Sorosyanistler ulusal politikalara neden karşı?
Geçmişte, bir televizyonda bir köşe yazarı, hızını alamamış “Ulusal politikalar” gibi sözlerden nefret ettiğini açıklamıştı... Bu gibiler acaba “ulusal iktisat politikaları” nı, siyasi faşizmle mi karıştırıyor?.. Yoksa, ulusal politikalar, bu gibilerin mensubu oldukları Sorosyan misyona zarar mı veriyor?
Gerçekte ulusal iktisat politikası, küresel süreçte Türkiye’nin ekonomik çıkarlarını koruyacak, mallarımızın uluslararası piyasada rekabet gücünü artıracak, ekonomik anlamda Türkiye’nin açık veya gizli olarak sömürülmesini önleyecek bir politikadır. Bu politikanın sağla veya solla da ilgisi yoktur.
Merkez Bankası, Temmuz ayı “Uluslararası yatırım pozisyonu” nu açıkladı. Varlıklarımız 186.4 milyar dolar... Yükümlülüklerimiz 551.1 milyar dolar... Pozisyon açığı 364.6 milyar dolar. Yani yabancılara bu açık kadar, 364.6 milyar dolar net borcumuz var.
2002 yılından bu güne kadar, AKP iktidarında Türkiye 260 milyar dolar cari açık verdi. Bu sene sonunda bu açık 300 milyar dolara yaklaşacaktır.
Kur artışı cari açığı düşürür... Ancak bunun için ihracat bağlantıları yapmak, ithal aramalı yerine içerde aramalı üretmek gerekir. Yani 8 yılda gidilen yanlış yol bir-iki ayda düzelmez. Birkaç yıl gerektirir.
Çin ulusal iktisat politikası uyguluyor. Zira Çin Sorosyan devrime izin vermedi. Ulusal çıkarlarını korudu. ABD ile kur savaşı verdi. Ve Çin’de Soros’un ne enstitüsü, ne de üniversitesi var!
Türkiye Atatürk’ün ekonomide yaptığı devrimi, bu gün de, yarın da örnek almalıdır. Atatürk devraldığı ekonomik mirası, kısa sürede tersine çevirdi.
1) İktisadi kalkınma için fiziki alt yapı yoktu... Mevcut olanlar da savaşta tahrip olmuştu.
2) Kapitülasyonlar vardı... Düyûn-i Umûmiye vardı... Düyûn-i Umûmiye dışında da Osmanlı borçları vardı.
3) Fiziki ve beşeri sermaye yoktu... Vergi gelirleri düşüktü... Âşar gibi ilkel vergiler vardı... Eğitim ve sağlık gibi beşeri yatırımlar yok denecek kadar azdı... Aktif nüfusun önemli bir kısmı telef olmuştu... Erkek nüfus sayısı düşüktü.
4) Piyasanın oluşması ve ticaret için gerekli olan hukuki alt yapı yoktu.
Bu sorunları çözmek... İktisadi gelişmenin önünü açmak... O dönemin şartları içinde ancak “Ekonomide devrim” olarak tarif edilebilir. Bu devrimin yolu, Atatürk’ün isteği ile 1923’te yapılan “İzmir İktisat Kongresi” nde çizildi.
Kongrede, alınan kararları iki grupta toplayabiliriz:
Birisi, “Misâk-ı İktisadî” (İktisadi anlaşma)...
Diğeri, “Çiftçi, tüccar, sanayici ve işçi gruplarına müteallik esaslar” İzmir İktisat Kongresi’nde alınan kararların esası, “Kalkınmanın özel sektör eliyle gerçekleşmesi ve ekonomide liberal politikaların uygulanması” şeklindeydi.
Öte yandan Atatürk, 1 Mart 1922 Meclis konuşmasında, ekonomik bağımsızlık yolunu da çiziyordu.
“Dışarıdan alınan borç paraları, şimdiye kadar Bâbıâli’nin yaptığı şekilde, ödemeye zorunlu değilmişiz gibi, üretici bir yatırıma dayanmaksızın boşu boşuna sarf ile tüketerek, devlet borçlarının yükünü arttıracak ve mali bağımsızlığımızı tehlike karşısında bırakacak bir uygulamaya kesin olarak karşıyız. Biz, memlekette halkın refah seviyesini yükseltecek, imarı ve üretimi arttıracak ve gelir kaynaklarımızı geliştirmeye yararlı olabilecek yöndeki dış borçlanmadan yanayız.”
Bu çevrede, kapitülasyonlar ve Düyûn-i Umûmiye idaresine son verildi... Âşar gibi ilkel ve haksız bir vergi yürürlükten kaldırıldı... İsviçre’den “Borçlar Hukuku” alındı... Eğitim seferberliği ilan edildi... Özel sektörü teşvik yasası çıkarıldı...