Son günlere değinmeler
Herkes Ankara’da Ulus’ta çıkan olayları konuşuyor. Başbakan Erdoğan, TBMM’de ne kadar bağırırsa bağırsın, kendi basınında ve STÖ’lerinde bile yalnız kaldı. Kimse yapılanları tasvip etmiyor. Yeni Şafak yazarı Abdülkadir Selvi bile Anıtkabir’e yürüyüşe konulan yasağa karşı tavır koymuş yazısında. Mazlum Der Genel Başkanı AKP Hükümetinin yasakçı tavrını eleştiriyor. Zaman gazetesi yazarları “eğer istihbarat ile yürüyüş özgürlüklerini kaldıracak isek, işimiz var” diyerek, AKP Hükümetini eleştiriyorlar. Hal böyle iken Erdoğan, konuyu tırmandırıyor da tırmandırıyor. Hatta Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile ipleri daha da geren bir açıklama yapıyor.
Peki neden? Erdoğan siyaseti anketler ile yapan bir politikacıdır. Böyle kamuoyunun somut bir şekilde karşısında olduğu, üstelik kendi medyası ve STÖ’leri tarafından yalnız bırakıldığı bir ortamda asla üstüne üstüne gitmez. O zaman bunun bir başka izahı olmalı. Erdoğan bilinçli bir şekilde gündemi gererek ve değiştirerek aslında kamuoyunun çok önemli bir noktadan dikkatlerini uzaklaştırıyor. Peki nereden? Tabii ki Türkiye’yi idari federalizm üzerinden siyasi federalizme ve nihayetinde bölünmeye sürükleyecek bir yasa tasarısından dikkatleri uzaklaştırmak istiyor.
AKP içinde bile bu yasaya tepki büyük. AKP’yi genellikle destekleyen çevreler de suskun. Çünkü AKP milletvekilleri de bu yasanın Türkiye’yi çok tehlikeli bir noktaya sürüklediğini görüyorlar. Ahmet Takan’ın görüştüğü AKP’li milletvekilleri bu endişelerini Erdoğan’a ilettiklerini söylüyorlarmış. Erdoğan ise şu cevabı veriyormuş, “Gidin işinize bakın, bu yasa geçecek.” Oysa milletin vekilleri işlerine bakarlar ise Anayasa’ya ve milli birlik ve bütünlüğe aykırı olan bu yasa geçmeyecek. AKP, Kızılcıhamam’da yapacağı kampta, milletvekilleri üzerinde baskı kurarak, yasanın çıkmasını sağlayacakmış. Bu arada kamuoyunda yasa tasarısının konuşulmaması, gündemden düşmemesi çok önemli. Bu aşamada yapılması gereken, ısrarla bu tasarının gündeme getirilmesi.
Gündemin ikinci maddesi Erdoğan’ın Almanya ziyareti sırasında Avrupa Birliği’ne yönelttiği tehdit, “2023’e kadar bizi almaz iseniz, girmekten vazgeçeriz.” 2004’te Avrupa’ya girdik diyerek, Ankara’da Kızılay meydanında gündüz gözü ile havaya maytap atan bir siyasi liderin geldiği nokta çok ilginç. AB de çok korkmuştur herhâlde. Üstelik Erdoğan ekliyor, “Biz AB’ye yük almak için giriyoruz.” Peki bizden enayisi yok mu? Herkes AB’ye yük vermek için mi girdi. 1964’te başvuran Türkiye, 2023’te 59 sene sonra yük almak için girecek! Olur mu böyle şey?..
Gündemin üçüncü maddesi, üzerinde pek durulmayan bir husus. Benim de dikkati mi, 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü bilimsel danışmanlarından E. Altay çekti. Son zamanlarda üst üste tank sınıfından şehit verdik. Önce Üsteğmen Aykut Köroğlu’nun Kazan Vadisi’nde 17 Ekim 2012’de şehit verildiği açıklandı. Sonra aynı çatışmada yaralanan tankçı uzmanın da olduğu ama aslında ilaveten 3 şehit daha verildiği ortaya çıktı. Parça parça verilen haberlerden toplamda aynı çatışmada 4 şehidimizin de tank sınıfından verilmiş olduğu anlaşılıyor. 1 subay, 2 uzman çavuş ve 1 er. Çatışmadaki ifadelerde ağır silah ve roket baskını olduğu için buradan bir tankımızın içindeki Mehmetçikler ile birlikte vurulmuş olabileceği ihtimali ortaya çıkıyor. Tankların RPG-7/11 sınıfı güdümsüz roketlerle parçalanması çok mümkün değil. PKK son dönemde tanklara karşı kullanılmak üzere MİLAN tanksavar füze arıyordu. Acaba, Avrupa’da aradığı bu silahın yerine onun Rus muadili olan FAGOT füzesi mi kullanıldı? Eğer öyle ise PKK, FAGOT’u nereden bulmuş olabilir? Küçük ihtimal, Irak Ordusu’ndan olsaydı daha önce kullanırdı. Büyük ihtimal, Suriye Ordusu’ndan veya isyancıların eline geçenlerden. Düşünülmesi gereken ihtimal, İran veya Rusya’nın vermiş olması. Bir başka ihtimal de Avrupa’da MİLAN arayanlar, FAGOT buldular.
Bu noktada önemli olan dört tankçı askerimizin hangi koşullarda şehit olduğudur. Allah rahmet eylesin.