atıyorum! Nereye, ne atıyorsun? ‘Bir örnek’, ‘söz gelişi’veya ’mesela’demiyor; atıyorum diyor. Pekiyi, at bakalım!
“Davranışı çok garip” miş... Böyle derken, kendince “Davranışı çok acayip, tuhaf ” demek istiyor. Garip sözcüğünün birinci ve güçlü anlamı kimsesiz, sahipsiz, zavallıdır. İkincil anlamı ise ’acayip’ve ’tuhaf’dır. (Bu ikincil anlam zavallı ’garip’in başına son yıllarda iyice tünedi) Anlam vurgusu güçlü ’acayip’ve ’tuhafın’kullanılmamasına hep hayret ederim.
Bir “meyil” fırtınasıdır gidiyor. Bu ‘meyil’bir eğimi anlatan coğrafi bir tanım değil; İngilizce ‘mail’in sözde İngilizce okunuşudur! ’İleti’den vazgeçtik, ’mesaj’da demiyor; illâ da meyil diyor! Teknolojinin büyüsüne bakar mısınız?
Osmanlı hanedanından kişiler, televizyonda Atatürk’ten söz etmeleri gerektiği zaman, sadece “Mustafa Kemal” diyorlar. Ben onların Mustafa Kemal Atatürk veya tek başına Atatürk dediğine hiç tanık olmadım. Siz oldunuz mu bilmem... Kafalarında 1923’den sonrası yok!
Son on yıldır “hoca” sözcüğü dilden hiç düşmüyor. İlköğretimde görevli bir öğretmen bile diğerine “hocam” diyor. On yıl önce ilkokulda çocuklar öğretmenim der; “hocam” sözcüğü ortaokula geçince dillerine yapışırdı. Şimdi ise ilköğretim birinci, ikinci sınıftaki çocuklar “hocam” la başlıyor söze. Üniversite öğretim üyelerine ise “hocam” demek kesin bir kural! Bu Farsça ’hace’sözcüğünün Türkçe’deki ’hoca’ya dönüşmüş dinsel kimlikli saltanatını, kimse yıkamaz... Öyle ya; ’hoca’gibi -her kapıyı açan- bir sözcük varken; ilk, orta ve yüksek öğretimde -üstelik Türkçe olan- ’öğretmen’in yeri olabilir mi? Söze bak: Öğretmen! Yalın, anlamı apaçık; hiçbir gizemi yok. Böyle unvan mı olur? Oysa bize, anlamı sözlüklerde saklı, gizemli unvanlar gerek!
Değil mi efendim?
Haftaya buluşmak dileğiyle, esen kalın.