Son şehidin sahnesi

Milliyetçi Hareket Partisi Esenyurt Seçim İrtibat Bürosu’nun açılışı kana bulanıyor;
Bir “şehit” -evet hem davası uğruna, hem görevi başında katledildiği için budur. Türk Milliyetçilerinin gönlündeki mertebesi- var...
Yaralılar var...
“Katliam” var yani;
Taşlar, sopalar, bıçaklar, silahlar var...
Suç var;
Ve terör!
Bir tek “emniyet” yok!

***

Alçakça şehit edilen Cengiz Akyıldız’ın son nefesini verdiği Esenyurt Devlet Hastanesi’nin önü:
Gözyaşı var...
Öfke...
Hırs...
Acı...
Yumruklarını, dişlerini sıkmış binlerce “delikanlı” var; Allah muhafaza...
Kadınlar, kızlar, aileler var...
İçişleri eski Bakanı, TBMM Başkanvekili var, milletvekilleri var, MHP’nin tepe yönetimi var...
Bir de hepsini hedef alan bir “tehdit” var...
Gece karanlık;
Kalabalığın içine sızdırılan meczuplar var...
Galeyana ramak var...
Kalabalığa doğru yükselen silah sesleri var;
Her yer taciz...
Her yer tahrik...
Bir tek “emniyet” eksik...

***

Ön hazırlık soruşturmasının gizliliğini ihlal edemeyen(!) polisin MHP’li yetkililere verebildiği ilk bilgi:
- Planlı, organize değil; “anlık” bir olay!
Esenyurt’ta katliam teçhizatı kuşanmış 30’ar kişilik terör kıtalarının ellerini kollarını sallaya sallaya dolaşıp adam öldürmesi her “an” başa gelebilecek bir hadise yani!
Ee ne öneriyorsunuz?
Ev hapsi mi; Türk Milliyetçileri hayatta kalabilmek için evlerine mi kapatsınlar kendilerini? Sokağa çıkmasınlar mı, -Cengiz Abi kalbinden kurşunlandı, geçen hafta Marmara Üniversitesi’nde bir öğrenci de kalbinden bıçaklandı- okula gitmesinler mi, siyasete girmesinler mi?
Bu ülkede kim “öteki”, kim “zenci”?
“Siz ne işe yararsınız peki” diye sorasım var da; terörle mücadele eden askerin “terörist” diye suçlanıp müebbede mahkum edildiği ülkede, polise -bulaşmak istemezse- artık kim, size ne diyebilir ki!

***

Pazar akşamı bir kere daha Türk Milliyetçilerinin, ülkücülerin önce Allah’a, sonra birbirlerine emanet olduklarını gördüm ben bu ülkede;
Yalnızlığını...
“Medya” denen o illüzyonistin karartmasını, çarpıtmasını, daha hastane odasındayken Cengiz Abi; üzerine toprak atıp “mevzuyu kapatmaya” çalışılmasını...
İhmali...
Umursamazlığı...
Hayatlarımızın ucuzluğunu gördüm bir kere daha...
“Devlet” siz bırakılmışlığın yarattığı çaresizliği gördüm...
“Hep mi en gariban olanı bulur” diye başlayarak yazmak istediğim upuzun bir isyanname var içimde ama ellerim ihanet ediyor bugün bana;
Bu satıra kadar sıktım, zorladım kendimi ama yok parmaklarım tutmuyor...
Sıtma krizine tutulmuş gibi bir titreme geldi; gitmiyor...
Cengiz Abi’nin; yakarışıyla hastane koridorlarını inleten kızı geliyor gözümün önüne:
“Ne olur ‘baban ölmedi deyin’ bana?”
Diyemiyorum ya...
Diyemiyoruz ya...
Gerisi yalan dünya...

***

Cengiz Abi’ye sorsan “Nasıl ölmek istersin” diye tam da Pazar günü başına geleni tarif ederdi...
“Nasıl uğurlanmak istersin” diye sorsan, tam da dünkü cenazeyi tarif ederdi; ki zaten vasiyetiydi:
- Üç hilale sarın beni!
Bugün beni affedin; bugün sahne Cengiz Abi’nin, size kendi aylar önce kaleme aldığı, “cenaze daveti”yle veda etsin:
“Cenazeme bekliyorum sizleri. Biliyorum; hiç beklemiyordunuz bu daveti. Birden geliverdi değil mi..
“Daha dün konuşmuştuk ama..” diyorsun...
“Ama nasıl olur!”lar çekip çekiştiriyor iki yakanı...
“Hiç beklenmedik bir ölüm!” bu, değil mi?...(Halbuki her an yanımızda.)
“Vakitsiz!”
“Erken!”
“Sürpriz!”
İşinize ara vereceksin bugün...
Neşenizi kaçırdım biliyorum.
Kocaman bir pürüz gibi duruverdim karşınızda..
Hızını kestim hayatının.
Dahası, üzerine alındınız.
Ölüm bize de yaklaşırmış dediniz..
Ölmesi kanıksanmış, öleceği gelmiş bir yaştayız artık.
Ölmüş olmasına şaşırılmayan bir adamım.
Bir baksana, ne değişti ki dünyada, ben eksildim diye..!
Boğaz Köprüsünde trafik akıyor hâlâ.
Ben öldüm diye şeritleri eksilmedi ya yolların.
Ben öldüm bu defa...
Hayret, şimdiye kadar hep başkalarıydı ölen...
Gitsem de gitmesen de fark etmez bir cenaze olurdu camilerden birinin avlusunda.
Belki bir kalabalık çıkagelirdi önüme...
“Ölen biri çıkar bu şehirde her gün!” diye kanıksadığım
Adını bile sormaya zahmet etmediğin.
Eksilenin kim olduğuna aldırış etmediğin.
Gitti diye üzülmediğin birinin cenazesi işte...
Aynı manzara, aynı tabut, aynı üzgün yüzler...
Aynı güneş gözlükleri.
Sıradan bir cenaze yani.
Ama bu cenazeye mutlaka gitmeliyim.
Seni bilmem ama beni bekliyorlar....
Ayıp olur, çok ayıp...
Davetlilerin yüzüne bakamam sonra.
Dediği gibi şairin, bir musallalık saltanatım bu benim.
Başroldeyim.
Toprağa konulacak adam rolü benim....
Ardından ağlanılacak adamı ben oynayacağım....
Hiç itirazsız karanlığa uzanmak bana düştü bu defa.
Üzerine toprak atılan adamı...
Bir toprak yığının altında yüzü erimeye terk edilen adamı..
Hüzünlerin müsebbibi olacak adamı.
Ayakkabısının kendisini bekleyeceği adamı.
Elbiseleri evden çıkarılacak adamı.
Yatağı boş kalacak adamı.
Akşam eve dönmeyecek adamı.
Şehit kabirleri bekleyecek adamı..
Eve dönmesi beklenmeyecek adamı.
Sofrada yeri boş duracak adamı.
Adı telefon rehberinden silinecek adamı. (Cengiz Akyıldız)
Şehrin dudaklarından yarım ağız çıkmış bir hece gibi önemsizleşecek adamı.
Sevinçlerin ortasına en fazla bir hıçkırık gibi sokulsa bile hatıranın evinden hemen kapı dışarı edilecek adamı
Resmine bakıp bakıp da ağlanacak adamı belki.
“Adı neydi... Hani... şunu yapardı ya!” diye yokluğu normal bilinecek (Unutmak İhanettir) diyen adamı...
Soluk bir resimde mahzun bir tebessümün ardında aşklarını saklayan, susturan adamı.
Ben oynuyorum bugün...
Sahnedeyim.”
Dualarınızı eksik etmeyin...

Yazarın Diğer Yazıları