Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Agah Oktay GÜNER
Agah Oktay GÜNER

Soykırım propagandası ve karşı strateji

Fransa’nın Ermenileri memnun eden “Soykırımı reddedenlere ceza verilmesi” ile ilgili yasa tasarısı aslında hiç yeni bir olay değil. Ermeni iddialarını gündeme getirmek hatta geliştirmek konusunda Fransa hep baş rolde olmuştur. Şaşırtıcı olan Fransa’nın yaptıkları değil, bizim bu güne kadar hep savunma pozisyonunda kalıp, gerçekleri dünya kamuoyuna anlatma ve Fransa’yı ölçülü olmaya zorlama yolunda kayda değer bir adım atmamış olmamızdır.
Cumhuriyet Türkiye’si, Ermeni Dosyası’nın yeniden açılması ve yapay bir “Ermeni Sorunu” yaratılma çabaları ile 1973-1984 arası dönemde ilk kez karşılaşmış ve o dönem boyunca siyasî/diplomatik planda ağır baskı ve hakaretlere maruz kalmasının yanında, Batı ülkelerinde gerçekleştirilen Ermeni terör eylemlerinden ötürü kırkın üzerinde diplomat ve görevlisini şehit vermiştir.
Bu terör eylemleri her türlü siyasî ve maddî desteğini Batılı ülkelerden sağlamıştır. Sonuçta Fransa’da Orly Katliamı’nda olduğu gibi Türklerin yanı sıra Fransızların da hayatına mal olmuştur. Ancak bu tehlikeli gelişme üzerine, facia sonrası Fransa ciddî bir soruşturma yürütmüş ve failleri yakalayıp adalete teslim etmiştir. Sadece Türklerin can verdiği eylemlerin failleri ise bugüne kadar yakalanmamıştır.
21. Yüzyılın eşiğinde birtakım devletlerin tarihten düşmanlık çıkarmaya kalkışmaları, eski defterleri açmaya ve siyasal bir suçlamayla yargıç rolüne sıvanmaları “Ermeni Davası” bağlamında buz dağının sadece bir ucudur, ama anahtar parçasıdır. Bunun ardından Türkiye’nin isterse Osmanlı İmparatorluğunun kimliğinde olsun, uluslararası mahkemede yargılanması, tazminata mahkûm edilmesi, Ermenilerin Türkiye’ye geri kabulünün dayatılması, toprak istenmesi gibi bir dizi talep gelecektir. Bu taleplerin anlamsızlığı veya talep edenler açısından gerçekleşme şansının çok zayıf olması hiç önemli değildir. Çünkü olay, belirtilen hedeflerin gerçekleşmesinden ziyade, Türkiye’nin böyle bir yıpratılma savaşına tutulması, sürekli bir siyasi, psikolojik baskı altında bulundurulmasıdır.
“Sorunu tarihçilere bırakalım” önerisi sâfiyâne bir dilektir. Olay, akademik bir tarih tartışması değil, düpedüz stratejik bir siyasî çatışmanın güya meşruiyet zemininin döşenmesidir. Başka halklara gözdağı verilmesidir. Türkiye’nin buna benzer başka sorunlarla, Haçlı Savaşı’nın başka cepheleriyle sürekli baskı altında tutulması, yıpratılmasıdır.
Hükümetlerinin tavrı ne olursa olsun Avrupa’daki devletlerin vatandaşları bugün hâlâ 19. yüzyılın zihniyetiyle çatışmalar çıkartılmasına, tarihten husumet üretilmesine, makyaj değiştirme de olsa ırkçılığa, kültür ayrımcılığına karşı olup bunun kendilerine de zarar vereceğinin bilincindedirler.
Ancak ne yazık ki özellikle Batı Avrupa’da siyasete egemen olan zihniyet hâlâ ve yine o eski kafadır. Kısacası, Türkiye’nin konuyu sadece “Ermeni Soykırımı Dosyası” çerçevesi içinde görmesi çok büyük yanlış olur. Olayı tarihî ve stratejik perspektifine oturtması gerekir.
Bu “modern haçlıları” ancak içlerinden bölerek, dışlarından kuşatarak ve güya yüce davalar adına ama özünde “Kültürler Çatışması” , temelinde yeni bir düşmanlık stratejisi geliştirdiklerini açığa vurup, maskelerini düşürerek yenebiliriz.
Fransa’nın Türkiye’ye yönelik tutumu ile ilgili olarak Orta Doğu bölgesindeki emelleri, iç politik gelişmeleri ve daha başka hedefleri ile ilgili kapsamlı değerlendirmeler yapılabilir. Ancak Türkiye’yi yıpratmaya çalışan, hasmane amaçları olan ne tek ne de son ülke Fransa değildir. Bunu gayet iyi biliyoruz.
Gerek Fransa’nın bu son girişimi, gerekse stratejik müttefikimiz (!) ABD başta olmak üzere diğer ülkelerden yediğimiz darbeler şunu göstermektedir: Türkiye toparlanmaya ve yalan tezlerle kendisini mahkûm etmek isteyenlerin üstüne gitmeye mecburdur. Sahte dostluklara metelik vermemeli, tavşan gibi çalı dibine sığınan siyaset üslubunu terk edip kaplan gibi gürlemelidir.
Strateji iki ana noktada odaklanmalıdır. Bu noktaların biri, Ermeni iddialarının yanlışlığını ve bunların doğrularını iç ve dış kamuoyuna anlatmak şeklinde olmalı; ikincisi ise Türk milletinin gerçek mağdur olduğunun belgelerle dünyaya anlatılması ve bu konuda siyaset kurumunun âdeta “davacı” olmasının sağlanmasıdır.

Yazarın Diğer Yazıları