Soros’un hafıza darbesi
Türk basınına demokrasi dersi vermeye kalkışırken milli çizgide duran gazete ve yazarları hedef gösteren TESEV, Soros’un Ukrayna, Gürcistan, Yugoslavya darbelerinde medyayı kullandığını ne çabuk unuttu
Hangi taşı kaldırsan altından o çıkıyor derler ya; söz konusu olan George Soros ise durum aynen bu.
’Zapt edilmesin’ diye uğraşılan ne kadar kale varsa, hepsinin sur dibine bağlı bir av köpeği bulunduruyor mutlaka.
Kalıplaşmış sıfatıyla “ünlü borsa spekülatörü” deyip geçiliyor çoğu kez. Büyük haksızlık! Toplumun, bizim, çocuklarımızın, torunlarımızın hayatlarına etki edecek “değişim”lerin mimarı olan birini, en azından, kıytırık evlendirme yarışmalarının gelin ve damat adayları kadar tanımaya hakkı yok mu?
Hey Corç versene borç
George Soros’u tanımak demek sadece yaşını, işini, gelmişini, geçmişini bilmek demek değil. Onu tanımak demek, (bana arkadaşını söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim hesabı) dünyanın dört bir yanına dağılmış müridlerini de tanımak demek. Ki bu kısmı bizi daha çok ilgilendiriyor.
Onların Soros’la kurdukları “Hey Corç versene borç” düzeyindeki ilişkinin faturasıdır çünkü biraz da bugün ödemeye sürüklendiğimiz...
Evet George Soros ünlü bir borsa spekülatörü. Yahudi kökenli. Dünya borsasının dengelerini belirleyen kişi olarak tanınıyor. Dolayısıyla, IMF politikalarının uygulanması/uygulatılmasıyla yakından ilgili.
Kimileri, örneğin geçtiğimiz günlerde röportajını yayımladığımız Mahir Kaynak (ki eski MİT’çi olmasından başka iktisatçı kimliğine sahiptir) ekonomik krizden, hele Ukrayna’da Turuncu Devrim’le kazandığı iktidarı, son seçimde kaybettikten sonra etkisinin zayıfladığını savunuyor olsa da “gevşemek” için erken.
Kapıdan kovulduğu, bacadan sızmaya çalışırken tepetaklak geldiği İran gibi “köklerine tutunan” veya seçmen kitlesi henüz “göbeğini kaşımaya başlamamış” bölgelerde belki öyledir gerçekten.
Ama “Soros devrimleri”nin, bu yaşlı adam(!)ın gücünden ziyade, seçtiği kurbanların direnci ve zaaflarıyla alakalı olduğunu düşünürsek, “Bu ülkeyi ABD yönetiyor, Amerikalı her şeyi biliyor kompleksinden kurtulun” derken, aslında “Bu ülkeyi ancak ABD kurtabilir” kompleksini maskelemeye çalışanların egemen olduğu ülkemizde, Soros adının hala bir ’iç+dış tehdit’le eşanlamlı olduğunu söyleyebiliriz.
Yugoslavya’yı değiştiren, Bosna’da, Ukrayna’da, Gürcistan’da iktidarı ve rejimin ideolojisini değiştiren, Moldova, Kırgızistan ve İran’da yarım kalan “renki devrimler”e imza atan Soros, üç taraftan darbelerle kuşattığı Türkiye’de ne yapabilir?
Sivil toplumu kullandı
Diğer ülkelerde ne yapmış ona bakıp, buradaki paralel gelişmelerle kıyaslamayı deneyebiliriz. Gürcistan’ı ele alalım. IMF’nın istediği yapısal reformları gerçekleştirmek üzere iktidara getirilen Şevardnadze, dayatmalara itiraz ettiği noktada, devreye ABD’den getirilerek “Adalet Bakanı” unvanıyla yanına “iliştirilmiş” Saakaşvili sokuldu. Krize sokulan ekonomi insanları sokağa dökmek için iyi bir bahaneydi. Toplumun, 1990’lı yılların başından itibaren Soros’un akıttığı paralarla kurulan Genç Avukatlar Birliği gibi sivil toplum kuruluşları, Rustavi 2, 24 gibi medya organları eliyle yozlaştırıldığını düşününce bu pek de zor olmamalıydı.
Elçi görünümlü ajan
Elbette Soros’un Açık Toplum Vakfı’nın Tiflis Şubesi’nin de katkıları ve elbette büyükelçi görünümlü ajan Miles’ın “demokrasi, insan hakları, şeffaflık” vaat eden organizasyonuyla kitleler sokağa döküldü. Büyük bölümü, Yugoslavya’da Miloseviç karşıtı gösterileri düzenleyen Sırp öğrenci grubu Otpor’un, Gürcistan’a “seçim gözlemcisi” olarak gelen yöneticileri tarafından özel olarak bu iş için eğitilen Kmara adlı gençlik örgütünün üyeleriydi.
CNN’in adını Gül Devrimi koyduğu, Gürcistan’daki Soros darbesinden sonra aralarında askerler ve aydınların da bulunduğu “ABD karşıtı muhalif sesler”, “hükümete karşı darbe planladıkları” gerekçesiyle gözaltına alındı. Rustavi-2 “Darbeciler yakalandı!” diyerek operasyonun şakşakçılığını üstlendi.
Darbenin seyir defteri bütün ülkelerde benzer biçimde yazıldı.
Türkiye’ye dönersek;
Kanadalı gazeteci Mark MacKinnon’ın “yeni soğuk savaş” olarak tanımladığı “renkli devrimler devri”nde Türkiye’nin rolü CIA Ortadoğu Masası eski şefi Graham Fuller’in ifadesiyle “Kemalizm’i öldürerek, İslam dünyası içinde (yani Orta Doğu’da) daha büyük hürmet görmek”le başlayacaktı. Fuller geçtiğimiz günlerdeki “hilafet” çıkışıyla, yıllar önce dillendirdiği senaryonun omurgasını koruduğunu kanıtladı. Bu çerçevede dizayn edilen “iktidar”ın hedefi Türkiye’yi laik olmayan bir demokrasi içinde “İstanbul başkentli Yakındoğu Federasyonu!”na, diğer deyişle de İslam liderliğine taşımaktı.
2006’da açılışını Tayyip Erdoğan’ın yaptığı Dünya Demokrasi Hareketi toplantısında “Renkli devrimlerin Orta Doğu’ya ihraç edilip edilemeyeceği” tartışılıyordu. Bu toplantıya katılan NED, Allen Weinstein’in deyişiyle CIA’nın 25 yıl önce yaptığını yapıyordu!
Dönemin Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri Orgeneral Tuncer Kılınç’ın, Harp Akademileri Komutanlığı’da ABD’ye karşı “Böyle dostluk olmaz. Rusya var, İran var bize dost çok” mealindeki çıkışı bazı taşların sarsılmasına yol açtı. Sonra çekmecelerden çıkarılan dinleme kayıtları, günlükler, darbe iddiaları vs...
TESEV ayağı
Bunlarla birlikte Türkiye’de olan bir şey daha vardı. Ülke Helsinki Yurttaşlar Derneği, Türk Demokrasi Vakfı, Tarih Vakfı, Liberal Düşünce Topluluğu, BiaNET, AÇEV, Umut Vakfı, Bilgi Üniversitesi gibi Soros fonlarıyla desteklenen sayısız kişi, grup ve kurum aracılığıyla “sivilleşiyor”du! Ermeni Konferansı, Kürt Konferansı, Nevruz Bildirisi , Kürt Aydınları Bildirisi gibi işlere imza atan bu ittfakın “1 numara”sı Soros’un Açık Toplum Enstitüsü’nün Türkiye Şubesi olarak faaliyete başlayan TESEV’di. Ve başında Soros’un Türkiye danışmanı Can Paker bulunuyordu. Bu bağ hiçbir zaman reddedilmedi. Hatta Paker, 2008’de Vatan’a verdiği röportajda, “ordu”, “Atatürk”, “ulus-devlet” gibi tabular üzerine proje geliştirmek için Soros’dan yılda ortalama 2 milyon $’lık fon aldığını itiraf etti.
TESEV faaliyetleriyle ilgili en çarpıcı yorumu, TSK’yı hedef alan ‘Almanak’a cevaben eski Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt yaptı: “Bu tür raporlar kimlerin desteği ile hazırlanıyor tahmin ediyorum. Bu tahminlerim, bu raporların kimler tarafından desteklendiğini gördükçe gerçeğe dönüşüyor ve bundan ziyadesiyle rahatsız oluyorum. (...) Bu tür raporlar gelecekte de yayımlanırsa, daha açık ve net belgeleri kamuoyu ile paylaşacağımdan hiç kimsenin şüphesi olmasın.” (Dolmabahçe zirvesinden sonra paylaşamadı.)
İşte bu TESEV’in, Türkiye’deki yargı-medya ilişkisini irdeleyen toplantısına katılan gazeteciler, Emin Çölaşan, Deniz Som gibi köşe yazarlarıyla birlikte Yeniçağ’ı hedef aldı! Oysa, madem bir “medya raporu” hazırlıyorlar; biz içeriğinde Hasan Cemal, Cengiz Çandar ve eski MİT’çilerle, büyükelçi görünümlü CIA ajanlarının Soros bağlantısının veya Taraf’ın misyonunun analiz edilmesini beklerdik. Hem yıllardır karanlıkta kalan “Bebek’te bir İtalyan lokantasında akşam yemeği” başlıklı fotoğrafımız aydınlığa kavuşurdu... Hem de orta öğretim çağından itibaren ABD’de eğitilmiş, kariyerinin önemli bölümünü Washington’da inşa etmiş ve mesleki olarak imrenilecek bir noktadayken, hem de CIA ajanı olduğu iddia edilen eşine hasret kalmak pahasına, “herşeyi bırakıp, Kadıköy’de bir apartmanın 4. katına, personeline maaş dahi veremeyen Taraf’a” koşmuş Yasemin Çongar’ın fedakarlığının sırrına ererdik. Malum Rustavi 2’nin Türkiye versiyonu olduğu iddia ediliyor...
Habertürk’ün marka değeri hangisi olacak?
Taraf’ın parasının nereden geldiğini sorgulayan Fatih Altaylı, Taraf’ın beslendiği kaynakla problemi olmayan Amberin Zaman’ı Habertürk’e transfer etti. Zaman’ın Habertürk’e katıldığını duyuran anons da, transferin kendisi kadar ilginçti: “Türkiye’yi dünyaya en iyi tanıtan gazeteci Amberin Zaman da Habertürk’e katıldı.”
Her ürünün hedef kitlesine ulaşmasını sağlayan bir iz, marka değeri olur. Habertürk okuyucusu için düne kadar gazetenin “marka değeri”ni belirleyen kriterlerin biri Atatürk ve Cumhuriyet değerleri gibi konulardaki tavizsiz tutumuyla Bekir Coşkun’du.
Coşkun, adıyla birlikte gazeteye taşıdığı hemen bütün ilkeleri tabu sayan ve gazetenin adındaki “Türk” tanımına “alerjisi”ni hissettiren Zaman’lı Habertürk için de “referans” kabul edilir mi? İki yazarın yorumlarından oluşan iki derleme sunuyoruz. Okuyun, karşılaştırın, siz kendi kararınızı verin. Biz de bekleyelim. Bakalım, Habertürk yönetimi marka değerini hangi yazarın adı üzerinden inşa edecek?
AMBERİN ZAMAN
“Erdoğan sözlerini çok özenle seçmelidir. “Tek vatan, tek millet” lafları Washington’da hiç hoş karşılanmayacaktır.”
***
“Tarihimiz ile ilgilenenlerin bir gün de
Suriye’deki Der Zor çölüne gitmelerini tavsiye ederim. Orada Ermenilerin atalarına ait olduğunu iddia ettikleri toplu mezarlar ve o toprak yığınları arasından fışkıran kemikler var. Ben o kemikleri gördüm. Kime ait
olduklarını ispatlayacak durumda değilim. Zaten esas mesele de bu değil. Esas
mesele o kemiklerin milyonlarca Ermeni için neler ifade ettiğidir.”
***
“Birçok Kürt için Abdullah Öcalan halkı için kendisini feda etmiş bir ‘kahraman’. Kürt halkının onurunu kimliğinde barındırıyor. Hükümet, Öcalan ile ilgili bu hassasiyeti bile bile hangi akla hizmetle onu altı metrekarelik ve de pencereleri çok daha küçük olan bir odaya koydu.”
***
“Bizim insanlarımız, çocuklarımız, kadınlarımız her gün hapishanelere tıkılırken, işkence görürken biz her gece Ergenekon’u, generalleri dinlemek zorunda bırakılıyoruz, artık bıktık,” diyor Diyarbakır Tutuklular Derneği’nden Zelal Mikailoğlu. ‘Türkiye Türklerindir’ zihniyeti sürdükçe Zelal Hanım daha çok bıkacaktır.
***
“Bu dirençli ve cesur kız üniversiteye gitmek yerine dağa çıkmayı tercih etmiş.
Aleyhinde biriken davalar karşısında soluğu İsviçre’de bulmuş.
Delal’i öptüğümde yanakları elma kokuyordu. “Ne güzel” dediğimde “Dağlarda daha güzel kokuyordum” karşılığını verdi.”
BEKİR COŞKUN
“Ermeni soykırımı iddialarını kabul eden ülkelere niçin kızıyorsunuz?..
Siz değil misiniz; Türk devlet güçlerinin her türlü melaneti (!) yaptığını ve yapacağını mahkemelerde kanıtlamaya çalışan?..
Şu aşağıdakiler, 1915’lerdeki Ermeni soykırımı iddiaları mı, yoksa 2010 yılında iktidar ve yandaşlarının kendi ordusu hakkındaki iddialar mı: “Yüzlerce kişiyi asit havuzlarında erittiler...”, “Cesetler petrol kuyularında...”, “İnsan kemikleri çıktı...”, “Köyleri yaktılar...”, “Toplu katliam...”
***
“Yani şimdi siz PKK terör örgütü militanlarını önde vali, arkada bando mızıka, çiçeklerle, çikolatalarla, bayram ederek karşıladınız... Ama ömrünü bu ülkeye hizmetle geçirmiş profesörleri, akademisyenleri, edebiyatçıları, gazetecileri, generalleri, sanatçıları, henüz kanıtlanmamış “örgüt” iddiasıyla aylardır hapishanelere tıktınız...
Öyle mi?..
Vatana kurşun sıkanların başı Apo’nun yol haritasına bakıp bakıp teröristleri çikolatayla karşıladınız... Böyle midir devlet?..
Taş olsa ağlar...”
***
10 Kasım’dan aklımda kalan en önemli şeydi; Atatürk’ü ve ilkelerini çekip çıkarttığınız an, bir büyük millet olmaktan çıkıyoruz ve biz yeterince “biz” olamıyoruz...
***
“Suçu Atatürkçü olmak, cumhuriyet endişesi taşımak, aydınlığı savunmak... Hapishanede aydın, tek başına... Dağdaki nöbet kulübesinde askeri bıraktılar, tek başına... Ama Apo yalnız kalmasın diye özel tesis yaptılar... 5 milyon dolara...”
TRT hâlâ özerk mi?
Medya Derneği, “yandaş gazetelerin yandaş yöneticileri” tarafından resmen kuruldu. Bu dernekle ilgili beni rahatsız eden tek şey, kamu yayıncılığı yapan TRT Genel Müdürü İbrahim Şahin’in derneğin Yönetim Kurulu’nda üye sıfatıyla görev alması...CHP Zonguldak Milletvekili Ali İhsan Köktürk sormuş: “Yasasında ‘özerk ve tarafsız’ olduğu belirtilen TRT’nin Genel Müdürü’nün, AKP hükümetini koşulsuz destekleyen yayın organlarının yöneticilerinden oluşan bir derneğe üye olması doğru mudur?” Elbette yanlıştır. İbrahim Şahin bu üyelikle TRT’nin zaten “özerk ve tarafsız” olmadığını itiraf etmiştir!
l Mustafa Mutlu / Vatan
MİNİ YORUM
Sabır taşı çatlardı
NTV’de yayınlanan ve Hakkı Devrim ile Mirgün Cabas’ın sunduğu Günlerin Getirdiği’nde oyuncu Oktay Kaynarca’yı izledim. Lale Mansur’un, kara cahilin etmeyeceği laflarla dayattığı “etnik ayrımcılık” tezine karşı “sorun etnik değil, eşelerseniz ne ağalar-beyler çıkar” demeye çalışıyordu. Demokratlıklarından lafı nasıl ağzına tıkacaklarını şaşırdılar. Taş olsa çatlardı, Kaynarca’nın sabrı kapak olsun, ne diyeyim!