Son görev Emine ve Hayrünnisa Hanım'lara düşer...
İşte eseriniz!
“YAŞ”lı ve şen nağmelerle kasım kasım kasılıyordunuz;
Askeri vesayet devri bitmişti. Türk Silahlı Kuvvetleri artık sizden sorulurdu. Komuta kademesinin yeniden tasarımı tamamlanmış sayılırdı. Artık değil darbeye kalkışmak, plan seminerleri yapmak; bilginiz, izniniz olmadan paraf dahi atamazdı hiçbiri. Teknik direktör de, taktik direktör de sizdiniz bundan böyle...
***
Yok yok, “terörle mücadele eden komutanlara pranga vurmanın sonu”na bağlamayacağım lafı.
Tamam bu devirde sultan da sizsiniz, padişah da, kral da, komutan da...
Hay hay. Ammaaaa, bu durumda sorumluluk da sizin omuzlarınızda.
Değil bir terör örgütünün bu devletin bir idari birimini zaptu rapt altına almaya kalkışması, dağların taşların evlatlarımızın kanıyla sulanması, bir tek ana kuzusunun burnu kanasa siz hesap vereceksiniz bundan sonra.
Dün ajanslara düşen ilk fotoğraflara şöyle bir baktım da, ateşten üniforlamaları ile yine subaylarımızı yollamışsınız “8 ocağa acı düşürme görevi”ni yerine getirsinler diye. Madem hepsi sizin eseriniz, madem her şey sizden sorulur, madem hep siz, bir tek siz varsınız, bu denli mühim bir vazifeyi “askeri vesayet”e terk etmek niye?
Bırakınız efendim; hapsettiğiniz kışlalarında kalsınlar!
Oralara tıkmak için verdiğiniz onca uğraştan sonra ilk sıkıştığınızda “üniforma” yı halkın arasına, evine, ocağına sokmak, anasıyla, babasıyla, karısıyla muhatap kılmak yakışıyor mu sizin gibi “sivilleştirme fenomeni” olmuş bir siyasi iradeye!
Yok öyle...
Şehit haberi mi geldi; bundan sonra “tek sorumlu” olarak siz gidip çalacaksınız şehidimizin ailesinin kapısını.
Kürsülerden kükremeyi, bağırmayı, çağırmayı bildiğiniz gibi, dokuz ay karnında taşıdığı, can verdiği evladını ateşe attığınız o annenin önünde süt dökmüş kediye dönmeyi, “yer yarılsaydı da dibine girseydim” diye ecel teri dökmeyi, boynunuzu eğmeyi de bileceksiniz!
***
Madem sizsiniz bu eserin sahibi;
Kandil’e ulak gönderdikleriniz kimlerse, Uludere’ye teselliye yolladıklarınız kimlerse onları muhatap edeceksiniz şehit aileleriyle de!
Yanına “12 kötü adam”ı da alacak ve açılımcıbaşı Beşir Bey çalacak bir ailenin kapısını! “Habur’dan davul zurnayla karşıladıklarımız hatırına, dağ gibi oğlunuzu selayla uğurluyoruz...” deyip, o siper edecek vücudunu “evlat acısı”na!
Yanına Bilal’i de alıp Emine Hanım çalacak bir başka evin kapısını. Oğlunu dizinin dibinden ayırmaya kıyamayan bir anne olarak, o “vatan sağ olsun” diyecek karşısındaki annenin gözünün içine baka baka.
“Sen niye kendi oğlunu vatana siper etmedin” diye yakasına sarılacak olursa, gıkını bile çıkarmadan öylece duracak. Oğlunu feda edemeyen bir anne olarak, oğlu “feda edilen” diğer anneden işiteceği her şeye razı olacak.
Bir başka anneye Hayrünnisa Hanım ve oğulları verecek “kötü” haberi. “Hani iyi şeyler olacaktı” deyip yüzüne tükürmeleri ihtimalini göze alarak, gidecek ve bir annenin gözlerinin içine baka baka haber verecek “iyi şeyler olsun” diye oğlunu ondan kopardıklarını!
Cumhurbaşkanı’nın kızı Kübra ile Başbakan’ın kızı Esra “analı-babalı büyüyen yavruları”yla elele halde çalacaklar karnı burnunda gencecik bir başka kadının kapısını. O doğmamış çocuğa “babasız büyüyeceğini” onlar söyleyecekler. Düşer bayılır mı, donup kalır mı, gözyaşı mı boşalır, sinir krizi mi geçirir; kestirmek ne mümkün öyle büyük acının insan olana etkisini; ne olursa olsun onlar paylaşacaklar, yaşı yaşlarına benzeyen velakin kaderleri arasında uçurum olan kadının bittiği anı!
Nasıl doğacaklarına dahi karıştığınız bu çocukların bostan tarlasında yetişmediğinin idrakindeyseniz eğer, eğer o Şeyh Edebali nasihatından zerre nasihat çıkardıydanız kendinize de, bir gram kıymet veriyorsanız “insanı yaşatmaya” bu kutsal emanetleri neden koruyamadığınızı, nasıl öldüklerini de siz izah edecekseniz ailelerine!
On yıldır “tek başına iktidarda”ysanız ve derme çatma bir evin kapısında, takati kalmamış bir ana-babanın karşısında, askerin arkasına saklanamazsanız. Bu görev size düşer, “ana yüreği”ne sahip eşlerinize düşer...
Gidin, bulgur vermek için, kömür vermek için, un vermek için, şeker vermek için aşındırdığınız o kapıları bir kere de “oğlunuzu aldık” demek için çalın!
Ve sakın korkmayın...
Bırakın analar ağlasın! Bağırsın, çağırsın, yakanıza yapışsın!
Ağlamazlarda “ah”larlarsa var ya; iki cihanda çekeceğiniz var bundan sonra!
+++
40 general ve amiralin emekli edilmesini de kapsayan
YAŞ kararlarını yorumlayan yandaşlar itiraf, muhalifler isyan etti:
Bu bir “siyasi tasfiye”dir
Köküne kadar budama
Yüksek Askeri Şûra’nın Balyoz ve diğer davalarda tutuklu olarak yargılanmakta olan 40 general ve amirali emekliye ayırması Türk Silahlı Kuvvetleri tarihinin en büyük tasfiye operasyonlarından biri olarak görülmelidir. (...) Bu komutanlar, hukukun en temel ilkelerinden biri olan “masumiyet karinesi” çerçevesinde kesin karar çıkana kadar masum kabul edilmek durumundadır.
Ya beraat ederlerse...
Önümüzdeki seçeneklerden biri, bu general ve amirallerin yargılama sonucu mahkûm olmalarıdır. Bu takdirde kararın isabet derecesi tartışılmayacaktır.
Bir diğer seçenek, tutukluların yargılama sonunda beraat etmeleridir. Bu takdirde Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tarafından onaylanarak kamuoyuna açıklanan bu tasarrufların büyük bir haksızlık olduğunu kabul etmemiz gerekecektir.
(...)
Dün emekliye sevk edilen Balyoz sanığı general-amirallerin çoğu Birinci Ordu’da düzenlenen plan seminerine bile katılmamıştır. Çoğu “darbe planı” olduğu ileri sürülen imzasız bazı word belgelerinde adları geçtiği için tutukludur.
Üstelik bu “görevlendirme belgeleri” nin sahiciliğini çürüten ve bir bölümü Türkiye’nin saygın üniversiteleri tarafından verilmiş pek çok bilirkişi raporu mahkemeye sunulmuştur. (...) Bir grup sanığın darbe belgelerinde yazılı olan tarihlerde yurtdışında olduklarını kanıtlamaları da sonucu değiştirmemiştir. Buna ek olarak, yargılamada ciddi usul hataları yapıldığı yolunda yaygın eleştiriler vardır. Örneğin, Balyoz davasında “delil değerlendirme” aşaması atlanarak hem yasaya hem de teamüllere aykırı bir durum yaratılmıştır.
Bütün bu çekincelerin üstüne çıkan bir durum daha var. Bu generallerin tutuklanmasına yol açan “Özel Yetkili Mahkemeler”, genelde tartışmalı uygulamaları nedeniyle hükümet ve parlamento tarafından tasfiye sürecine sokulmuş olan, deyim yerindeyse kapılarına mühür vurulmuş olan mahkemelerdir.
Kurmay albaylar sancılı
Oysa özellikle Balyoz davasında sanık durumundaki kurmay albayların durumu da çok sancılı bir tabloya işaret ediyor. 2010 yılından bu yana tuğgeneralliğe ya da amiralliğe terfi sırası geldiği halde dosyası YAŞ’a sokulmayan, çok parlak sicil dosyalarına sahip çok sayıda kurmay albay var.
Çoğu bir ya da iki imzasız belgede adı geçtiği için tutuklu olan bu kurmay subayların bir bölümünün kariyer ilerlemesi 2010 YAŞ’ından beri yerinde sayıyor. (...)Kurmay albaylara, yarbaylara kadar yayılan etkisi nedeniyle, Balyoz gibi davaların yol açtığı sonuçlar budamanın ötesinde bu iki kuvvetin gövdelerinin yanı sıra köklerine kadar iniyor.
Sedat Ergin / Hürriyet
++++
Başbuğ ve Koşaner gibi direnemedi
YAŞ’ın, dosyaları bu yıl değerlendirmeye giren tutuklu tüm generalleri ve amiralleri emekli etmesi, Türk Silahlı Kuvvetleri’nde (TSK) bir “tasfiye” yapıldığını gösteriyor.
Gül ve Erdoğan’ın tercihi
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın adı darbe hazırlığı iddialarına karışmış subayların terfi ettirilmemesi ve süresi dolanların da emekli edilmesi kararında olduklarını daha önceki YAŞ toplantılarından biliyoruz. (...) Eski Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral İlker Başbuğ, 2010’da ısrarcı olmuş ve bazı general ve amirallerin görev sürelerini uzattığı gibi üç tanesinin de terfi kararını aldırmıştı. Bir sonraki Genelkurmay Başkanı Işık Koşaner de 2011 YAŞ toplantısı için aynı ısrarı sürdürmüş, ancak gerginlik üzerine üç kuvvet komutanı ile birlikte emekliliğini isteyerek tepki göstermişti. Ancak bu kez böyle bir durum yaşanmadı. (...) Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Özel’in, Başbuğ ve Koşaner gibi davranmadığı, siyasi otoritenin tercihlerini uyguladığı söylenebilir.
YAŞ’ın bu yıl verdiği karar, önümüzdeki yıl için de ne yapılacağını gösteriyor. (...) Böylece Ergenekon ve Balyoz davalarının TSK açısından bir tasfiyeyle sonuçlandığını söyleyebiliriz.
Kurunun yanında yaş
Varabileceğimiz bir sonuç da, “kurunun yanında yaşın da yandığı”dır. Dava henüz sonuçlanmadığı için kimin mahkum olup kimin olmayacağı henüz belli değil.
Fikret Bila / Milliyet
++++
Perde arkasında gizli tahliye pazarlığı var
İktidar hapisten çıktıktan sonra hiçbir şey yapmasalar bile bu komutanların eski makamlarında oturmalarını içine sindiremeyecekti. Komutanlara gizlice haber gönderildi. “Emeklili olun, bir süre sonra tahliye olursunuz” denildi. Ancak komutanlar böyle bir uygulamayı kabul edemeyeceklerini söylediler. Hiçbiri emekliliği kabul etmedi. Tabii doğal olarak hiçbiri tahliye edilmedi.
(...)
Genelkurmay iktidarla anlaştı, “kangren olan kolup kesilip atılmasına” karar verildi. Böylelikle tutuklu komutanların ikisi hariç hepsi emekliye sevkedildi.
(...)
Bu da şu demektir; eğer Bilgin Balanlı ve Nusdet Taşdeler “Bu durumda biz de emekliliğimizi istiyoruz” demezlerse hapisten çıkamayacaklar. Çünkü hapisten çıkması halinde bundan sonra yapılacak ilk Yüksek Askeri Şura toplantısında Başbakan’ın karşısında oturacaklar. Vicdan azabı gibi.
Can Ataklı Vatan
+++
“Balyoz bir kepazelik”
Orduyu tüm üst yönetim olarak tasfiye siyasi Ergenekon ve Balyoz davalarının ana hedefiydi. Bu dava bir hukuk davası değildir, öyle sananlar varsa, onları buradan en hafifinden “şaşkınlar” ilan ediyorum! Varın gerisini siz söyleyin! Bunun bir hukuk davası olduğunu söyleyen, tertipçilerin yüzlerce ortağı, ortalıkta “uzman” diye dolaştırılıyor! Kamuoyunu buna inandırmak göreviyle...
Onlarca mektup geliyor tutuklu subaylardan... Davasını ve durumunu anlatan. Tümgeneral Ahmet Yavuz’un adını gördüm örneğin, emekliye sevk edilenler arasında. Üzüldüm, mesleğini madalyalarla süslemiş komutanlardan biri. Balyoz’a son grupla birlikte dahil edilmişti, “Ahmet Bey dışarıda kaldı, alalım içeri ve ona da ordudan güle güle diyelim” mantığıyla, iler tutarı olmayan hatta suç iddiası bile olmayan bir tutuklama ile...
(...)
Balyoz bir kepazeliktir, hukukun yüz karasıdır. Yüzlerce subay Ahmet Bey’in durumundadır.
Hepsinin hikâyesi şüphesiz vardır ama hepsinin ortak noktası, albay ve üstünün, mümkün olduğu kadar tasfiyesi için alınan siyasi karardır!
(...)
Onlara, sözde anlayabilecekleri bir cümle ile seslenmeli: “Düşmez kalkmaz bir Allah!” Buna inansalar bu düzenleri kurmazlar!
(...)
İktidarın siyasi tasfiye planının yürümesine iki şey yardımcı oldu: a) Ekonominin yolunda gözükmesi... b) Etkin medyayı tasmalı hale getirmesi! (Bir de tasmalı kanaatçı aydın zümre yaratması!)
Ne demiş Napolyon bizimkilere: Ooo sizdeki medya bizde olsaydı, Fransızların Waterloo Savaşı’nı kaybettiğimizden bile haberi olmazdı...
Orhan Bursalı / Cumhuriyet
+++
Geçmiş olsun Türkiye...
Sonucu öğrenmenin en kestirme yoludur; tribünlere bakın yeter...
Sevinenler kimler!
Kimler galip gelen takım taraftarı gibi kabarmış hindiye dönenler!
Dün iktidara yakın gazetelerde vardı bu manzara; bayram coşkusu yaşıyorlardı adeta.
Birkaç gün önce, “yargılama sonunda çıkacak olan kararın önemi yok adlarının bu davaya karışmış olması gönderilmeleri için kafi” akılları veren Zaman yazarı Mustafa Ünal gururla ilan etti:
“Tutuklu 40 generalin emekli edilmesi her şeyden öte siyasi iradenin eseri.”
Ve Yeni Şafak’tan Abdülkadir Selvi “aslında ne olduğunu” şöyle özetledi:
“Darbe suçundan yargılanan generalleri emekli etmek bir yana, görev sürelerini uzatıp, onları aktif görevlere atayan zihniyet böylece tasfiye edildi.”
40 kişi, 50 kişi, 1000 kişi; kalan son onurlu Türk subayına kadar hepsinin üniformasını çekip alsalar bile endişeye mahal olmazdı. Rütbesi ne olursa olsun o bir tek subay komutasında savaşırdı da, kazanırdı da bu ordu. Velakin Selvi’nin itiraf ettiği gibi tasfiye edilen “kişiler” değil de aslında “zihniyet” ise; işte o zaman söylenecek bir tek şey kalıyor geriye:
Geçmiş olsun Türkiye!