Sorun anayasa değil zihniyettir
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Anayasa Mahkemesi'nin verdiği bir karar için "Ben Anayasa Mahkemesi'nin vermiş olduğu karara sadece sessiz kalırım o kadar ama onu kabul etmek durumunda değilim. Karara uymuyorum, saygı da duymuyorum" der.
Zamanın İçişleri Bakanı Efkan Ala, anayasaya sadakat üzerine yemin ederek milletvekili ve bakan olur. Ardından da 82 anayasası için "anayasa darbe anayasasıdır, doğru dürüst anayasa değildir….anayasayı tanımıyorum" der ve gelen tepkiler üzerine de anayasayı tanımadığı yolundaki sözlerinin arkasında olduğunu söyler.
Yasal varlığını ve statüsünü darbe anayasası dedikleri mevcut anayasadan alanlar bu anayasayı tanımadıklarını söyleyerek gerçekte kendilerinin statüsünü de tanınamaz hale getirmiş oluyorlar..
Birisi çıkıp da "sizi bakan ya da başbakan yapan bu anayasadır. Siz bu anayasayı tanımamakla kendinizin hukuki durumunu tanınamaz hale getirmiş oldunuz" derse buna verecekleri cevapları yoktur.
Demek ki "iyi anayasa kötü anayasa yok, iyi uygulayıcılar, kötü uygulayıcılar var".
Şimdi de İtalya ve ABD'den iki yetkilinin hukuk ve anayasa karşısındaki tutumlarına bakalım.
İtalya'da eski başbakanlardan Matteo Renzi ile dindar ve muhafazakâr kesim bir yasal düzenleme yüzünden karşı karşıya gelir. Renzi, kendisine gösterilen büyük tepkilere karşı, "Ben de Katolik'im, ama laik siyaset yapıyorum. İncil'in üzerine değil, Anayasa'nın üzerine yemin ettim" diye itirazlara cevap verir.
ABD Genel Kurmay Başkanı Mark Milley, Başkan seçimi sonrasında iktidar değişimine dair bir belirsizliğin ortaya çıkması halinde ordunun tarafsız kalacağını vurgulayarak, "Seçimler konusunda çıkabilecek her türlü anlaşmazlığın çözümünden yasal olarak ABD mahkemeleri ve Kongre sorumludur, ordu değil… Biz bir krala, kraliçeye, tirana veya diktatöre bağlılık yemini etmedik... Biz anayasaya bağlılık yemini ettik." der.
Demokrasilerde Anayasa'nın ne anlama geldiğini bu iki örnek gösterir.
Anayasa Mahkemesinin Kararı!
İstanbul 14'üncü Ağır Ceza Mahkemesi, Anayasa Mahkemesi'nin Enis Berberoğlu hakkında 17 Eylül 2020 tarihinde hak ihlali kararı verir. Mahkeme bu karara uymayacağını açıklar.
TC Anayasa'sının 153. Maddesi şöyledir: "Anayasa Mahkemesi kararları Resmî Gazete de hemen yayımlanır ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlar".
Hukuku hayata geçirmekle görevli bir mahkemenin kendisi hukuku önemsemiyor. Anayasanın amir ve açık hükmüne rağmen hiyerarşide en üst yerde olan AYM'nin kararını yok sayabiliyor.
Sonuçta Berberoğlu, ikinci kez AYM'ye başvuruyor, mahkeme tekrar "hak ihlali" kararı veriyor. AYM'nin ikinci kez verdiği "hak ihlali" kararına 'bu kez' aynı mahkeme (İstanbul 14'üncü Ağır Ceza Mahkemesi) uyarak infazın durdurulmasına hükmediyor.
Anayasa Mahkemesi, gerekçeli kararında "ayrıca belirtmek gerekir ki" diyerek Hakimler ve Savcılar Kurulu, TBMM, Adalet Bakanlığı başta olmak üzere kamu gücünü kullanan bütün organları "Anayasal düzenin korunması yalnızca Anayasa Mahkemesi'ne ait bir görev değildir. Anayasal kurumların, kamu gücünü kullanan organların, gerçek ve tüzel kişilerin Anayasa'yı koruma ve anayasal kurallara sadakat gösterme yükümlülüğü" bulunmaktadır diyerek uyarır.
Hukukçu siyasetçi gibi davranırsa siyasetçi de hukukcu gibi davranır. Nitekim öyle de oluyor.
Başbakanı görülen bir davanın "savcısı", ana muhalefet lideriyse "avukatı" olduğunu söyleyen bir ülkedir, Türkiye… Birbirlerine illet, zillet, Pontus, hain, terörist, militan, diktatör sıfatını uygun gören siyasilerin olduğu bir ülke…
Bu ülkenin siyasi partili Cumhurbaşkanı "Yüreğiniz yetiyorsa Cumhurbaşkanını da istifaya davet edin" anlamına gelen sözler edebiliyor.
Böyle bir siyasi iklimde iktidar ile muhalefet yeni bir anayasa yapılınca demokrasi ve hukuk devleti sorununun çözüleceğini düşünüyor.
Halbuki sorun anayasada değil hukuk tanımayan zihniyettedir.