Soyadımın öyküsü ve mürailik
Türkiye’de Hanefi çoğunluğun mezhep imamı olan İmam-ı Azam Ebu Hanife, şarap dışında kalan içkilerin sarhoş olmayacak derecede içilebileceğine ilişkin fetva vermiştir (Kaynak: Prof.Dr.Yaşar Nuri Öztürk/İmamı Azam adlı kitap). Halkımız bu fetvayı dillendirmese de, bildiği için, caminin de, meyhanenin de yolunu bilmiştir.
Ne zamana kadar?..
Haramı bol yiyip, içkiyi hiç içmeyen, tadını bilmediği halde içkinin zararları hakkında laf edebilen bu softalar dönemine kadar...
Ve şimdi de soyadımın kafa çekmeli öyküsünü paylaşacağım.
Soyadı yasası çıkmıştır, köylere heyetler gitmekte, herkese soyadı verilmektedir. Bayburt’un Kısanta Köyüne de (şimdiki Demirözü İlçesi) böyle bir heyet gelir ve muhtar Şevki Efendi’yi bulur. Şevki Efendi, 1911’den 1918 yılının sonuna dek 7 yıl savaş içinde askerlik yapmış, Sarıkamış’tan yaralı dönmüş bir Balkan ve Birinci Dünya Savaşı gâzisidir. O yörede iyi tanınır, sevilip sayılır. Heyet Başkanı “Dayı... Soyadı yasası çıktı biliyorsun, şimdi sizin köye de soyadı vereceğiz. Senden başlayalım, sen ne istersen onu vereceğiz, köylüye de biz vereceğiz...” der. Şevki Efendi’nin sülalesinin asıl bölümü Bayburt Merkez Şingâh Mahallesi ile Vağında köyündedir. Sorar “Onlara ne verdiniz?” diye. “Yılmaztürk” derler. Şevki Efendi, hafiften demlenmiştir o gün, çakırkeyiftir. “Yahu Türk’se zaten yılmazdır, o sıfatı başına takmaya ne gerek var” der ve ekler: “Bana gürbüzlük yakışır, gürbüz olsun soyadım!”
Verirler...
Şevki Gürbüz, benim dedemdir.
Yani soyadımın öyküsü, bir kafa çekme öyküsüne dayanmakta. Dedem çakırkeyif olmasaydı bu soyadı da olmayacaktı.
Tanıyanlar bilir, soyadım gibi “gürbüz” bir adamımdır. İçki de içtim ayarında. Ayarım, Atsız’ın “Türkler, en eski çağlardan beri kımız, şarap ve rakı içerek sarhoş olurlar; fakat ciddiyetlerini, vakarlarını asla bozmazlar” sözü oldu. On yılı geçti, sağlığım elvermediği için, kımız dışında içki içmemekteyim. Kımız içince de Atsız’ın o varsağısını okumaktayım:
“Gel ey dilber senin ile/Mey içelim azar azar./Kahpe felek alnımıza /Ne dilerse onu yazar.
Yazın bahçeler sazlanır/Yâr dudağı kirazlanır./Çağırırsan yâr nazlanır./Çağırmazsan tutup kızar.
Ele girmez bir kuşsa da/Bize binde bir düşse de/Yâr gerdanı gümüşse de/Deli gönül bir gün bezer.
Haydi durma ‘dolu’doldur/Sağrağını göğe kaldır/Bu günlerin tadı baldır/Yarın kahpe felek bozar!
Çaldı gurbet rebâbını/Bitirdi aşk kitabını/’ Atsız’ ecel şarabını/Elbet bir gün içip sızar...”
Şeyhülislam Yahya adlı usta bir divan şairimiz var. Medrese hocalığı yapmış, şeyhülislâmlığa kadar yükselmiş. Softa takımı onun şu dizelerini hep atlar, hatta zındıklığına dair fetva da vermeye kalkarlar. Bu şair-şeyhülislam, şöyle der:
“Mescidde riyâpîşeler ko etsünler riyâyı
Meyhâneye gel kim ne riyâ var ne mürâyî”
Sarhoşluk mürailiğin yanında ne ki? Mürailik münafıklık gibidir...